Kur’ân’dan Kadınlara Sesleniş
Allah (c.c) kullarına bir şeyi yasaklamışsa muhakkak biz kulları için o yasakta hikmet ve rahmet vardır. Yine bir şeyi de serbest bırakmış veya farz kılmışsa muhakkak bunda da bizler için sayısız hayır, hasenat ve rahmet vardır. Gelin bu ön kabulden yola çıkarak Nur suresi 31. ayeti okuyalım ve üzerinde tefekkür edip bu ayetten hasıl olan sonuçların tahlilini yapalım.
“Ey Muhammed! Mü’min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar, görünmesi zaruri olanlar hariç ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar. Ziynetlerini kendi kocalarından veya babalarından veya kocalarının babalarından veya kendi oğullarından veya kocalarının oğullarından veya kendi kardeşlerinden veya kardeşlerinin oğullarından veya kadınlarından veya sahip oldukları cariyelerden veya sahip oldukları kölelerden veya cinsi iktidarı olmayan erkek hizmetçilerden veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak çağda olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerini başkalarına bildirmek için ayaklarını da yere vurmasınlar. Ey mü’minler! Hepiniz Allah’a tevbe edin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Nûr, 31)
Şimdi de ayeti tüm dikkatimizi vermeye çalışarak cümle cümle tahlil edelim.
“Ey Muhammed! Mü’min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar.” Yani, sinsi ve aç bakışlarla sağa sola bakmasınlar. Temiz, helal ve meşru bir daire dışında kendilerini başkalarına teslim etmesinler. Temiz bir atmosferdeki meşru ve fıtri istek dışında, toplum ve hayata utanılacak bir nesil kazandırmasınlar.
“Görünmesi zaruri olanlar hariç ziynetlerini göstermesinler.” Kuşkusuz ziynet kadın için fıtri bir ihtiyaç olduğundan helal olan bir şeydir. Çünkü her kadın güzel olmak ve güzel görünmek arzusu taşır. Her dönemin farklı bir ziyneti olsa da güzelliği tamamlama ve karşı cinse güzel görünme amacı gütmesi açısından temelde hepsi birdir. İslâm, kadınların böylesi bir fıtri eğilimine karşı çıkmaz ancak onun kullanımını meşru bir daire içinde düzenleyerek belli ahlaki ilke ve örfi kaidelere bağlar. Başka bir ifadeyle, kadının hayat ortağı olan bir erkeğe karşı süslenmesini öngörür ve kendi hayat arkadaşı dışında başka birisine karşı böyle bir tutum ve tavır takınmasını yasaklar. Bugün bazı kadın ve erkekler, evdeki helallerine süslenip eşinin beklentilerini karşılamak, onun ilgisini kazanmaya çalışmak yerine, maalesef Allah’ın kendilerine haram kıldığı yabancı/namahrem kimselere karşı daha ilgili ve bakımlı görünme çabasındalar… Asıl üzücü ve can yakıcı yanı ise, hiç kimsenin bu günahları işlerken, kendilerine ölümün ulaşabileceğini düşünmemesi…
“Başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar.” ayetinde geçen “yaka” kelimesinden maksat, elbisenin göğüs üstündeki yırtmacıdır. Başörtüsü ise, başı, boynu ve göğsü kapatan örtüdür. Kadın bununla, fitneye sebep olabilecek yerlerini kem gözlerden korur, kötü bakışlardan kurtulmuş olur. Aynı zamanda, Allah’tan korkan kimselerin, istemeyerek de olsa karşılaştıkları ani bakışların önüne geçmiş ve tekrarlanmasına mâni olmuş olur. Çünkü insan bazen istemeyerek de olsa gördüğü birtakım manzaraların etkisinde kalır ve bakışlarını uzun süre bundan alamayabilir.
