Öncelikle şunu bilelim ki İslam, insanlığın dünya huzuru ve ahiret saadetini garantileyen tek dindir. Bu dünyada huzurlu, mutlu ve güven içinde izzetle yaşamak; ebedi âlemde de Cennete ve cemalullaha kavuşmak, İslam’ı hayatımızda yaşamakla mümkündür. Bunun için de sadece namaz, oruç gibi ibadetlerde değil; sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vb. her alanda, İslam’ın emir ve yasaklarına teslim olmalıyız. Elbette buna sevinç ve tasa günlerimiz de dâhildir.
İslam insanlığa ne getirmişse onda insanlık için birçok maslahat, hayır, bereket ve hikmetler vardır. İslam neyi de yasaklamışsa o şeyde insanlık için şer ve kötülükler vardır. Bunu, İslam’ın tüm prensiplerinde net olarak görürüz. Ancak konumuz bayram olduğundan, şimdilik sadece bu konudaki örneklere bakacağız.
İslam dışı sistemlerin ürettiği bayramlar, günler haftalar malumdur. Kokteyl, karnaval adı altında uygulanan deli saçması günlerde insanların nasıl da insanlıktan sıyrıldıklarını üzülerek görüyoruz. Noel, Sevgililer Günü veya doğum günü vb. tüm partilerde; fazilet, erdem ve hayırdan bahsedilemez. Tam aksine İslam dışı tüm bayram vs. gün ve gecelerde, ağza alamayacağımız kadar çirkinlikler ve insanlık dışı nice zilletler yaşanmaktadır. Ama İslam’ın bayramları da sair uygulamaları gibi mahz-ı fazilet, hayır ve berekettir.
Bu nedenledir ki, Resûlullah (s.a.v.) Medine’ye hicret ettiği zaman burada insanların yılda iki defa eğlendiğini görmüş, sebebini sorduğunda bu günlerin Câhiliye Dönemi’ne ait iki bayram (Nevruz ve Mihrican) olduğunu öğrenmiştir. (1) Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, Ensar’a, Allah Teâlâ’nın kendilerine daha hayırlı iki gün verdiğini, bunların da “Ramazan” ve “Kurban” bayramları olduğunu belirtmiştir. (2)
Ancak bayramların gerçek manada bayram olması ve ihtiva ettiği fayda ve hikmetlerin gerçekleşmesi bizim icraatlarımızla olacaktır. Bayramları bayram yapan içindeki mana ve ruhtur. Yoksa zaman açısından bu günler sair günler gibi yirmi dört saatten ibarettir. Bu günlerin manevi değerlerinin asıl kaynağı elbette Allah’ın (c.c.) insana bir lütfu ve Rasûlullah’ın (s.a.s.) müjdesi olmasıdır. Bizler de bu bayramları Kur’an ve Sünnet’in öngördüğü şekilde karşılayıp yaşayacağız ki bayramlar bayram olsun.
Eğer bayramların isimlerinden başlayarak kendilerini de değiştirme operasyonuna alet olup “Ramazan Bayramı” yerine “şeker bayramı”, “Kurban Bayramı” yerine de “kebap bayramı” isimlerini kullanır ve bu bayramları tatil yapma, gezip-tozma, eğlenme, şeker yeme, mangal sefası sürme gibi etkinliklerle değerlendirirsek feci bir cinayet işlemiş ve sosyal barış, yardımlaşma ve dayanışmanın iki büyük kalesini kendi ellerimizle yıkmış oluruz.
Bayram Tavsiyeleri:
-Bayram, bayram namazı ve kurbanla ilgili bilgileri bayramdan önce bir ilmihal kitabından okuyalım.
-Bir iki gün öncesinden aile bireylerimizi bayramın mana ve önemine dair bilgilendirelim.
Bayram günü, sabah namazında çocuklarımızla beraber camiye gidelim.
-Gidiş gelişlerde tekbir getirelim ve karşılaştığımız insanlarla selamlaşıp bayramlaşmadan geçmeyelim. Tanıdık veya yabancı ayırımı yapmadan, herkesle uygun bir şekilde bayramlaşalım.
-Camiden ayrılmada acele etmeyip cemaatten mümkün olduğu kadar çok kimseyle bayramlaşmaya çalışalım. Nitekim cami ve cemaatin en önemli yanı, tanışmak, kaynaşmak, ümmet ruhu ve kardeşlik şuurunu diri ve canlı tutmaktır. Tabi bu durum, sadece bayram ve -Cuma namazlarında değil, beş vakit namaz için de geçerlidir.
