Onlarla birlikte ama onlara düşman olarak inen şeytanın hileli zindanlarından yüz çeviren Habil’e de selam olsun!
Suyun olmadığı bir yerde kavmine meydan okuyarak, meydanda gemi yapan Hz. Nuh’a selam olsun! Küfrün put dolu meydanlarında elinde baltasıyla İbrahim Halilullah’a selam olsun!
‘Ben hüznümü ve kederimi ancak Allah’a arz ederim’ diyen Hz. Yakup’a selam olsun!
‘Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni çağırdıkları şeyden daha sevimlidir’ diyen Hz. Yusuf’a selam olsun!
Elinde asa ile meydandaki Firavun’u bozguna uğratan Hz. Musa’ya da, ‘Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik’ diyen Firavun’un sihirbazlarına da selam olsun!
Savaş meydanında sapan taşıyla Calut’u öldüren Hz. Davud’a ve onun dünyaya meydan okuyan ordular sahibi oğluna da selam olsun!
Meydanlarda ve zindanlarda krala yenilmeyen ve “Delikanlının Rabbinin adıyla, de ve oku at. İşte ancak bunu yaparsan beni öldürebilirsin.” diyerek bütün halkın imana ermesine vesile olan çocuğa ve Ashab-ı Uhdud’a selam olsun!
‘Karanlıkta dile getirmekten çekindiğiniz hakikat, bir gün aydınlıkta işitilecek ve gizli mekânlarda öğrendiğiniz inancı bir gün çatılardan haykıracaksınız’ diye buyuran Hz. İsa’ya da selam olsun! Doğdukları gün, ölecekleri gün ve hayata döndürülecekleri gün İsa ve Yahya Peygamberlere selam olsun!
Ve selamların en güzeli; Mekke’yi putlara mezar, savaş meydanlarını küfre zindan eden Resûlullah (s.a.s.)’in ve onun güzide ashabının üzerine olsun!
İslâm davası, Hz. Âdem’den (a.s) günümüze ulaşıncaya kadar birçok zorluğa göğüs germiştir. Müslümanlar hem meydanlarda hem de zindanlarda nice imtihanlara tabi tutulmuşlardır. İmam Ebu Hanife, İmam Ahmed b. Hanbel gibi -Allah onlardan razı olsun- binlerce Müslüman zindanlarda işkence görmüş, bir kısmı bu işkencelerle şehit edilmişlerdir. Bu dava birçok ferdini bu uğurda feda etmiştir. Özellikle son yüz yıldır İslâm memleketlerinin tümüyle işgalinden sonra Müslümanların direniş mücadelesi tüm dünyaya yayılmıştır. Bu son asır hep mücadele ile geçmiştir. Arap Baharı olarak nitelendirilen 2010 yılından sonra ise bu mücadelenin en şiddetli hâli ortaya çıkmıştır. Tunus’ta bir seyyar satıcının meydanda kendini yakmasıyla gelişen olaylar neticesinde Mısır, Libya, Suriye, Yemen gibi ülkelerde rejimler devrilmiş, bundan tüm İslâm ülkeleri etkilenmiştir. Başta; genel olarak özgürlük, yoksulluk, adalet gibi insani kavramlarla meydanlara çıkıp sivil eylemler yapan halklar, emperyalistlerin oyuncağı yerli işbirlikçilerin katliam ve zulümlerine karşı kendini savunabilmek için silahlı eylemlere girişmek zorunda bırakılmışlardır. Küresel güçlerin eliyle yerli işbirlikçiler tarafından mazlum halka yapılan bu tür saldırılarda, aslında gerçek hedeflerinin İslâm ve Müslümanlar olduğunu gören halklar, bu insani mücadeleyi İslâmî bir direnişe dönüştürmüşlerdir.