17-18 yaşlarındayken bir arkadaşımla bir yere yürüyerek gidiyorduk. Yanımdaki arkadaş yolun hemen karşı tarafında bulunan polislere bakışlarını indirmeden uzun uzun bakınca, bundan rahatsızlık duymuş ve ‘Niçin böyle bakıyorsun, haram olduğunu bilmiyor musun?’ diye sormuş ve ondan ‘İlk bakış haram değil ya, ondan böylesine uzun uzun baktım.’ cevabını alınca da şaşakalmıştım. Oysa bu anlayış hem yanlış hem de tehlikeli çünkü sadece gayri ihtiyari karşılaşmalardan meydana gelen bakış veya bakışma, gözlerini hemen indirmek/kaçırmak şartıyla haram değildir. İşte yüce Allah, kalpleri bu tür bir imtihanla sınamak istemediği için emirlerini ve yasaklarını Kur’an-ı Kerim’de açık bir şekilde önümüze koymuştur.
Hatta bu yasaklara göre hareket eden ve kalpleri ilahi nurla aydınlanan mümin kadınlar, süs ve güzelliklerini gösterme arzularına rağmen, Allah’a itaat etme yolunu seçtiler. Nitekim cahiliye döneminde de tıpkı günümüzdeki çağdaş cahiliyede olduğu gibi, kadın hiç aldırış etmeden vücudunu teşhir ederek kırıta kırıta erkekler arasında yürüyor, saçını, boynunu, küpelerini sallaya sallaya geçiyordu. Sosyal medya fenomeni olmak adına genç kızlar, sokakta, caddede göbeklerini gösteren kıyafetler, daracık pantolonlar ile türlü renklere boyanmış saçlarıyla, aşırı makyajlı suratlarıyla, adeta cahiliye kadınları gibi edepten, güzel ahlaktan yoksun hallerini videolara çekip sosyal medya gibi tehlikeli mecralarda servis ediyorlar. Bu mecraya körpe bedeniyle hizmet eden genç kızlar; maalesef kötü niyetli kişi veya grupların, kadın tüccarlarının eline düşüyor, adeta bu çirkin ve kötü kimselerin kazanç kaynağı oluyorlar. Müslüman bir ülkede Müslüman’ım diyen ancak dinini araştırıp öğrenmemiş, İslâm’dan bihaber olan kimselerin bu duruma düşmeleri hakikaten çok can acıtıcı…
İslâmi ahlak ilkelerini dikkatle incelersek Müslümanların güzellikten zevk ve keyif almalarını maddi olandan manevi olana doğru yönlendirmiş olduğunu görürüz. Yani İslâm’a göre güzellik, hayvani yaratılışta değil, tertemiz insani fıtratta olmalıdır. Oysa çıplaklıkla ortaya konan güzellik, hayvani bir güzelliktir. İnsan böyle bir güzelliğe hayvani bir duyguyla yaklaşır. Ortada bir ahenk ve bütünlüğün söz konusu olması sonucu değiştirmez. Haya duygusuna dayalı güzellikse, tertemiz bir güzelliktir. Bununla, insanın zevk anlayışı yücelir. Böylece insana yaraşan ve onu duygu ve düşünce olarak arındıran bir durum meydana gelir. O halde diyoruz ki, Müslüman kadınlar veya tüm kadınlar bir değere sahip olmak istiyorlarsa İslâm’ı araştırıp, anlamaya gayret etsinler. Bunun hakkını verenler elbette İslâm’ı yaşamak için birbirleriyle yarışacaklardır Allah’ın izniyle.