-Akraba ziyaretlerini ihmal etmeyelim, bu ziyaretlerimize çocuklarımızı da götürerek sıla-i rahmi pratikte öğretelim. Dikkat ederseniz, yeni nesil gittikçe birbirinden uzaklaşıyor. Amca-dayı uşakları, teyze-hala çocukları dahi birbirlerini tanımaz hâle geliyor. İşte bayramlar, kısmen de olsa bu açığı kapatmak için bir fırsattır. Bu fırsatı iyi değerlendirelim.
-Komşularımızı da aynı şekilde ziyaret edelim. Bana geldi gelmedi ayırımı yapmadan, istisnaî bir durum olmadıkça, tüm komşularımızla ziyaretleşip bayramlaşalım. Tabi komşuluk hukuku, bayramlarla sınırlı değildir. Bunu her zaman göz önünde bunduralım.
-Ziyaretleşmelerde mümkün mertebe haremlik selamlık adabına riayet edelim.
-Nâmahremlerimizle tokalaşmaktan özellikle sakınalım. (Annemiz, bacımız, kızımız, halamız ve teyzemiz gibi nikâhları ebediyen haram olan bayanların dışındakiler nâmahremdirler.)
Dargın, kırgın olduğunu bildiğimiz kişiler varsa onları birbiriyle buluşturup barışmalarını sağlayalım. “Bana ne?” demeyip bunu kendimize vazife bilelim. Malum, bir hayra sebep olan onu yapan gibidir. Bayramlar, dert ve tasa değil, sevinç ve neşe zamanlarıdır.
-Kurbanımızın etini, sünnet olduğu veçhiyle üçe ayırıp ikisini akraba ve komşulara dağıtalım. Üçte bir kısmını da aile efradımıza ayıralım.
-TV’lerin “Bayram özel programı” vb. zararlı programlarından uzak durmaya çalışalım.
-Aşırı yeme-içmeden sakınalım.
-Bayramlarda çokça tüketilen şekerleme ve çikolata konusunda küçüklere gerekli uyarıları yapalım. Çocukları aşırı şeker, çikolata vb. abur-cuburdan sakındıralım. Gerçi çocuklarımız için abur-cubur tehlikesi, sadece bayramlarla da sınırlı değildir. Cips ve gazlı içecekler gibi tüm sunî içecekler, resmen zehirdirler. Çocuklarımızın gözlerimizin önünde zehirlenmesine seyirci kalmayalım.
-Bayram, düğün, nişan, taziye vb. sevinç ve tasa günlerinde sigara dağıtma âdetini kaldıralım. Sehpaların üstüne enva-ı çeşit sigara paketleri dizme âdetini tarihe gömelim. -Özellikle küçük çocukların bayram bahanesiyle sigara içmelerine asla müsaade etmeyelim.
Kurban kesimi ve atıkları konusunda, kötü niyetli kimi çevrelerin ve bir kısım medyanın eline koz vermeyelim. Onların İslam ve Müslümanlar aleyhinde bahane olarak kullanacakları görüntüler oluşturmamaya dikkat edelim.
-Kurbanı ehil kimselere kestirelim. Derisini de bağırsağını da heder etmeyip hayır kurumlarına ulaştıralım. Unutmayalım ki derinin hayır işi dışında kullanılması kurban ibadetini zedeler. Ayrıca deri ve bağırsak, bir nevi milli servettir. Dolayısıyla sağlam bir şekilde çıkarılması, geciktirilmeden ve dikkatlice tuzlanıp korunması ve gereği gibi değerlendirilmesi önemlidir.
-Haçlı-Siyonist ittifakının bayram seyran dinlemeksizin can, mal, vatan ve namuslarını pay-ı mal ettikleri mazlum Müslümanları da unutmayalım. Ümmetin mazlumlarına karşı devam eden insanlık dışı muamelelere karşı ses verelim. Hiçbir şey yapamıyorsak, en azından onlara dua etmeyi unutmayalım ve onlara bu zulmü reva gören zalimlerin mallarını boykot etme gereğini yeniden hatırlayalım ve hatırlatalım.
Kurbandan Dersler:
1) Allah’a (c.c.) tam teslimiyet: Her ibadette olduğu gibi kurban ibadetinden de alınacak ilk ders ve ibret; teslimiyet, itaat ve sadakattir.
