“Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.” (Mâide, 88)
Helal; İslam dinine aykırı olmayan ve dinimizce de yasaklanmamış olan her şeydir. Dinen yapılmasında herhangi bir sakınca bulunmayan veya yenilip içilmesi yasaklanmayan ve serbest bırakılan şeylerin hepsi helaldir.
Allah(cc) bir şeyin helal olduğunu veya günah olmadığını bildirmesi, o fiilin helal olduğunu gösterdiği gibi, o fiil veya şeyin yasaklandığına dair bir delil bulunmaması da helâl olduğunu gösterir.
Müslümanın yemesinde, içmesinde, giyinmesinde ve kazancında kısacası hayatının her alanında helal olanı tercih etmesi yüce Rabbimizin emridir.
Hz. Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (sav) bir gün şöyle hitap etti: “Ey insanlar! Allah Teâlâ tayyibdir (temizdir), tayyibden başka bir şey kabul etmez. Allah’ın müminlere emrettiği şeyler, peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah-u Teâla: “Ey Peygamberler, Temiz/helal şeylerden yiyin, salih amel işleyin. Çünkü ben yaptıklarınızı hakkıyla bilenim” (Mü’minûn,51) diye emretmiş. Mü’minlere de: “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz/helal olanlarından yiyin” (Bakara, 172) diye emirde bulunmuştur. Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz-toprak içinde kalan ve elini semâya kaldırıp: “Ya Rab ya Rab” diye dua eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki: “Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve haramla beslenmektedir. Peki, böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir?” buyurdular”.1
Bu ve bunun gibi nice ayet ve hadislerden hem nefsimizin hem de neslimizin kurtuluşu için helal lokmaya çok dikkat etmemiz gerektiğini anlıyoruz. Özellikle helal yemenin önemine dikkat çekilen ayet ve hadislere baktığımız zaman helal lokmaların kalbimize, azalarımıza, neslimize tesir ettiğini, bunların ise bizim ve neslimizin kurtuluşu olduğunu görüyoruz. Tam tersi olduğu zaman ise haram lokmaların tesiri ile başta azalarımız ve azalarımızın bizi götürdüğü haramlarla nefsimiz ve daha sonrasında ise neslimizin ziyana uğrayanlardan olduğunu üzülerek müşahede ediyoruz.
“Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz nimetlerden yiyin. Şeytanın adımları ardınca gitmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” (Bakara,168)
Nu’man b. Beşir (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (sav) buyurdular ki: “Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmezler. Her kim bu şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, şerefini de korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere yönelirse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa, cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.”2
Bir sahabi gelir ve ‘Ya Resulallah! Ben çok dikkat ediyorum ama bazen istememe rağmen ağzımdan kelimeler kaçıyor, elim bir yerlere gidiyor. Ne kadar kendimi zorlasam da bundan kendimi alamıyorum.’ der. Resulallah (sav) “Yediklerine dikkat ediyor musun? Eğer bir insan bedenine haramı bulaştırırsa o haram kanında gezdiği müddetçe uzuvları adamın kendisine karşı asi olur. O halde yediklerine dikkat et ve kendini bu işten temizle eğer bunu yaparsan inşallah kurtulmuş olursun.” Yine Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur; “Her kim ki vücudunun uzviyeti haram lokma ile teşekkül etmiştir. Artık cehennem, o vücuda yaraşan en iyi yerdir.”3
Kalbimize, azalarımıza etkisi böyle iken neslimiz açısından da helal lokma ile büyütülen evladın hem anne-babasına hem de Allah’a itaatkâr kullardan olduğunu görüyoruz. Bundan dolayıdır ki evladın helal lokma ile büyütülmesi babası üzerinde en önemli haklarından biridir.