Yukarıda ayette geçtiği üzere başlıca yakın akrabaların şunlardır: Babalar ve oğullar, eşlerin babaları ve oğulları, kardeşler ve onların oğulları, kız kardeşlerin oğulları… Öte yandan ayette “veya kadınların” şeklinde işaret edilen Müslüman kadınlar da bu yasaklamanın dışında tutulmuşlardır. Müslüman olmayan kadınların durumları ise farklıdır. Çünkü bunlar, kendi kocalarına, erkek kardeşlerine ve kendi milletlerinin çocuklarına Müslüman hanımların sırlarını anlatarak bir fitneye sebep olabilirler. Nitekim Buhârî ve Müslim’de rivayet edilen bir hadisi şerifte şöyle geçer: “Bir kadın başka bir kadına çıplak görünmesin. Çünkü gidip kocasına, onun gözünde canlandırabileceği şekilde anlatır.” Müslüman kadınlar ise, güvenilir kimselerdir. Çünkü onların dinleri ve inançları Müslüman bir kadının vücudunu kocalarına anlatmaktan alıkoyar. Öte yandan: “Veya sahip oldukları kölelerden…” ifadesiyle, cariyeler de bu yasaklamanın dışında tutulmuşlardır. Bir başka görüşe göre de erkek köleler de bu hükmün içindedir. Çünkü erkek kölenin, efendisi olan kadına karşı cinsel bir beklenti içine girmesi düşünülemez. Ancak bize göre, birinci görüş, yani “köleler” deyimiyle sadece cariyelerin kastedilmesi daha doğrudur. Çünkü belli bir dönem çok aşağı konumda da olsa, erkek köle nihayetinde bir insandır ve her insan gibi onun da harekete geçen bir şehvet duygusu vardır. Ayrıca “cinsi iktidarı olmayan erkek hizmetçilerden” ifadesiyle de delilik, aptallık ve iktidarsızlık gibi sebeplerle kadınlara karşı herhangi bir eğilim içerisinde bulunamayan; ya da kadınlara karşı herhangi bir eğilim içinde bulunmayan; ya da kadınlara karşı olan arzuyu kıracak herhangi bir özelliği olan erkek hizmetçiler de bu yasaklamanın dışında tutulmuştur. Çünkü bu gibi durumlarda herhangi bir fitne ve baştan çıkarma gibi bir durum söz konusu değildir. Bu yasaklamanın dışında tutulan bir başka sınıf da “kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak çağda olmayan çocuklardır.” Çünkü kadının vücudu bunlarda herhangi bir cinsel arzu uyandırmaz. Ancak ergenlik çağına ulaşmadığı halde cinsellik bilincine varan ve herhangi bir tahrike kapılabilen çocukların durumu farklıdır. Devamla ayeti kerimede şöyle geçiyor:
“Gizledikleri süslerini başkalarına bildirmek için ayaklarını da yere vurmasınlar.”
Kuşkusuz bu, insan yapısını, istek ve tepkilerini tam anlamıyla bilmenin bir ifadesidir. Çünkü bazen şehvet duygularının dürtülmesi konusunda hayal, gözlerden daha etkili olur. Nitekim çoğu kimse, kadının ayakkabısını, elbisesini, ya da süsünü gördüğü zaman, bizzat vücudunu görmekten daha fazla bir şehvet duygusuna kapılır. Ayrıca bizzat gördüğü kadından daha çok, hayalinde canlandırdığı bir kadınla şehevi duygulara kapılan pek çok insan vardır. Nitekim bu durum, günümüz psikiyatristlerince de bilinen psikolojik bir rahatsızlıktır. Kadın takılarının çıkardığı sesten ve süründüğü kokudan uzaktan uzağa etkilenen, şehevi duyguları kabaran, hormonları harekete geçen ve kendilerini frenleyemez duruma gelen pek çok kişi vardır. İnsanları yaratan, gizli veya açık her durumlarını bilen ve her şeyden haberdar olan latif ve yüce Allah tarafından indirilen Kur’ân, bütün bu durumları öngörüp önlemeye çalışıyor.
Sonda ise, bütün kalpler Allah’a döndürülüp bu ayet inmeden önce işlenen hatalardan dolayı tövbe edilmesine işaret etmesi gibi, bizler de hayatımızda varsa yukarıda ifade ettiğimiz yanlışlar, bu ayeti bugün okuyup üzerinde tefekkür ettikten sonra daha önce işlediğimiz günahları terk etmekle tövbe yoluna girmeli ve bir daha aynı hataları işlememek adına samimiyet ile gayret etmeliyiz.
“Ey mü’minler! Hepiniz Allah’a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.”
Böylece Allah’ın gözetimine, merhamet ve şefkatine ve köklü fıtri istek karşısındaki zaaflarına karşı yardımına işaret ediliyor. Çünkü gerçekten böyle bir şuurla Allah’a bağlanılmadığı ve O’ndan korkulmadığı takdirde, insanın fıtri eğilimlerine yenilmemesi mümkün değildir.