İslâmî direnişin en şiddetli mücadelesi belki de Suriye’de hissedilmiştir. Çünkü alçak Esed rejimi, İran ve Rusya’dan aldığı destekle hem meydanlarda acımasız yöntemler kullanıp halkı katletmiş hem de zindanlarda akıl almaz işkence yöntemleri kullanmıştır. Olaylar, Suriye’nin Der’a şehrinde birkaç çocuğun okul duvarına ‘Doktor sıra sana gelecek’ yazısı yazmasıyla başlamış, rejim tutukladığı çocukları işkenceyle katletmiştir. Bunun üzerine halk meydanlara çıkmış, Suriye’nin bütün şehirlerinde sivil gösteriler yapılmıştır. Hama şehrindeki protestolara bir milyonun üzerinde kişi katılmıştır. Halkı susturacağını düşünen rejim acımasız yöntemler kullanmıştır. İlk birkaç ay içinde meydanlarda ve zindanlarda on binlerce insan katledilmiştir. Gül uzatan ellere kurşun sıkılmıştır. Bu vahşiler sürüsüne karşı kendisini korumaktan başka çaresi kalmayan halk silahlanmaya başlamıştır. Halkın silahlı direnişi; İran, Rusya ve diğer batılı devletler ile Lübnan Hizbullah’ı ve Irak, Afganistan gibi yerlerden getirtilen Şii paralı teröristler tarafından engellenmeye çalışılmıştır. Bunun neticesinde tarihin belki de görebileceği en şiddetli mücadele Suriye’de yaşanmış ve bedelleri ağır olmuştur.
Birçok İslâm ülkesinde olduğu gibi bu fırtınanın şiddeti Mısır’da da hissedilmiş, halk Hüsnü Mübarek zalimine karşı sivil eylemler gerçekleştirmiştir. Tahrir Meydanı’ndaki gösteriler neticesinde Mübarek devrilmiş, yapılan seçimlerde bu gösterilerin başını çeken Müslüman Kardeşler iktidara gelmiştir. Fakat küresel güçler ve onların yerli işbirlikçileri her türlü oyunu sahneye koymuş, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi ve İhvan’ı halkın gözünden düşürmek için ellerinden geleni yapmaya çalışmışlarsa da bunu başaramamışlardır. Kısa süre sonra Mısır ordusu emperyalistlerden aldığı emirle darbe gerçekleştirmiş ve başta Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi olmak üzere birçok İhvan yetkilisini cezaevine atmıştır. Bazı kaynaklar sonradan bu sayının altmış bine ulaştığını söyler. Bütün bunlar yaşanırken tabii olarak yine başta Müslüman Kardeşler olmak üzere darbecilere karşı halk meydanlarda toplanmıştır. Fakat bu kez Tahrir Meydanı’na darbeciler izin vermemiş, herhangi bir çatışmanın yaşanmaması için kılı kırk yaran İhvan da bu kez Rabiatü’l-Adeviyye Meydanı’nı seçmiştir. Rabia ismi bu meydandan çıkmıştır. 2013 yılının bütün bir Ramazanını bu meydanda geçiren milyonlarca Mısırlı Müslüman, bırakın herhangi bir şiddet olayına girişmeyi, bir dükkânın bile camını kırmamışlardır.
Hakikaten tarihin başlangıcından günümüze kadar insanoğlu böyle bir şeye şahit olmamıştır. Müslüman Kardeşler öyle organize, öyle dikkatli hareket etmiştir ki milyonlarca Müslüman, darbecilerin onca tahrikine rağmen Mısır’da yaşananlara sessiz kalan dünyaya müthiş bir insanlık dersi vermiştir. Rabia Meydanı’nda kurulan çadırlarda İskenderiye’den en-Nube’ye, Sina’dan Matruh’a kadar Mısır’ın tüm şehirlerinden Müslümanlar vardı. Çadırlarda buzdolabı, vantilatör, mutfak araç-gereçleri, yemek pişirme cihazları, süs eşyaları, çiçek, ahşap dekoratif buluşlar olmakla birlikte, her çadırın tertemiz, meydanın pırıl pırıl olması gibi hususlar, Müslümanların ne olursa olsun mutlu bir hayat inşa etme fikriyle eylemin sürdürüleceğine dair ince mesajları vardır. Müslüman Kardeşlerden Dr. Cemal Abdussettar, “Rabia Meydanı’nda Hayat Bulan Bir Ümmet” isimli kitabında çadırların temiz ve nezihliği dışında asıl görevlerinin ruhlarını ve bedenlerini arındırmak olduğunu yazar. Bu nedenle bitişik ve düzenli çadırların arasında gezinirken; birçok çadırda Kur’ân okuyan, Kur’ân’ı kendi aralarında mütalaa eden, dersler yapan ve Kur’ân okumada ve onu anlamada yarışan insanları görürdünüz, der. Sadece Cumhurbaşkanları Muhammed Mursi ve arkadaşlarının serbest bırakılması için meydanda bir araya gelen ve başka da bir amacı olmayan bu nahif, bu güzel Müslümanlar, bir sabah namazı vaktinde secdede iken katil darbecilerin kurşunlarına hedef oldular. Binlerce Müslüman; helikopterlerden, yüksek binalardan keskin nişancıların açtığı ateşle şehit oldu. Darbeci katiller, Rabia Meydanı’nda sahipleri gibi tertemiz ve pırıl pırıl olan çadırları ateşe verdiler. Birçok Müslüman yanarak veya dumandan zehirlenerek şehit oldu. Vahşetin boyutları inanılmazdı. Camilere sığınan Müslümanları camilerle birlikte yaktılar. Hatta Rabia Meydanındaki şehitlerin bedenlerini buldozerlerle sürükleyip ateşe verdiler. İşin en akıl almaz yanı ise, bütün bunların dünyanın gözü önünde canlı yayında yaşanmasıydı. Fakat demokrasi, batı için helvadan bir puttu. Taptıktan sonra hemen yiyebilirlerdi ve nitekim yediler de. Türkiye gibi birkaç ülke hariç hiçbiri bu vahşeti kınamadı. Üstelik darbeden kısa bir süre sonra Abdülfettah Sisi alçağını tebrik etmek için sıraya bile girdiler.
