Türkiye yıllardan beridir, kendisini sürekli meşgul eden ciddî bir problemle karşı karşıya kalmıştır. Buna Kürt Sorunu denilmektedir. Birileri Doğu-Güneydoğu sorunu, birileri de “Türk” sorunu vs tanımlamasını yapmaktadır. Ama bize göre bu sorun, bir “kardeşlik” sorunudur. Bu problemin aşılması için meselenin tarihsel süreci içerisinde çeşitli yöntemler/metotlar gündeme gelmiş, dar bir kesim tarafından adeta halklardan gerçekler gizlenircesine de bazı yöntemler uygulamaya konulmuştur. Akabinde acı, kahır, gözyaşı, kandan başka bir sonuç da maalesef ortaya çıkmamıştır. 2000’li yıllara gelindiği zamanlarda bu temel problem, daha karizmatik bir halde iç meselelerine çözüm üretme sıkıntısı çeken olgunluk çağında olması gereken cumhuriyet hükümetlerinin en tehlikeli ve bir o kadar da popüler konusu haline gelmiştir. Ve bugün bu mesele, devlet idaresindeki şuurlu/bilinçli Müslümanlar tarafından şükürler olsun ki, bir problem olma aşamasından çıkarılmak üzeredir.
Yaşanmış olan tüm acı gerçeklere rağmen Türkiye’de modernite ile geleneksel hayat arasında kalmış olan Müslüman Kürtler, yaşanmış olan tüm acılara rağmen bugün “kardeşliği” dile getirmektedir. “Kardeş olalım!” tercihi, “Teb’amız olun!” söylemine karşı geliştirilebilecek en asil söylemdir. Ve bu tutum, aslında İslâm’ın ruhuna da oldukça uygundur. Dolayısıyla Kürtlerin bu söylemini itibarsızlaştırma gayretleri, İslâmî ilkelere de aykırı durmaktadır.
Türkiye’de Kürt Meselesinin Sebepleri
Milliyetçilik akımları, yüzyıllar boyunca dünyayı çalkalamıştır. Bu akımlar, etkilerini yitirmeye baş gösterdiği ve içinden geçtiğimiz bu dönemde bile Kürt halkını ciddî manada meşgul etmiştir. Ülkemizde de Kürt meselesinin bugün böyle büyük bir sorun haline gelmesinde yüzyıl boyunca devlet eliyle güçlendirilen Türk milliyetçiliğinin hâlâ güçlü tonlarda etkisini sürdürmesi yatmaktadır. Öyle ki, Türkiye’deki birçok maslahatçı olarak tanımlanabilecek İslâmî cemiyet-cemaat, vakıf, dernek ile diğer azınlık gruplar Türk milliyetçiliğini çağrıştıran imge ve söylemleri kullanmaya hâlâ devam etmektedir.
İmam el-Bennâ, milliyetçilik ile ilgili önemli değerlendirmeler yapmaktadır. Bu değerlendirmelere göre Türkiye’deki milliyetçiliğin “cahilî/saldırgan milliyetçilik” olduğu sonucuna varılmaktadır.1 Acı olan şey ise maalesef bu milliyetçiliğin birçok zaman ve zeminde kendisini Müslüman olarak tanımlayan kişiler/gruplarca gerçekleştirilmesidir.
Yıllar önce zoraki bir Türkleştirme çabası çerçevesinde belli şehirlerden polis-asker alımlarını gerçekleştirmek, belli illerden hakim-savcıları atamak, yatırımları adaletsiz ve dengesiz bir şekilde ülkenin belli bölgelerinde gerçekleştirmek, beraberinde sosyal, ekonomik ve kültürel problemleri getirmiştir. Üst üste gelen darbeler, ülkede entelektüel gücü ve birikimi elinde tutan kesimleri de dumura uğratmıştır. Farklı inanç ve etnisite grupları böylece kendi iç problemleriyle uğraşırken, bütün bir İslâm dünyasında birçok ülkede görüldüğü gibi devletler otoriterleştirilmiş ve adeta kendi halklarına zulmeden aygıtlar haline dönüştürülmüştür. Bu da birçok yerde adeta İsrail gibi terör devletlerinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Saddamlar, Kaddafîler, Hafız ve Beşşar Esedler ve Türkiye’deki birçok darbenin mimarları bunlar arasında sayılabilir.
Hz. Yusuf kıssası, kardeşliğe zarar veren anıların/hikâyelerin gerçekleşmesi halinde tarafların birbirlerine olan inandırıcılığını yitireceğine işaret etmektedir. “Babaları dedi ki: “Ben onu size nasıl emanet ederim? Ya bundan önce kardeşini emanet ettiğimde olan gibi olursa (Yusuf: 64)!” Öyleyse kardeşler, tarafların birbirlerine olan emanetidir. O emanete asla zarar gelmemelidir. Türkiye’de de maalesef bu emanete sistematik olarak zarar verilmiştir. Dolayısıyla an itibariyle tarafların birbirlerine karşı inandırıcılıkları zayıflamıştır. Ancak karşılıklı güven ortamı imkânsız da değildir.