Buraya kadar, meseleyi psikolojik ve sosyolojik bir olgu olarak ele alıp kadınların sakınması gerekenleri ele aldık. Ancak cinsel eğilimin bir realite olduğu ve mutlaka bu gözle ele alınması gerektiği inkâr edilemez bir gerçektir. Bu yüzden, cinsel eğilimin meşru, yapıcı ve uygulanabilir bir çözüme kavuşturulması zorunluluğu vardır. Kuşkusuz bu da evliliği kolaylaştırma ve bu konuda karşılıklı yardımlaşmayla mümkündür. Böylece meşru olmayan bütün yollar kapanacak ve karşı cinslerin uygun olmayan yollarla bir araya gelmelerinin önüne geçilecektir. Ve böylece iyiler, temizler “…Temiz kadınlar, temiz erkeklere; temiz erkekler de temiz kadınlara yakışır…” Nur suresi 26. ayetin rahmetinden, hikmetinden, güzelliğinden, latifliğinden pay alacaklardır Allah’ın lütfu ile…
Kur’ân’dan Çocuklara Sesleniş
“Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrum! Hiçbir şeyi Allah’a ortak koşma. Çünkü Allah’a ortak koşmak, büyük bir zulümdür.”
Şüphesiz bu, içtenlikle yapılan bir öğüttür. Ve ilk öğüdün “Allah’a ortak koşma” ifadesiyle başlaması da elbette hikmetli bir olaydır. Zira Allah’ın gönderdiği tüm peygamberlerin de ortak çağrısı “Allah’a ortak koşma!” olmuştur. Çünkü insan, evvela Allah’a ortak koşmamakla terbiye olabilirdi. Zira öğüdün devamına baktığımızda bu hakikati daha iyi kavrayabiliriz. Sebebini de şöyle izah ediyor: “Çünkü Allah’a ortak koşmak büyük bir zulümdür.” Tıpkı Hz. Muhammed’in (sav) kavmine sunduğu, onların bu hususta kendisiyle mücadele ettiği ve onun, bunun dışında başka bir amaç taşıdığını düşündükleri, kendisine üstün gelerek idareyi ellerinden alacağından korktukları gerçek budur.
İnsanların benliklerini farklı boyutlarda görmesi, sağlığına güvenmesi, iktidarını kaybetme korkusu, kendi sistemlerini oluşturma ve devam ettirme arzusu ve de nefsi istek ve arzularını Allah’ın rızasının önüne geçirmeleri bugün yeryüzündeki zulümlerin temelini oluşturmuştur maalesef. Dolayısıyla insanlık ancak ve ancak Allah’a ortak koşmamakla terbiye olabileceğinden peygamberlerin de ortak davası bu hakikati tebliğ etmek ve yeryüzüne Allah’ın şeriatını hâkim kılmak olmuştur.
“Biz insana, ana-babasına karşı iyi davranmasını emrettik. Annesi onu kat kat meşakkat içinde karnında taşımıştır. Çocuğun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. Biz insana: “Bana, ana-babasına şükret.” dedik. Kıyamet günü dönüş ancak banadır.” (Lokmân, 14)
“Ey insan! Eğer anne ve baban seni, bilmediğin bir şeyi bana ortak koşmaya zorlarsa, onlara itaat etme. Dünya işlerinde onlara gayet iyi davran. Bana yönelenin yolunu tut. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. Bende size dünyada neler yaptığınızı bildireceğim.” (Lokmân, 15)
Ayeti kerimede Allah’a şükür/itaat ile ana-babaya iyilik vecibeleri yan yana zikredilmiştir.
