Diyarbekir, 33 medeniyete sahiplik etmiş, Kur’an’da ismi geçen 2 peygamber kabrini barındıran, 9 peygamber ile ismi anılan, 27 şehit sahabe ve tabiînin defnedildiği, 542 sahabe ailesinin ikame etmiş olduğu, 5. Harem-i Şerif olarak kabul edilen tarihi Ulu Camiî’nin bulunduğu İslam âleminin mübarek ve kutsal bir şehridir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Diyarbakır ‘a şöyle değinmektedir: Hz. Yunus Musul’dan Diyarbakır yöresine gelir, bir süre burada kalır. O yıllarda güzelliği ile tanınmış “Amida” adında bir kız hükümdarlık etmektedir. Yunus Peygamber bu kızla konuşur, görüşür. Amida’ya kendi dinini kabul ettirir. Yunus Peygamber Diyarbakır’a yapılacak kalenin planlarını çizerek kıza verir. Kız da kara taşlarla şehrin kalesini yaptırır. Kalenin inşası tamamlanınca Yunus Peygamber: “Kal’anız mamur olsun, gönlünüz sürür dolsun” diye dua eder.
Diyarbekir, tarih boyunca bulunduğu stratejik konumundan dolayı pek çok sıkıntı içinde olmuş ve geçmişi Bizans’ın ve Farsların savaşları arasında inim inim inlemiş mazlum bir halktı. Bir dönem Sasaniler, bir dönem Bizanslılar Diyarbekir’i (Amed’i) işgal etmiştir. Amida’nın inşa etmiş olduğu surları Bizanslılar, yaklaşık miladi 349 yılında II. Konstantiniye surları genişleterek Çin seddinden sonra dünyanın ikinci büyük Sur’u olma özelliği kazandırdı. Bu surlar yüksekliği bakımından dünyada birinci sıradadır. Daha sonraları Sur içindeki yerler Amed; Sur dışındaki yerler ise Diyar-ı Bekir olarak adlandırılmıştır.
Amed (suriçi) halkı, İslam ordularının fethinden önce Asurlulardan Bizanslılara; Bizanslılardan Farslılara kadar hep zulüm ve baskı görmüş, hep boyunduruk altında yaşamışlardır.
Bizanslılardan dolayı halkın bir kısmı Hristiyan; Farslılardan dolayı bir kısım Mecusi, Zerdüşt veya Yezidi olarak yaşamlarına devam etmiştir.
Amed’i tarih boyunca etkileyen ve kıyamete kadar da etkileyecek olan en önemli olay Müslümanların Amed’i fethetmesidir. Amed’in fethini anlamak için fetihten önceki durumu ve yönetimi iyi bilmemiz gerekecektir; aksi durumda fetih ile ilgili yalan yanlış bilgilerle hem Amed halkına hem de Müslümanlara haksızlık etmiş olacağız, doğruları öğrenmekle geçmişten geleceğe uzanan köprüleri de inşa etmiş olacağız.
Sahabeler, Diyar-ı Bekir’in dolayısı ile Bizans’ın fetholunacağını Hendek Savaşı sırasında Kâinatın efendisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) haber verdiğini biliyordu. Çünkü O sıra Diyar-ı Bekir, Bizanslıların egemenliği altındaydı ki burası fethedildiği zaman Diyar-ı Bekir’i yöneten Melike Meryem bir fırsat bularak şehri terk etmiş ve Bizanslılara sığınmıştır. Diyar-ı Bekir’in, Bizans’ın fethettiği bir şehir olduğunu ve Müslümanlar buranın Konstantiniye olduğunu biliyor ve 4 büyük sahabe de Diyar-ı Bekir’i bu anlayışla fethetmiştir. Zira o dönemde isim olarak üç Konstantiniye şehri bulunuyordu: Viranşehir, Diyarbakır ve İstanbul. Müslümanlar, Bizans’ın işgal ettiği Diyar-ı Bekir’i yani Konstantiniye’yi fethederek Bizans’ın egemenliğine son veriyordu. Birçok tarihçi de bu detayı maalesef gözden kaçırmıştır. Daralı Melike Meryem’in dolayısıyla Bizans’ın elimde bulunan Amed’in fethi şöyle gelişmiştir: Sahabeler, Hz. Ömer döneminde Amed’i fethetmek için yoğun bir çalışma başlattılar. İlk olarak surların dört tarafını kuşattılar. Şehrin surlarını kuşatan 4 sahabe komutan şunlardır:
İyad bin Ganem, şehri Mardin kapısında kuşatır.
