Müslüman, sürekli hareket halinde olan insandır. Tembellik onun sözlüğünde yoktur. Her sahada en faydalı ve en verimli çalışmayı o yapmalıdır. Yapmalı­dır ki zillete düçar olmasın. İslâm’ın izzet ve şerefini kay­betmesin.

Müslümanlar olarak düşüncede, sözde ve işte sürek­li hareketlilik, canlılık ve atılım içinde olmalıyız. Zihin ve düşünce sahasındaki tembellik, söz, iş ve hareket tem­belliğini beraberin­de getirir. İyiyi, güzeli, doğruyu ve hak olanı düşünmek, tefekkür etmek insanı aklî, kâlbî ve ruhî sağlık ve ber­raklığa kavuşturur.

İyilerin tembelliği, kötülerin faaliyetidir. Müslümanlar çalış­maz, Müslümanlığın gereği olan faaliyetleri yapmaz, kötülüklerin yayılmasını engelleyip, iyiliklerin çoğalması için gayret sarf etmez ise, kötüler çalışmasa da, herhangi bir faaliyet göster­mese de, tabiatında olan yayılmacılıktan dolayı kötülük ve kötüler topluma hâkim olur.

Netice olarak büyük gayret ve çabalarla uzun yıllar boyunca meydana getirilen medeniyetler, müesseseler ve hizmetler heba olup gider. Ümmetin parçalanıp da­ğılmasına sebep olur.

Onun için Müslümanlar çalışmaya mahkûmdur. Çalış­mak, çalışmak, hep çalışmak… Nereden başlayıp, hangi güzergâh takip edilerek, nereye varılacağını bilerek ça­lışmak. Zaman, iş ve insan israfı yapılmadan, ehem-mü­him sırasına dikkat ederek, plânlı ve programlı bir şekilde yalnız Allah rızası için çalışmak. Düşüncemizi, sözümüzü ve bütün yaşantımızı İslâmlaştırarak çalışmak. İslâm’ın ölçülerine uyarak, çalışmalarımızı İslâm’ın ekranında kontrol ederek çalışmak. Şahıslar adına, gruplar adına olmadan, nasları tevil etmeden, İslam’ın özünü zedele­meden, nefsimizi ön plâna çıkarmadan, ileriye dönük

çıkar ve menfaat hesapları yapmadan çalışmak. Allah Teâlâ çalışmamızı emrettiği için çalışmak. Rasûlullah (sav) bütün hayatı boyunca çalıştığı için çalışmak. Kötülüklere engel olmak, hakkı hâkim kılmak için çalışmak. Nefsimizin serkeşliğini gemle­mek, onu hakka tâbi kılmak için çalışmak. Küfür ve şirk ateşinde yanan milyonların kurtulması, imana kavuşması için çalışmak. Cehâletin koyu karanlığı içinde yolunu şaşıranların aydınlığa çıkması için çalışmak. Tüm İslâm beldelerinde yetim kalmış yav­ruların, namusuna tecavüz edilmiş kadınların, ak saçlı ninelerin, aksakallı dedelerin, bütünüyle bir ümmetin acılarını, feryat ve figanlarını dindirmek için çalışmak. Doğudan batıya, güneyden kuzeye, tüm İslâm beldelerinde, ezansız kalmış minarelerin, cemaatsiz kalmış câmilerin, talebesiz kalmış med­reselerin, dervişsiz kalmış tekkelerin, adalete hasret memleketlerin yeniden misyonuna kavuşması için çalışmak mecburiyetindeyiz.

Müslüman, çalışmalarıyla heyecan uyandıran bir rehber olmalıdır.

Zaman ırmağı akıp gitmekte ve hayatımızdan bir ânı bile geri çevirmek mümkün olmamaktadır. Öyleyse müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz her günü son günümüz olarak kabul etmeli ve ona göre kulluk yapıp, ona göre çalışmalıyız. İlim yolunda çalış­mak, elde edilen ilimle amel etmek ve öğrenip amel et­tiklerimizi başkalarına öğretmek, tebliğ etmek, çalışma­ların en hayırlısıdır.

Bir insan için, hakkı tebliğ etmek ve batıldan sakındır­mak, hayra öncü, şerre mânî olmak ne büyük bir lütûf, ne büyük bir nimettir.

Bu hususta Rasûlullah (sav) şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz bu hayır, hazineler dolusudur. O hazinele­rin de bir takım anahtarları vardır. Ne mutlu o kula ki, Al­lah onu hayra anahtar, şerre kilit yapmıştır. Vay o kulun haline ki, Allah onu şerre anahtar, hayra kilit yapmıştır.” (İbn Mâce, Mukaddime, 19.)