İnsanın maddi ve manevi gelişmesi için en değerli katkı, Allah’ın nimetlerinden sonra ana babanın fedakârlıklarıdır. Çocuğun varlık alanına çıkmasının asıl ve gerçek sebebi Allah, zahiri ve hukuki sebebi ise ana-babadır. Allah nimetlerini karşılıksız verdiği gibi ana-baba da çocuklarının ihtiyaçlarını tamamen karşılık beklemeden yerine getirirler. Allah, kuluna günahkâr olsa bile nimet verdiği gibi ana-baba da çocuklarının imkânlarını geliştirmelerine yardım eder, bundan mutlu olurlar. İla ahir benzer sebeplerden dolayı Allah ana-babaya itaati kendisine itaat ile yan yana zikretmiştir. Ancak bütün bu şefkat ve iyiliklerine rağmen, anne baba ile çocuklar arasındaki bağ, inanç bağından sonra gelir. Anne ve babasına karşı görevleri konusunda insanlara yapılan tavsiye ve emrin devamı şöyledir: “Eğer anne ve baban seni, bilmediğin bir şeyi bana ortak koşmaya zorlarsa, onlara itaat etme.” İşte bu noktada itaat emri düşer, inanç bağı her türlü bağın üzerine çıkar. Anne-baba, çocuklarını Allah’a bilmedikleri şeyleri ortak koşmak için ne kadar çalışırsa çalışsın ne kadar güç harcarsa harcasın, itaat konusunda ilk hak sahibi olan Allah tarafından, onlara itaat etmemekle emrolunmuşlardır. Allah’tan başka ubudiyete layık bir varlık yoktur. Fakat inançtaki bu ihtilaf ve bu durumda onlara itaat edilmemesi emri, onlara iyi muamele etme ve onlarla iyi geçinme haklarını düşürmez. “Dünya işlerinde onlara gayet iyi davran.” Bu, yeryüzünde kısa bir gezintidir ve asıl gerçeği etkilemez. Mü’minlerden “Bana yönelenin yolunu tut.” Yeryüzündeki muayyen gezintinizden “Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de dünyada size neler yaptığınızı bildireceğim.” Vermiş olduğum nimetlere karşı nankörlük veya şükürde bulunmanızı bildireceğim demiş oluyor.
Lokman öğütlerine şöyle devam etti: “Yavrum! Yaptığın şey, bir hardal tanesi ağırlığı kadar olsa, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin içinde gizlenmiş bulunsa da Allah mutlaka onu meydana çıkarır. Şüphesiz Allah, her şeyin inceliğini ve gizli tarafını bilir, her şeyden haberdardır. Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülüğe mâni ol, başına gelene sabret. Şüphesiz ki, bunlar, titizlikle yapılması gereken işlerdir. İnsanlardan yüz çevirerek böbürlenme. Yeryüzünde kibirlenerek yürüme. Şüphesiz Allah, büyüklük taslayan ve övünen hiçbir kimseyi sevmez. Yürüyüşünde tabii ol. Sesini kıs. Şüphesiz, seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokmân, 16-19)
Lokman’ın oğluna yönelttiği bu öğütler de Allah’ın ona verdiği hikmetin meyveleridir. Kuşkusuz insanın yaptığı her şey -ne kadar saklanırsa saklansın- Allah’ın mutlaka onu bildiği, dolayısıyla onun hesabını soracağı inancı ve bilinci ile bundan doğan sorumluluk duygusu ve kaygısı ahlaki hayatın temelidir. Nitekim meşhur bir özdeyişte “Hikmetin başı Allah korkusudur.” denilmiştir. Yine Mehmet Akif’in, “Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır / Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır” şeklindeki beyti de bu gerçeğin güzel bir ifadesidir.
İnsanlarının iyi ve itaatkâr bir kul olduğunu gösteren üç örnek davranışın sıralandığı 17. ayetteki “namaz” Allah’a kulluk ödevini, “iyi olanı emredip kötü olana karşı koymak” toplumsal davranışlar karşısındaki kulluğun gerektirdiği yapıcı tutumu, “sabır” ise maddi ve sosyal çevreden gelen sıkıntıları, belaları birer imtihan bilip metanetle karşılama olgunluğunu yansıtır. Ayetteki “İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir.” ifadesi, bu müspet davranışların, kulluktaki kemali gösteren birer örnek olduğunu, hayatın şartları içinde yerine getirilmesi gereken böyle daha başka yüksek davranışlar da bulunduğunu gösterir. 18-19. ayetlerde ise kaçınılması gereken olumsuz davranışlardan örnekler verilmektedir. Bu örneklerin, özellikle kendini beğenmişlerin, başka insanları aşağılayıcı tutumlarından seçilmiş olması ve bunların Allah sevgisinden mahrum kalacakları uyarısında bulunması, Kur’ân’ın insan onuruna verdiği değeri yansıtması bakımından özellikle dikkat çekicidir.
Hasılı, Kur’ân insanlık için bir hayat rehberidir. Kur’ân’a sarılanların yolu aydın olur ve Müslümanca yaşamanın huzuruna erişir. Öyleyse gelin hep birlikte Allah ve Resul’ünün çağrısına kulak verelim. Zira kurtuluş ancak ve ancak İslâm’dadır.
1) Fizilalilkuran Tefsiri 2) Kur’ân Yolu Tefsiri