ABD’li bir araştırma şirketi olan Pew’e göre 2070 yılında dünyada en hızlı yayılan din İslam olacak ve Müslümanların sayısı dünyada en çok dini nüfusa sahip olan Hristiyanların sayısını geçecek. Bu araştırmanın sonuçlarını salt demografik bir artış şeklinde yorumlamak kısır bir değerlendirme yapmak anlamına gelir. Zira bu sonuçlar aynı zamanda şu anlama gelmektedir:
Müslüman nüfusun artması hem İslam’ın ve İslamî değerlerin öne çıkmasında hem de Müslümanların özel ve kamusal alanlarda söz sahibi olmasında etkili olabilecek. Diğer bir ifadeyle Müslümanlar bulundukları ülkelerin, yaşadıkları yerlerin eğitiminden kültürüne, ekonomisinden politikasına, iç siyasetinden dış siyasetine kadar tüm karar mekanizmalarını etkileyebilecek ve tüm bunlar üzerinde söz sahibi olabilecekler. Bugün Müslüman nüfusunun arttığı Fransa, Almanya, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde; Budizm’in hâkim olduğu Hindistan, Çin, Myanmar gibi ülkelerde İslam’a ve Müslümanlara yapılan saldırıların nedenlerini bu parametrelerle okumak ve değerlendirmek, İslam’ın ve Müslümanların varlığından rahatsız olanların menfur eylemlerini anlamak açısından faydalı olacaktır..

İslam Allah’ın dinidir; nefsin karanlığına, batılın sapkınlığına, zalimin zulmüne karşıdır. Batılı yenecek, zalimi durduracak, nefsi aydınlatacak güç ve üstünlüğe sahiptir. Bunun farkında olanlar İslam’ın varlığından ve mensuplarının sayısının artışından endişe etmektedirler. “İslam ve Müslümanlar bir güce dönüşürse Dünya’da neler olur?” teoreminden yola çıkarak İslam’ı insanlık için bir tehlike ve bir tehdit olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Bu teoremi gerçekmiş gibi lanse ederek olası sonuçlarını engellemek için de İslam ve Müslüman karşıtlığını destekleyen bir algı oluşturmanın gayreti içine girmektedirler. Bunun için her yolu denemektedirler. İslam üzerinde şüpheler oluşturmak, İslam’ı karalama, kutsallarına hakaret ve aşağılama, Müslümanlara sözel, fiziksel, psikolojik saldırılar bunlardan bazılarıdır.

İslam düşmanları, İslam karşıtları, bu eylem ve saldırılarını meşrulaştırmak, çirkinliklerini gizlemek için çeşitli maskeler takmakta, yaptıklarına birtakım kılıflar giydirmektedirler. İslam’a sövmeyi, kutsallarına hakaret etmeyi, Müslümanları aşağılamayı normal bir durum gibi göstermeye çalışmakta, bunu ifade ve düşünce özgürlüğü ya da eleştiri adı altında yapmaktadırlar.

İslam’a sövmek, hakaret etmek düşünce özgürlüğü müdür? Kutsallarına dil uzatmak, onlarla alay etmek ifade özgürlüğü müdür? Alçak emellerini gerçekleştirmek adına kadim bir geçmişe sahip, yüreklerde kök salmış İslam’ın; değerlerini, öğretilerini, ilkelerini hiçe saymak, onları rafa kaldırmaya çalışmak doğru bir yaklaşım mıdır? Eğer bunun adı eleştiri ise bu yapılanlar, eleştirinin hangi ölçütlerine uymaktadır?

Eleştirinin bir sınırı, eleştiri yapanın da bir haddi olur. Eğer bir eleştiri, düşünce veya ifade, bir başkasının yaşam alanına dokunuyorsa, onun kimliğine, şahsiyetine, onuruna zarar veriyorsa o bir düşünce ya da eleştiri değildir. Aksine onda başka şeyler aramak lazımdır. Bu kasıtlı olarak yapılan açık bir saldırıdır. Kin, öfke, nefret, tahkir, düşmanlık, intikam gibi.