Said bin Zeyd, şehri Urfa kapısından kuşatır.
Muaz bin Cebel, şehri Dağkapısından kuşatır.
Halid bin Velid, şehri Babu-l Ma’ (Yenikapı) kapısından kuşatır.
Bu komutanlar şehri beş ay kuşatırlar; fakat bir türlü şehre girecek bir yer bulamazlar.
Halid, ordu komutanı İyad Bin Ganem’e Melike Meryem’e mektup yazmasını ister ve bu istek gerçekleşir. Mektubun içeriğinde şunlar yer alıyordu: “Allah’ın Adıyla..! Resülüne salât ve selam olsun. Müslüman Ordusu Emiri İyad bin Ganm’den, belde Melikesi Meryem’e..! Allah Teâlâ’ya bize zafer ihsan eyledi. Hangi diyara konduksa temlik ettik, hangi orduyla karşılaştıysak yenmişiz. İzzet ve şan Allah’a ve Resülüne’dir. Sizin kaleniz ele geçirdiğimiz kalelerden daha çetin ve zor değildir. Balebek Halep, Antakya ki Heraklıus’un pay-ı tahtı idi, hiçbiri bize zor gelmedi. Hem Allah bize vaat ederek; Mü’minlere yardım ve nusret üzerimizde bir haktır. Bu mektubu alır almaz, teslim ol selâmete erersin. Sakın karşı gelme, pişman olursun. İstediğin zaman bize haber ver. Dinini terk etmeye zorlamayız. Hem halkına da zorlama yok. Hidayete erenlere selâm olsun.”
Meryem, komutanlarını kilisede toplar, çoğunluğu Hristiyanlardan oluşan danışma kuruluyla görüşmeler yapar: “Mektubu Melike Meryem’e götürdüler. Okuyup mefhumu anladıktan sonra, devlet adamlarına dedi ki: Arap Emir’in mektubuna ne dersiniz? Dediler ki: “Ey Melike! Emir senindir. Sen ne dersen biz hazırız.” Meryem: “Ey Kavmim! Memleketimizi Araplara teslim edersek, Rumlar bizi ayıplar. Ateş olsun, ayıp var olmasın. Diyecekler ki’ Şehrinizi nasıl teslim ettiniz? Hiç olmazsa hiç olmazsa biraz muhasaraya tahammül etmeliydiniz.’ diyecekler. Şehriniz, Rûm diyarının en güzel şehridir. İçinde suyu var, ziraatınızı yapabilirsiniz. Sonra memleketimizin her yerinden yardım için cevap aldım.” Dediler ki: “Ey Melike! En iyi düşünce budur. Onlara kesin red cevabı yazın.” Meryem-i Dara, ileri gelenlerin isteğine uyarak cevabî mektubu yazmıştır: “Mektubunuz bize ulaştı. Maksadınızı anladım. Allah’ın nusretine gelince, Mesih size meydanı verdi. Sizinki istidracdır. Sonunda Mesih sizi ele alacak. Yakında ordularım kızın intikamını sizden alacaktır. Hiçbir suretle şehir ve kalemizi teslim etmeyiz. İsterseniz yerinizde kalın, isterseniz de gidin. Selam.”