2) Allah (c.c.) yolunda en ileri derecede fedakârlığın sözleşmesi: Kurban kesmeden önce Resûlullah’ın (s.a.v.) okumamızı tavsiye ettiği ayet tam da bu ruhu aşılıyor: “De ki: “Şüphesiz benim namazım da diğer ibadetlerim de hayatım da ölümüm de âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’âm, 162) Kurban kesen kişi adeta lisanı hâl ile şöyle demektir: “Benim her şeyim Allah’ındır. Zira beni ve sahip olduğum her şeyi o verdi. Dolayısıyla kurban ne ki, şayet Rabbimin davası uğruna benden, sahip olduğum her şeyi feda etmem istense feda etmeye hazırım.”
3) Resûlullah (s.a.s), İbrahim (a.s.) ve nice peygamberlerin sünnetini ihya ve emirlerine inkiyad: Çünkü kurban ibadetinin tarihi, insanlık tarihi kadar eski olup hemen her peygamberin de şeriatında yeri vardır. Dolayısıyla kurban ibadeti, peygamberlerin izini takip etme şuurunu yılda bir tazelemektir.
4) Sıla-i rahim/akrabalık ilişkilerini ihya edip geliştirme: Bunu hem kurban etinin taksiminde hem de ziyaretleşme ve bayramlaşmanın her uygulamasıyla bizzat yaşamaktayız.
5) Komşuluğu diriltip pekiştirme: Komşuluk hukuku, her zaman önemlidir ama bayramlarda çok daha önem arz eder. Nitekim kurban etinin komşularla paylaşılması ve komşularla ziyaretleşme de bayramın bir parçasıdır.
6) Aile bireyleri arasında sevgi ve muhabbetin sürekliliğini sağlama: Doğal olarak her Müslüman, bayramlaşmaya öncelikle kendi aile efradından başlar. Kurban etinin üçte biri de aile efradına ayrılır. Ancak maddi durumu zayıf olup sair zamanlarda çocuklarına yeterince et yediremeyenlerin, kurban etinin tamamını aile efradı için kaldırması da caizdir.
7) Zengin-fakir arasında muhabbet ve kaynaşma vesilesi: Çünkü tüm mali ibadetlerde olduğu gibi bayramlarda da İslam’ın temel ilkesi, zenginden fakire aktarmanın gerçekleşmesidir. Zekât, fitre, sadaka gibi kurban ibadetinde de paylaşmak vardır.
8) Sosyal barış, yardımlaşma ve dayanışmaya katkı: Paylaşmak sadece muhtaçların ihtiyacını gidermek değildir. Aynı zamanda toplumda sevgi, saygı, birlik beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu da diri tutar. Bu ruhun yaşatıldığı dönemler; huzur, güven ve saadet açısından İslam ümmetinin altın yılları olmuştur.
9) İslam dışı birtakım fikir akımları ve ideolojilerin yeşermesine set çekmek: Bolşevizm’in/komünizmin fırtına gibi estiği yılları hatırlayalım. O dönemde en çok “Kahrolsun burjuvazi, yaşasın proletarya!” “Kahrolsun patron, ağa devleti; yaşasın işçi, emekçi sınıfı!” vb. sloganlar atılırdı. Aslında bunların hepsi emperyalistlerin tuzağıydı. Küresel çeteler, emekçi sınıfı kendilerine tam köle yapmak için; zenginlerle fakirler arsındaki uçurumu olabildiğince derinleştirmeye çalışıyorlardı. İnsanlık dışı fikir ve ideolojiler, en çok emekçi insanların duygularını sömürerek yeşerip gelişirler.
Şunu unutmayalım ki; Bir millet, sadece parası, silahı, teknolojisi ve nüfusuyla değil aynı zamanda manevi değerleriyle de güçlüdür. Bu manevi değerler din, iman, sıla-i rahim, komşuluk, arkadaşlık, aile vb. ilişkilerdir. Bir toplumda bu değerler ne denli güçlü, sıcak ve işler durumdaysa o toplum o kadar güçlüdür. Bir toplumda bu değerler zaafa uğramışsa o toplum da zayıftır. Eğer bir toplumda bu değerler yok olmuşsa o toplumun kendisi de er ya da geç yok olmaya mahkûmdur. Hatta belki yok olmuş da farkında değildir.
İşte bayramlar bu manevi değerleri ihya edip yaşatmak için büyük fırsatlardır. Ancak bayramın bayram olarak etkisini göstermesi ve yukardaki derslerin gerçekleşmesi, biz müminlerin bayramları hakkıyla idrak edip gereğini yapmamızla mümkündür.
Bayramlarımızın bayram, kurbanlarımızın da kurban olması dileğiyle…
Subhâneke… Bihamdike… Esteğfiruke…
Kaynakça:
1) Münâvî, IV, 511; Azîmâbâdî, III, 341 2) Müsned, III, 103, 178, 235, 250; Ebû Dâvûd, “Salât”, 239, 245