Evet, hayır hazinelerinin kapılarını açan bir anahtar şer anbarlarının kapısını kilitleyen bir kilit olabilmek için, faydalı ilmi elde etmek, ilmi ile âmil olmak veya sâlih kişi­lerin, âlimlerin meclisine devam edip feyizlenmek yahut da bu kişilerin öncülüğünde maddî ve manevî imkân­larını Allah yolunda yalnız O’nun rızası için sarf etmek gerekir.

Böylece müslümanlar sırat-ı müstakim üzerinde sabr u sebat göstererek, kendi öz nefisleri bile zarar görse her zaman her yerde hak olanı konuşur, İslâm için uğraş ve­rirken kınayanın kınamasından çekinmez, duraksamaz. Hayra destek, şerre köstek olmanın bir müslümanlık borcu olduğu idrakiyle, fâsık, fâcir, günahkar İslâm›a düşman kişi ve toplum­lardan uzak durur ve daima sâlih ve sadık kişilerin oluşturduğu ortam içinde yerini alır ve kendisine tevdi edi­len vazifeleri büyük bir şevk ve aşkla yerine getirmeye çalışır.

Makam ve mevkii, mal ve mülkü onu ken­dini beğenmeye, kibir­lenmeye sürüklemez. Makam ve mevkiinin hizmetkârı, para ve pu­lunun kölesi haline gel­mez. Bilâkis makam ve mevkiini, mal ve mül­künü İslâm’a hizmetkâr kılar. Makamı yükseldikçe tevazuu artar. Malı çoğaldıkça cömertleşir. Malın kendisine bir emanet olarak verildiğini ve bu malda diğer müslümanların da hakkı olduğunu kavrayarak malî imkanlarını Allah yolunda, İslâm’ın hâ­kimiyeti için sarfeder. Ve bundan büyük bir haz duyar. O bilir ki, kendi nefsi için aşırı derecede israfa ve lükse dalan, fakat Allah yolunda cimrilik yapan bir kişide hayır yoktur. Hayra anahtar müslüman hergün, “Bugün Allah için ne yapabilirim? Ne yapmalıyım?» diye düşünür. Her sabah ve her akşam İslâm için yapabildiklerini ve yapamadıklarını tefekkür eder, nefsini sîgâya çeker ve başıboş bırakılmadığını, abes olarak yaratılmadığını asla hatırından çıkarmaz.

Bir gün yaptıklarından hesaba çekileceği şuuruyla nefsini hesaba çeker. Sonra nefsine döner ve şöyle der: “Ey müslüman! Çevrene bir bak, etrafa kulak ver, kendine dön, iç âlemini dinle. Bir sessiz çığlık işiteceksin. Kendi için- den ve çevrenden imdat isteyen bir feryat duyacaksın…

Nicelerinin imanı çalınmış, kimilerinin ahlâkı alınmış, bir kısmının ihlası tahrip olmuş. İffetini yitirmiş milyonlar, izzetini arayan toplumlar feryad ve fi ganda… Bunca mesuliyet, bunca vazifene rağmen, hâlâ tembellik, halâ vurdumduymazlık, nemelâzımcılık ve gaflet niye?”

Müslümanlar olarak fıtratımızı muhafaza etmek durumundayız. Allah’a kulluk yapmak için yaratıldığımızı asla ve asla unutmamalıyız. Allah Teâlâ’ya isyan ederek, dînî esasları kendi arzularına göre yorumlayıp, tahrip ederek kendilerine göre bir din anlayışı ortaya koyan toplumların kötü akibetinden ibretler almalıyız. İnsan yaratılış gâyesinden uzaklaşır, nefis, şeytan ve dünyanın zebunu olur, kötü insanlarla düşer kalkarsa, ahlâken bozulur, iffetini kaybedebilir. Böylece sûreten insan, sîreten hayvan durumuna düşer. Hatta hayvandan da daha aşağı derecelere iner.

İyiyi taklit edip tahkike ulaşmak insanı kemâlâtın doruğuna yükseltirken, kötüyü taklit etmek kişiyi aşağıların aşağısına düşürür. Yeniden aslımıza dönmek, kendi inanç dünyamızla, medeniyet ve kültürümüzle tanışmak, bünyemize sirayet eden ve bir güve gibi özümüzü yiyen kötülüklerden, manevî hastalıklardan kurtulmak, hayat bulmak için bütün varlığımızla bir yeniden diriliş seferberliği başlatmalıyız. Cehâletle, taklitle, inançsızlıkla, ahlâksızlıkla ve bütün kötülüklerle mücadele seferberliği…

Hayra anahtar olmak, hayırlı hizmetler yapmak, ancak iyi bir insan, iyi bir müslüman olmak; ahireti dünya- ya tercih etmek, her işi yalnız Allah için, Allah rızası için yapmakla mümkündür. Allah teâlâ cümlemizi hayırlı hizmetlere vesile ve vasıta kılsın.

Ömer AYTAŞ

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?