İslam, hayatın her alanını standart altına almıştır. Bu standartlar-ölçüler-kıstaslar ya da kriterler İslam’ın ikinci kaynağını teşkil eden sünnet-i senniyyedir. Resûlullah’ın (sav) ortaya koyup belirlediği bu standart, doğumdan ölüme kadar, hatta insan daha anne karnında bebekken dahi kendini gösterir. İslam, Müslümanlardan o standartların amele dökülmesini ister.
Hayatın hiçbir sahası yoktur ki sünnet-i seniyye onu standarta bağlamamış olsun. Sünnet-i seniyyenin Müslümanın hayatında önemli olması bundan kaynaklanıyor. Sahabe-i kiram Resûlullah (sav)’den gördüklerini uyguladı, Resûlullah’ın (sav) yaşadığı İslam’ı yaşadılar. Son peygamberin sünnet mektebinde gördüklerini ve hafızalarında derk ettikleri nebevi standartları pratiğe döktüler.
Söz konusu Nebevi standartlar, doğudan batıya, dünyanın her neresinde olurlarsa olsunlar bütün Müslümanların hayatını, kayıt altına almış, anlamlı bir şekle getirmiş, her yönüyle bir mercie dayandırmıştı.
Resûlullah’ın (sav) belirlediği temel standartlar bir Müslümandan diğerine herhangi bir farklılık arz etmez. Onun sünnet mektebinde üretilmiş ve temeli vahye dayalı standartlar, Müslümanlar tarafından nesilden nesile aktarılmıştır. Bu yönüyle her Müslüman nesil aynı nebevi kaynaktan beslenmiştir. Bin dört yüz yılı aşkın bir süreden beri devam edegelen bu esaslar her Müslüman nesil tarafından canlı tutulmuştur.
Bir Müslüman, ebeveyniyle, komşularıyla, akrabalarıyla, günlük hayatta muhatap olduğu çevresiyle, hemen her gün yeni tanıştığı insanlarla hep bu standartlar çerçevesinde hareket eder. Bu ilkelerden taviz vermez, onlara karşı bigâne kalmaz, nefsine zor gelse dahi nebevi mektebin kural ve esaslarını yaşamaya gayret eder.
Bir Müslüman, bu ilke ve standartların yaşanmadığı bir hayatı anlamlı bulmaz. Onlar olmadan hayatın, nefsin hoşuna giden ve neticesinde ifsad ve ataletin olduğu bir noktaya varacağını bilir. Ona göre hayat bu ilkelerle anlam kazanır. Sosyal hayatın bu ilkeler yumağında yoğrulduğu bir düzen, ahenk arz eder. Üstelik hayatın hiçbir an ve sahasının anlamsız bırakılmadığı göz önünde bulundurulduğunda bunun bir Müslüman için ne kadar önemli olduğu da daha iyi anlaşılır.
Bu esaslar öyle bir standartlar manzumesidir ki bunlar sayesinde Müslüman toplumun her ferdi yanı başındaki komşusuna nasıl davranacağını, karşılıklı haklarının neler olduğunu gösterir, dar gününde yanı başında olması gerektiğini öğretir. Anne-babasına karşı nasıl davranacağını bu ilkelere göre belirler. Hayatının her anının cihad ve mücadele içerdiğini düşünür. İnsanlara, madden ve manen bir şeyler verebilmeyi aklından çıkarmaz. Fedakârlıkta hep önde olmayı, ümmetin buna her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğunu unutmaz. Gündüz ve gecelerinin belli saatlerinde Allah’la baş başa kalmayı günlük programının öncelikli işleri arasına yerleştirir. Sağlığını ihmal etmez. Bu konuda Nebevi çizginin ne olduğunu bilir. Dünya ve ahiret dengesini bu ilkeler doğrultusunda kurar.