Kalkan balığı şekliyle şehri çevreleyen surların etrafını dikkatle inceleyen Halid bin Velid, şehre girecek bir yer bulamaz. Bu durum tüm Müslümanların canını sıkar. Halid Bin Velid, gece dolandığı yere geri döner. Hizmetlisi olan genç kendisi için üç parça arpa ekmeği pişirir, karargâhına bırakır. Bir seferinde üç gün akşam namazı kılıp nafile ibadetle meşgul olduktan sonra karargâhına dönen Halid bin Velid, kendisi için pişirilen ekmeği bulamaz. Bunu üzerine Halid, erzakın bitmiş olmasından endişe ederek hizmetçisine ekmeğin olmamasının sebebini sorar, Hizmetçi de, adet üzere her gün ekmeğini karargâhına bıraktığını söyleyince, Halid: “Üç gündür birkaç meyve ve artık ekmek parçasıyla yetindiğini, bu yüzden vücudunun gıda azlığı nedeniyle zayıflayabileceğini söyleyerek: ‘Yemeyesiniz diye size bu bedeni vermedik.’ ayetini okur.” (Enbiya 8)
Hizmetçi yemin ederek her gün ekmeğini getirdiğini ve oraya bıraktığını söyler. Bunun üzerine dördüncü gün ekmeği aynı şekilde yere bırakan hizmetçi bu sefer olup bitenleri beklemeye başlar. Bir de ne görsün? Şehir tarafından bir köpek çıkıp ekmeği alıp geri döner. Hizmetçisi Hamam, köpeği takip eder. Köpeğin sura girip çıktığı yeri tespit eder. Olanların hepsini, namazını kıldıktan sonra karargâhına dönmekte olan Halid’e büyük bir heyecanla haber verir. Halid de hizmetçisinin bu haberi üzerine orayı göstermesini ister. Hizmetçi yeri gösterince aylardır şehri kuşatıp oraya girme yollarını arayan Halid Bin Velid sevinçle: ”Allah, bize zafer kapısını açtı. Bu Allah’ın bize yardımıdır.” dedi. Derhal döndü ve sahabelere durumu bildirdi: “Şu su hendeğinden şehre gireceğiz. Sizden gönüllü yüz kişi varsa Allah yolunda canlarını feda etsin. Biliniz ki bu dünya hayatı fani ve geçicidir. Dünyanın cilveli hayatı sizi aldatmasın. Bu kârlı ticarete atılalım.” Sonra cazibeli ayet-i kerimeler okuyup milleti heyecana getirdi: “Kıyamet arasında buluşmak üzere ayrılalım.” dedi.
Nihayet yüz kişi gönüllü çıkıp silahlandı. Onları İyad’a götürdü ve kurduğu programı arz etti. Çıkış için anlaştılar. Parola tekbir getirmekti. Herkes hazır olacak ve tekbir sesiyle harekete geçeceklerdi. Halid, veda ederek ayrıldı. Adamları hazırdı. Hendeğin olduğu yere vardılar. Vakit gece yarısı olmuştu. Surdakilerin hepsi uykuya dalmıştı. İlk giren Halid oldu. Amr bin Ahvas onu takip etti. Sıra ile yüz kişi girdi, hendeğe. Çoğu girdi, ancak çok ağır cüsseli şişman olan giremedi ve üzülerek geri dönmüştü. Şehre seksen kişi girmeyi başardı. Şehrin tam ortasına varınca haykırdılar. Uyuyan uyanmıştı, uyanık olan da sarsılmıştı. Halid, zaman geçirmeden surların çıkış yollarını tuttu. Gelenlere mani oluyor ve ellerindeki taşları alıyordu. On kişiyi de kapıya gönderdi. Derhal kilitleri kırıp kapıları açtılar.”
İmam Vakidî, olanları hikâye tarzıyla, görmüş gibi anlatırken, o fethin içinde olanların naklini mutlaka ya dinlemiştir ya da kitaplara geçenleri kaynak olarak kullanmıştır: “Harp için harekete geçtiler. Halid tekbir getirince, İyad mukabele etti. Kapıya varınca kapıyı açık halde buldular. Şehre girdiler. Gece karanlığında surlarda şehir halkı paniğe kapıldı. Halid ve adamları hep tekbir getiriyordu. Melike Meryem’in adamlarının ve şehri yöneten Bizans güdümlü Hristiyan danışma kurulunun tüm ümidi kesilmişti. Mütemadiyen Müslümanlara kılıç çekip savaşan Bizans sevdalısı kâfirlerin kelleleri kesiliyordu. Halk arasında büyük bir gürültü kopmuştu. Sabaha kadar devam eden amansız mücadele sürdü ve sabah ile beraber devlet köşküne vardılar. Melike Meryem’i istediler. Ancak kendisi yerinde yoktu. Şehrin ele geçtiğini anlar anlamaz, yanındaki has adam ve cariyelerini, malı gizlice alarak köşkün dibindeki gizli yer altı yoldan Rûm Diyarı’na (Bizans’a) doğru kaçmayı becerdi.”