Bu yapılanlar yeni değildir. Tarihsel süreç içerisinde Allah’ın dinine, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) davasına yönelik saldırılar, provakasyonlar, eziyetler, işkenceler süregelmiştir.
“Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz.” (Ali İmran, 186)

Zaman aynı yönde akmaktadır. İslam’ı karalayan, tahkir eden; İslam’a saldıran, Müslümanlara hakaret eden eylem ve sözlerin sayısı, yoğunluğu artmaktadır. Biz sustukça bu sesler çoğalacak, tepki vermedikçe yapılanların şiddeti artacaktır.

Bu süreçte biz Müslümanların göstereceği tavır ve sergileyeceği tutum oldukça önemlidir. İslam’ın ve Müslümanların varlığından rahatsız olup dinimize, peygamberimize dil uzatanlara, kutsallarımıza hakaret edenlere, küfredenlere, mukaddesatımıza el uzatanlara söyleyecek bir sözümüz, sergileyecek bir duruşumuz olmalıdır. Kur’an bizim kitabımız, Resûlullah (s.a.s.) bizim Peygamberimiz, İslam bizim dinimizdir. Bizim olan şeyleri korumak, yeri geldiğinde savunmak da bizim vazifemizdir. Hepimiz İslam’ın neferleriyiz. İslam’a ve Hz. Muhammed’e (s.a.s.) gönülle bağlanan sahabe misali dinimizi savunmak ve korumak, yaşadığımız süreçte en başat görevlerimizden biridir.

Geçmişimizde İslam’ı ve İslam’ın sancağını korumak için canını feda edenler, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) korumak için bedenlerini siper edenler, mukaddesatımıza dil uzatanlara cevap verenler, kutsallarımıza uzanan ellere had bildirenler, başörtüsüne uzanan eli etkisiz hâle getirenler vardı. Tüm bunlar, İslam’ı savunmak ve korumak adına yapılmıştı. Şimdi sıra bizdedir. İslam’ı savunmak ve korumak imanî bir sorumluluğumuzdur.

İslam düşmanları ve karşıtları geçmişte yaptıkları gibi yalnızca savaş ya da işgal yöntemini kullanarak değil basın, medya, sosyal medya, sinema, çizgi film, resim, sanat, tiyatro gibi çeşitli mecralar üzerinden de İslam’ı karalamak, yıpratmak ve yaralamak istiyorlar. Yakın zamanda bu mecralarda dolanan, İslam’a savaş açan yazar, çizer, şarkıcı, gazeteci, politikacı kimlikli nice şarlatanları; onları destekleyen, örgütleyen devletçikleri de gördük. Gördük, görmeye de devam edeceğiz. Bunun bir sünnetullah olduğunu da biliyoruz. İşin bizi ilgilendiren kısmı onlar bizlere hangi cenahtan saldırıyorlarsa bizim de aynı cenahtan karşılık verebilmemizdedir. Basın, medya, sosyal medya, sanat, siyaset, vs. etkin olunan, kullanılan hangi alan varsa oralarda sesimiz çıkmalı, fikirlerimiz duyulmalı, mücadelemiz sürmelidir. Eğer onların saldırılarına, hakaretlerine, aşağılamalarına bir cevap veremiyorsak, karşılığında bir şey yapamıyorsak işte o zaman korkmalıyız.

“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”1

Allah bizden yanadır. Kâfirler istemese, müşrikler hoşlanmasa da Allah nurunu muhakkak tamamlayacaktır. Allah’ın nurunu söndürmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Bu Allah’ın bir vaadidir, bu vaat mutlaka gerçekleşecektir. O gün gelene kadar, Allah’ın nurunun yayılmasından mı yoksa bu nuru söndürmeye çalışanların fitne ve saldırılarına göz yummaktan mı yanayız? Nemrut’un yaktığı devasa ateşi ağzındaki bir damla su ile söndürmeye çalışan, yeter ki tarafım belli olsun diyen bir karınca gibi İslam’a saldıranlara tepkisi olan Müslümanlardan mı yoksa İslam’a zarar vermeye çalışanlara cevap veremeyen, tarafını bilemeyen, seçemeyen, suskun kalan Müslümanlardan mı olacağız?
Vesselam…

Kaynakça
1) Müslim, İman78; Tirmizî, Fiten 11; Nesai, İman 17

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?