“O dedi ki: “Siz cahilliğinizde Yusuf’a ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz (Yusuf: 89)?” ayetine konu olan Hz. Yakup, felaketlerin sebebi olarak cehaleti göstermektedir. Bir cahiliye asrıyla karşı karşıyayız. “Müminler birbirini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler2.” gibi temel ilkeleri bilenler bile bazen şark kurnazlığı yapmaktadır. “Dış mihraklar, yabancı güçler” gibi gizemli ifadeler kullanılarak Kürt meselesinin üstünün örtülmeye çalışılması, gerçekleri örtmemektedir. Gerçekler ortadadır. Kürdistan’ın yetimleri, çile çekmiştir, işkence görmüştür, darağacına alınmıştır, faili meçhullere maruz kalmışlardır. Söz konusu olan cehalet ya da dış mihraklar ise eğer, bunlar sadece Kürtler için değil, bu problemin kıyısında köşesinde bulunan her kesim için söz konusudur.
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zalimlere de) teslim etmez. Kim, din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir3.” hadisi, gelinen son acı noktayı maalesef sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde çarpıcı bir şekilde dile getirmektedir. Müslümanların Kürt halkının ihtiyaçlarını görme/giderme noktasında ya da bu ihtiyaç/problem/sıkıntıları gündemlerine alma noktasında uzun bir süre boyunca kör, sağır ve dilsizleştirilmişlerdir. Bu durum, Kürt Halkının denize düşen yılana sarılır misali, maalesef Marksist/Leninist/Sosyalist etiketli siyasal hareketleri desteklemeleri ile neticelenmiştir.
Bir kişinin veya kavmin öncelikliler, efendiler, torpilliler haline gelmesi ya da getirilmesi, İslâm’ın ruhuna aykırı olan bir husustur. Aslında bu duruma dikkat edilmediği zaman sonuçta itikadî bazı sıkıntılar zuhur etmektedir. “Sizden biriniz kendisi için sevdiğini mümin kardeşi için sevmedikçe gerçek mümin olamaz.”4 hadisi, bir müminin aslında imanının kemâl seviyesine ulaşabilmesi için kendisinden başkasını düşünmesini, onun hakkını/hukukunu kendi hak/hukuku kadar önemsemesini ifade etmektedir. Öyleyse Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca zoraki oluşturulmuş olan efendi kavim/halk/ırk anlayışının ülkeyi getirdiği nokta acıdır.
Müslümanlar bu aşamada bir şeyler yapabilir mi?
Müslümanlar, yaşanmış bütün olumsuzluklara rağmen haktan, hakikatten, gerçekleri haykırmaktan asla geri durmamalıdır. Çünkü gerçek bir mümin olaylara, problemlere Allah, Peygamber ve Kur’ân nazarıyla bakar. Onun bundan farklı bir nazarla bakması düşünülemez. Müslüman en iyi hüküm verendir. “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletten ayırmasın (Maide: 8).” ayeti, bunu en güzel şekilde ifade etmektedir.
Kardeşlerin birbirini boğazlaması bir oyun, bir tuzak olabilir. Tuzağa düşmemelidir. Hele hele Müslümanlar tuzağa düşmeme konusunda son derece hassas olmalıdır. Kabil’in “Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz miyim ben?” (Maide: 31) demesi gibi, bu ülkede hayat ve var oluş mücadelesi veren her Müslümanın “Yazıklar olsun bana ki, ben kardeşimle (Kürtlerle, Türklerle vs.) kavga ediyorum.” demesi gerekmektedir. Yapılacak olan her özeleştiri ya da empati (karşı tarafı anlamaya çalışma gayreti), Türkiye Müslümanlarının bir adım daha öteye gitmelerine vesile olacaktır.
Müslümanların çözüm noktasında Kürdistan coğrafyasında ıslah çalışmalarına daha fazla önem vermesi gerekmektedir. Bu çalışmaları yapmanın elbette ki, çeşitli yolları vardır. Bunları sosyal gerçekleri de dikkate alarak şu şekilde sıralayabiliriz: Fizikî ihtiyaçlar, eğitim ihtiyaçları, sosyal gereksinimler, kültürel haklar, siyasî kazanımlar.
Bir Paradigmanın Çöküşü: Kürdistan’ın Kardeşlikle Şahlanışı
Tüm olumsuzluklara, tüm yapılan yanlışlara rağmen Yûsufça bir tavır sergilemek, Allah’ın ayetlerindendir. “Yusuf, kardeşini (Bünyamin’i) yanında alıkoydu. Dedi ki: “Bilesin, ben, senin kardeşinim! İşte bundan dolayı onların yapacaklarına sakın üzülme!” (Yusuf: 69) ifadesini şu anda tarafların korkusuzca ve çekinmeden birbirine söylemesi gerekmektedir.
“Allah buyurdu: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz sayesinde onlar size erişemeyecekler. Siz ve size tabi olanlar üstün geleceksiniz.” (Kasas: 35) ayeti, kardeşlik hukukunun kâmil manada yerine getirilmesi halinde karşılaşılacak olan mutlu sondan bahsetmektedir. İyi değerlendirilmesi halinde Türkiye için Kürdistan önemli fırsatlarla doludur.
Kaynakça
1.Hasan El-Bennâ. (2010). Risâleler. İstanbul: Nida Yayıncılık. s. 57-8.
2. İbn Hanbel, IV, 271; Buhârî, “Edeb”, 27; Müslim, “Birr”, 66.
3.Buhârî, “Mezâlim”, 3; “İkrah”, 7; Müslim, “Birr”, 58; Tirmizî, “Hudud”, 3.
4.Buhârî, “Îmân”, 7; Müslim, “Îmân”, 71, Tirmizî, “Sıfatü’l-Kıyâme”, 59.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?