Sonraki süreç içerisinde birçok Müslüman Kardeşler üyesi cezaevinde ya işkenceyle ya da idam edilerek şehit edildi. Muhammed Mehdi Akif, İsam el-Aryan gibi üst düzey yöneticiler de dâhil olmak üzere birçok İhvan mensubu cezaevlerinde şehit edildi. Şehit olanlar arasında Muhammed Mursi de vardı. Tiyatro olarak kullandıkları mahkeme salonunda fenalaşıp yere yığılan cumhurbaşkanına herhangi bir müdahalede bulunmadılar. Muhammed Mursi, asıl mahkemenin yapılacağı esenlik yurduna göç etti. Ona ve kardeşlerine selam olsun! Selam olsun hem meydanlara hem de zindanlara meydan okuyanlara…
Yazımızı üstat Cemal Abdussettar’ın sözleriyle bitirelim:
“Evet, Rabia büyük bir fikrin ve düşüncenin şahididir. Rabia Meydanı’nda bu fikrin yükünü ihlasla taşıyacak olan, onun bekası için her şeyini feda eden, yükselişi için en değerli varlığını kurban eden, kükreyen kasırgalara karşı sabah akşam kanlarıyla onu sulayan insanlara şahittir. Kalemim, Rabia denizindeki tüm manaları keşfettikten, büyük dalgaları gördükten, med-ceziri yaşadıktan sonra Rabia limanında demirliyor. Kalemim, bu denizde ender bulunan incileri buldu. O inciler ki bir nizam içinde haykırıyor, zulmün yüksek dalgalarının etkisini kırmak ve azaltmak için onlarla savaşıyor. Bu yüksek dalgalarla girdiği çatışmadan sonra inciler, zorlukların onu bilmesiyle yeniden inci olmak ve inci dağıtmak için soluk almış oluyor bu limanda ve bekası için güç topluyor. Denizin üzerindeki köpük gidip içindekiler sahile vuruyor ki ümmet deryası arı ve duru fikirli kalsın, tekrarlanan ibretlik hadiseler anlatılsın, ümmete yeni ufuklar açsın, hayatı yeniden inşa eden yeni bir nesil üretsin. Böylece ümmet, onlara karşı duranlar oldukça, sorunlarla karşılaştıkça o köklü tarihine müracaat eder, yakın tarihini anımsar ve o meşhur zor günün kareleri gelir gözlerinin önüne. Almış oldukları ibret damlaları direniş ve metanet olur. Daha sonra yeni nesil daha güvenli bir limana ulaşmak için adımlarını sıklaştıracak, hızlı hızlı yürümeye başlayacak bu sahilde. Hızla gidecek ki ümmeti bu kötü fikirler denizinde yönetebilsin, Müslümanları yanlışlardan kurtarıp saf ve pak İslâm’a yönlendirsin. İmanın tadına varsın, kardeşliğin tadını alsın, parlak fikirlere sahip olsun. Böylece Allah’ın onu yarattığı gibi onurlu bir kul olsun.’1
Allah Teâlâ, şehrin öbür ucundan gelip şehre koşarak giren adamları başımızdan eksik etmesin! Âmin.
1) Cemal Abdussettar, Rabia Meydanında Hayat Bulan Bir Ümmet, Nida Yayınları, Sayfa 181-182.