Yüceltmek istediği bir davasının, sahip çıkması gerektiği bir ümmetin, her anı vahiyle yoğrulmuş bir hayatının olduğunu sürekli zihninde canlı tutar, bu uğurda başarıya ulaşması gerektiğini bilir. Bunları yaparken Müslümanca hayatın bir standartlar manzumesinden müteşekkil bulunduğuna kesin iman eder. Gökyüzüne bakarken, Allah’ın kudretinin ne kadar azametli olduğunu düşünür. “Sübhanallah” der, “elhamdulillah” der, şu muazzam dengeyi sağlayan yaratıcının önünde, “Seni bütün eksik sıfatlardan tenzih ederim” demekten başka bir sözü olmaz. Her anında hamd ve şükür hissiyle yaşar, kalp atışları, aldığı nefesler dahi Allah’ın hatırlanmasına vesile olur. Elbisesini giyerken, abdest alırken, yürürken, insanlar arasında bulunurken Allah’ın kendisini görüp gözetmekte olduğunu, Allah’ın hep yanında olduğunu asla unutmaz. Hayatın Allah’la anlamlı olduğunu, O’nun olmadığı bir hayatın sıradan, değersiz ve anlamsız olduğunu bilir.
Resûlullah’ın (sav) sabah ve akşam vakitlerinde vird haline getirdiği dualarının olduğunu bilir ve bunların, Müslümanın manevi yönünün muhafaza ve gelişmesinde hayati öneme sahip olduğunu unutmaz. Bu mektepten mezun olan Müslüman fert bunları yapmada ihmalkâr davranmaz. Bu virdlerin dilin, kalbin, zihnin ve ruhun gıdası olduğunu bilir ve bunlarla sürekli meşgul olan bir bedenin her yönden güçlü olduğunu yaşayarak fark eder. Bu duaların anlamları üzerinde tefekkür eder. Kendisini Allah’a bağlayan, O’na yönlendiren bir amel olduğunu akleder. Nebevi bir pınardan sadır olmuş olan bu dualar belli bir müddet sonra Müslüman şahsa yoldaş oluverir, bunlar nerede olursa olsun onun dilinden düşmez, kalp ve ruhunu nurlandıran birer ışık oluverir.
Her anını Allah’la anlamlı kılıp bu mektebin her basamağını bu standartlar çerçevesinde yaşayan bir Müslüman ne kadar mesud olur! Allah onun saadetinin kaynağı olur. Dünyanın dert ve sıkıntıları ona oldukça hafif gelir. “Xweda heye xem tune/Allah var gam yok” düşüncesi onda hep kendini gösterir. Allah’a iman, O’na teslimiyet ve her anında O’nunla olmak gibi ulvi bir düşünceye sahip bir kimsenin karşılaştığı zorluklar imanı sebebiyle hafifler. Bu hayatın geçici olduğu düşüncesi, içinde hep büyür ve onu selamette tutar. “Maiyyettulah/Allah’la olma” onun hayatının en belirgin yönünü teşkil eder. İnsanlar ona baktıklarında Allah’ı hatırlar, o, her hal ve hareketinde Rabbani bir çizgide seyreder.
Hayat yolunda Resûlullah’ın (sav) belirlemiş olduğu standartları yaşayan bir Müslüman, bu hakikatleri çevresindeki insanlara anlatmalı, bu kaynaktan başkalarının da doya doya içmesi için zemin hazırlamalıdır. Bu kaynakla tanışma imkânını bulamamış olanlara bu yolda rehber olmayı boynunda bir vazife bilmelidir.
Bunları bilen bir Müslüman şahsiyet, sabah uykudan uyanınca, abdest alınca, temizliğini yapınca, güzel kokularını sürününce nebevi standarda göre hareket eder. Evden çıkarken, yürürken, bakarken, bir sofraya otururken, su içerken, yerken, karşılaştığı bir insana tebessüm ederken, bir şey dinlerken ve bir sese kulak verirken Resul-i Ekrem’in koyduğu esasları göz önünde bulundurur. Ticaretinde, alış-verişinde, işçileriyle ya da amirleriyle münasebetlerinde, konuşmasında, kullandığı yöntem ve tarzda, şakalaşma ve sohbette, oturma ve kalkmasında, büyük ya da küçükleriyle karşılaşmasında Resûlullah’ın (sav) davranışlarını merci olarak kabul eder.
Sonuç olarak Resûlullah (sav), bize belirli ilke ve esasları olan bir standartlar mektebi bırakmış ve Müslümanın, hayatı boyunca bunlardan istifade etmesini istemiştir.
Mehmet Akbaş