Meryem’in kaçışı ile birlikte halkın teslim olması bir oldu; çünkü halkın Müslümanlarla bir problemi yoktu. Sıkıntının asıl sebebi Bizansa hizmet eden Melike Meryem ve Hristiyanlardı. Halk, şehrin en büyük meydanında toplatılır ve İyad bin Ganm, herkese şu açıklamayı yapar: “Biliniz ki Allah Teâlâ bizi, size muzaffer kıldı. Eğer Peygamberimizi âleme rahmet olarak göndermeseydi, şimdi hepinizi kılınçtan geçirirdik. Yalnız, Allah bize affedici olmamızı, iyilik etmemizi emreder. Kim ki Müslüman olursa, kabul olunur. Kabul etmeyen için cizye vardır.” dedi. Sonra İyad onları affetti. Halkın ekseriyeti Müslüman oldu, olmayanlara cizye tatbik edildi. Meşhur kilise cami yapıldı ve şehirde on iki gün kaldılar.
Belirtilen Kilise, günümüzde “El Yazmaları Kütüphanesi” olarak kullanılan mekândır. Ulu Camii’nin kuzeydoğusunda bulunan bölmedir.
Bu fetihte şehid olan 27 sahabe ve tabiinin kabirleri, Diyar-ı Bekir Suriçi Hz. Süleyman Camii’sinde bulunmaktadır. Bu camiye “Hz. Süleyman” isminin verilmesinin nedeni, hem Halid Bin Velid’in bu fetihte şehit olan oğlu Süleyman Bin Halid’in naaşının bu yerde olması hem de Peygamber Süleyman’ın elçisinin buraya gelmesi ve isminin buradaki bir kitabede geçmesidir. Amed komutanının, Amed’i fetheden Müslümanlara söyledikleri, tarihin derinliklerinden günümüze ışık tutacak niteliktedir: “Bizler, Asurlulardan bu yana hep zulüm ve baskı gördük. Hep başkaların boyunduruğu altında yaşadık; özgürlüğün ve hürriyetin ne demek olduğunu hiç bilmedik. Sizler sayesinde ilk olarak hürriyetin ve özgürlüğün ne olduğunu öğrendik. Sizleri, insanlara zulmeden vahşi kişiler bilirdik, sizlerden söz ettiklerinden kulaklarımızı kapatıp orayı terk ederdik. Fakat şimdi anlıyor ve görüyoruz ki sizler insanların iyiliği için gayret eden iyi kişilersiniz.” (Sahabe Hayatından Tablolar adlı kitabın eski baskısı“)
Bu fetihten sonra Amed halkının Müslüman oluşu yavaş yavaş ve ikna edilerek olmuştur. İslam ordusu komutanı İyad, fetihten 12 gün sonra Sa’sa oğlu Sahvan El Abdi’yi vekil olarak bırakır ve Husun’a gider. Sultan Sa’sa 6 ay sonra savaşta aldığı yaradan dolayı vefat eder. Naaşı, şu anki Hasan Paşa Hanı ile Ulu Cami arasındaki kaldırımın bulunduğu yere defnedilir ve kabrin bulunduğu yeri bahçeye çevirir. Şu an, bu yer Hasan Paşa Hanı’nın karşısındaki kaldırım kenarında yer almaktadır. 1926 yılında Diyarbakır Belediye Başkanı Nazım Önen, Sultan SA’SA’nın naaşını, şimdiki Büyükşehir Belediyesi’nin arka kısmında bir yere gizlice taşır ve gömer.
Zaman içinde tüm Arap Müslümanlar -bazı aileler hariç- Diyar-ı Bekir’in İslam’la şereflenmelerinden sonra şehrin yönetimini Müslüman olan Amedlilere bırakarak kendi diyarlarına dönmüşlerdir. Çünkü Müslümanların fetihteki tek amacı gittiği yerleri Kur’an ve Peygamber ile tanıştırmaktı. Bu vazifelerini yerine getirdiklerine inandığı an, o bölgeyi sahiplerine bırakıp gitmiştir; çünkü amaçlarına ulaşmış, topluma İslami davet görevlerini yerine getirmişlerdir. Müslümanların bu fetih anlayışı, hiçbir zaman işgal ve sömürü haline gelmemiştir; çünkü Müslümanların fetihteki amacı insanları Allah’a kul yapmaktır. Bu açıdan “fetih ile işgal” kavramlarını birbirine karıştırmamak gerekir.
Amed, on dört asır önce İslam’ı kabul etmiş ve Amed halkının İslam ile hiçbir zaman problemi olmamıştır. Bilakis Amed halkı İslam ile özgürlüğün ve millet olmanın ulvi değerlerine ulaşmıştır.