Ne güzel kelimedir zikir, tabi ki güzelliği isminden değil içerdiği manasındandır. Çünkü zikir, çokça anmak, çokça anlamak demektir, hatırlamak, hatırladığını hayata geçirmek demektir. Sormak demektir. Ama daha da önemlisi sorulacak mercii bilmek demektir. O Merciinin her yönüyle hayatımızı kapsaması demektir. Kalbimiz, dilimiz ve bedenimizle hayatımızın tümüne hâkim olması demektir. Sevmektir, sevdiğine boyun eğmektir. Adını dilinden ve fikrinden düşürmemektir. Ne güzel sözdür “Dervişin fikri ne olursa zikri de o olur” sözü. Demek ki fikrimizin meşgul olduğu dilimize, dilimize dökülen ise azalarımıza yansır. Böylece kalp, dil ve beden bir uyum içerisinde hayatımıza hükmeder. Ve tabi ki hayatımıza hükmeden ise ahirette gideceğimiz yeri belirler.
Ebedi olan ahiret hayatımız için zikretmeliyiz. Yüce Rabbimiz (c.c) buyurur ki; “Allah’ı çok zikredin ki, kurtulabilesiniz.” (Cuma, 10) Kurtulabilmek için zikretmek zorundayız, yüce makamlara kavuşmak için zikretmek zorundayız. Ama zikrin yalnızca bir kısmını yapıp diğer kısmını terk ederek değil, her türlü zikir ile zikretmek zorundayız.
Kalbimizle zikretmeliyiz, dilimizle zikretmeliyiz ve tüm azalarımızla zikretmeliyiz. Yani en büyük zikir ile zikretmeliyiz, “Hiç şüphesiz, Allah’ı zikir en büyük iştir” (Ankebut:45) İşte kurtuluşun yolu budur, yüce Allah’ı zikretmek, O’nu anmak, O’nu anlamak, O’nu hakimlerin hâkimi kabul edip O’na boyun eğmektir.
“Allah’a teslim olan ve Allah’a inanan, Allah’ın emirlerini yerine getiren, sadık olan, güçlüklere katlanan, mütevazi olan, sadaka veren, oruç tutan, mahrem yerlerini koruyan, Allah’ı çok zikreden erkeklerle, kadınlar yok mu? Allah onlara mağfiret ve büyük mükafat hazırlamıştır” (Ahzab, 35) Ebu Hureyre’den de Resulullah’ın (s.a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; “Müferridler amaca ulaştı” Kendisine ‘Ya Resulullah! müferridler kimlerdir?’ diye sordular. O da “Allah’ı sık sık anan erkek ve kadınlardır” buyurdu (Müslim).
Efendimiz (sav) buyurur ki; “İki kelime vardır ki, dilde hafif, mizanda ise ağır gelir; Subhânellâhi ve bi-hamdihi, subhânellahi’l-azîm’dir” (Buhari-Müslim) yine “Subhânellâh, Elhamdü lillâh, Lâ ilâhe illallâh ve Allâhü Ekber” demek bana göre üzerine güneş doğan her şeyden daha sevimlidir” (Müslim) Ve “Kim Subhânellâhi ve bihamdihi derse kendisi için cennette bir hurma dikilir” (Tirmizi) buyurur. “Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillâh mizanı doldurur. Sübhânallâh ve elhamdülillâh göklerle yer arasını yahut doldurur. Namaz bir nurdur. Sadaka delildir. Sabır ışıktır. Kur’ân da senin ya lehine ya aleyhine bir hüccettir. Bütün insanlar sabahleyin kalkarlar, kimisi nefsini satar, kimisi de onu ya azad eder yahut helak!..” (Müslim)
Peki dille yapılan bu değerli tesbihatlar kurtuluşumuz için yeterli olur mu?
Ayet ve Hadisleri dikkatli bir şekilde incelediğimiz de yalnızca bu zikirleri dilimizle söylediğimiz zaman bunun kurtuluşumuz için yeterli olmadığını görürüz. Zikir, Allah’a teslim olduğumuzda, O’na inandığımızda ve emirlerini yerine getirdiğimizde, kalp ve azalarımızla yaptığımız ameller bir bütünlük arz ettiğinde bizleri kurtuluşa götürür. En büyük ve en faziletli zikrin Kur’ân ve onun emirlerine boyun eğmek olduğunu görürüz.