Bunun böyle olduğunu da Peygamber Efendimizin âzadlısı Râfi’nin (r.a) şu sorusu üzerine Allah Resulünün verdiği cevaptan anlıyoruz. Rafi (r.a) “Ey Allah’ın Resûlü! Bizim çocukların üzerinde hakkımız olduğu gibi onların da bizim üzerimizde hakları var mıdır?” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Çocuğun baba üzerindeki hakkı ona yazı yazmayı, yüzmeyi, atıcılığı öğretmesi ve kendisine helalden başka rızık yedirmemesidir.”4
Bu şuuru elde etmiş sahabe efendilerimizden biri birkaç gün sabah namazını kılıp, hiç kimseyi beklemeden mescidi terk eder. Bunu fark eden Efendimiz (sav), o sahabeyi huzuruna çağırarak neden böyle yaptığını sorar. Sahabe efendimizin cevabı şu olmuştur:
“Ya Resûlallah! Evde küçük çocuklarım var. Komşumuzun bahçesinde dalları benim evimin avlusuna sarkan bir hurma ağacı vardır. Bu ağacın olgunlaşan meyveleri gece benim bahçeme dökülüyor. Çocuklar sabah erken kalkıp, komşuma ait bu hurmaları yerler endişesiyle çocuklar daha uyanmadan gidip onları toplayıp komşuma iade ediyorum. Çocuklarımın midesine haram lokma girmesini istemiyorum.”5
Sahabe-i kiram, nesline helal lokma yedirmeye böyle özen gösteriyordu, çünkü onlar biliyorlardı ki hayırlı neslin temeli helal lokma ile atılırdı. Biliyorlardı ki helal lokma ile büyüyen nesil zühd sahibi olurdu, takvaya ulaşır, adalet timsali olur, ümmete lider, ümmete önder olurdu. Tıpkı takvasıyla, adaletiyle 5. Reşîd halife unvanını alan Ömer b. Abdülaziz gibi. Ömer b. Abdülaziz’in kimin torunu olduğunu bilmeyen yoktur. Allah’tan korkup süte su karıştırmayan o güzide insandır neslini böyle koruyup yetiştiren.
En önemli hadis kaynağımız olan Sahih-i Buhari’nin yazarı imam Buhari nasıl yetişmiştir şöyle bir dönüp bakmak gerekir. Babası İsmail b. İbrahim şöyle demişti; “Vallahi malımın içerisinde bir tek haram ve şüpheli bir şey yoktur.” İşte İmam Buhariler böyle yetişmiştir.
İslam tarihinde fetihler helal lokma yiyenlerle gerçekleşmiştir. Yavuz Sultan Selim Han; Mısır’a giderken Ordu-yu Hümâyûnun Gebze yakınlarından geçtiği yerler, hep bağlık-bahçelikti. Sultan Selim Han;
“Acaba askerlerim, sahibinden müsaadesiz üzüm ve elma koparıp yediler mi?” diye düşüncelere daldı. Sonra yeniçeri ağasını huzûruna çağırttı; “Ağa fermanımdır; bütün yeniçeri, sipahi ve azap askerlerimin heybeleri yoklansın! Heybesinde bir elma veya üzüm salkımı çıkan asker olursa, derhal huzûruma getirilsin!” diye emretti.
Yeniçeri ağası, hemen harekete geçerek heybeleri araştırdı. Daha sonra Sultan’ın huzuruna gelerek; “Sultanım koparılmış hiçbir elma ve meyve izine rastlamadık!” dedi.
Yavuz, bu habere çok sevindi. Üzerindeki ağırlık ve zihnindeki düşünceler kalktı. Sonra ellerini açarak; “Allah’ım! Sana sonsuz hamd-ü senâlar olsun! Bana haram yemeyen bir ordu ihsan eyledin!” diyerek duâ etti ve ağaya; “Şayet askerlerim izinsiz meyve koparmış olsalardı, Mısır Seferi’nden vazgeçerdim. Çünkü, haram yiyen bir ordu ile beldelerin fethi mümkün olmaz!..” dedi.
Şimdi düşünmemiz gerekiyor niçin bizden öncekileri böyle etkileyen ayet ve hadisler bizleri bugün aynı şekilde etkilemiyor? Niçin ibadetlerimizden aynı şekilde lezzet alamıyoruz? Bugün şikayet ettiğimiz gençlerin durumundan bizim hiç mi payımız yoktur?
Yoksa tüm bu problemlerin temelinde bizim dünyevi rahatlığımız için, helal haram ver Allah, senin kulun yer Allah deyip nefsimizi, neslimizi ifsad etmemiz mi yatıyor?
Halbuki Allah Resulü bizleri uyarmıştı. “Allah’tan kork, rızkını güzel yoldan ara, helali al, haramı terk et!”6 “Bir zaman gelir ki, insanlar, yalnız malın, paranın gelmesini düşünür, helalini ve haramını düşünmezler.”7
Bizlere şu duası ile yol göstermişti “Allah’ım! Helâl kıldıklarını bana kâfî eyle, bu sûretle haram kıldıklarından beni muhafaza eyle!.. Beni fazlınla Sen’den başkalarından müstağni kıl!”8
Bizler de bu duaya âmin deyip ‘Ya Rab nefsimizi ve neslimizi ifsat edenlerden değil ıslah ederek kurtulanlardan olmayı nasip et.’ diyoruz… •
Kaynakça
1) Müslim, Tirmizi 2) Buhâri, Müslim 3) Buhâri 4) Beyhakî, 5) İbrahim Sarı, Çocuk Yetiştirme, Sayfa 156, Net Medya Yayıncılık, 6) İbni Mâce 7) Buhâri 8) Tirmizî, Duâ, 110