“Her kim de benim zikrimden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.” (Taha, 124) “Her kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse (Rabbin) onu gittikçe yükselen bir azaba sokar.” (Cin, 17) “İşte bu (Kur’ân) da bizim indirdiğimiz bir zikirdir (öğüttür). Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?” (Enbiyâ, 50) gibi daha nice ayet-i kerimeler bize Kur’ân’ın emrini yerine getirmemizin zikir olduğunu bildirmekle beraber dilimizin zikrinden dolayı da Hadis-i şeriflerdeki müjdelere mazhar olacağımızı bildirir.
“Zikrin en faziletlisi Lâ ilâhe illallah’tır.” (Tirmizi) hadisinde bildirilen fazileti, dil ‘La ilahe illallah’ derken kalp ve azaların ise onun gereklerini yerine getirmesi gerektiği şeklinde anlamak gerekir.
En büyük zikir, kulun kulluk alanında Allah’ı hatırlamasıdır. Dilin zikri en kolay olanıdır. Asıl önemli olan ise hayatta karşılaştığımız olaylar karşısında yüce ‘Rabbimiz bu konuda ne der?’ diye düşünmek, nefsimizi sorguya çekmektir. Rabbimizi hatırladık mı?, Karşılaştığımız her problemi O’nun hükümlerine göre mi çözüme kavuşturduk? Örneğin; herhangi bir miras meselesiyle karşılaştığımızda Nisa Suresindeki miras hukukuna rağmen erkek kardeşler kız kardeşlerine ‘kız evlat miras almaz’ deyip mirastan pay vermezken, kızlar ise ‘eşit pay alırız’ deyip Allah’ın koymuş olduğu hükmü çiğnerken, dillerinin ise sürekli ‘La ilahe illallah’ diyerek Allah’ı zikretmelerinin bir çelişki olduğunu hiç düşündüler mi?
Ya da Bakara suresindeki (275-278) faiz yasağına rağmen ev, araba, tatil, bayram kredileri alarak faizin adını değiştirerek bu günahtan kurtulacağını zannedenler ‘Subhânallâh’ diyerek rahmete erip ermeyeceklerini hiç düşündüler mi? Mallarını ve paralarını biriktirip zekât vererek paralarına zikrettirmeyenler yalnızca ‘Elhamdulillâh’ diyerek mizanı dolduramayacaklarını hiç düşündüler mi?
Nur 31. ayette tesettürümüzün şeklinin nasıl olması gerektiği bilgisi bize verildiği halde modanın telkinlerini benimseyip Rabbinin değil onların emrini yerine getirenler ‘Allah u Ekber’ diyerek gök ile yer arasını ecirle dolduramayacaklarını hiç düşündüler mi?
“…De ki: “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır ve kendisine yönelenleri de doğru yola iletir. Bunlar iman edenlerdir, gönülleri Allah’ın zikri ile huzura kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. İman edip salih amel işleyenlere ne mutlu! Güzel dönüş yeri de onlarındır!” (Ra’d, 27-29)
“Öyleyse siz, yalnız beni anın ki ben de sizi anayım (bütün zamanlarınızda beni anın, beni gündeminizden çıkarmayın ki ben de sizi her an bağışlamak ve sevap vermekle sizi anayım) Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.”(Bakara,152)
Büyük alim Fahreddin er-Razi ne güzel özetlemiştir zikri; “Siz beni ibâdet ve itâatla zikredin ki, ben de sizi rahmetimle zikredeyim. Beni dua ederek zikredin, ben de sizin dualarınızı kabul edeyim. Benim verdiğim nimetleri hamd ve senâ ile zikredin, ben de size nimetlerimi artırayım. Siz beni dünyada zikredin, ben de sizi ahirette zikredeyim… Beni, varlık ve refah içinde olduğunuzda zikredin ki, ben de sizi belâ, musibet ve sıkıntılarınız zamanında zikredeyim… Beni, benim yolumda cihat ederek zikredin ki, ben de sizi hidayetimle zikredeyim. Beni sıdk, samimiyet ve ihlas ile zikredin, ben de sizi sıkıntılardan kurtarmak, bilgi ve ihtisasınızı artırmakla zikredeyim. Beni Rabbiniz olarak bilip kulluğunuzla zikredin ki, ben de sizi sevdiğim kullarımdan kabul edip sonunda bağışlamakla zikredeyim” (er-Râzî, Mefâtihü’l-Gayb, Mısır 1937, IV,143 vd).
Şimdi şunu düşünelim, acaba benim zikrim hangi cinsten ve acaba benim zikrim Rabbimin de beni razı olduğu kullar arasına katarak zikrettiği cinsten mi?
Sümeyye ÜLGER