Oruç kelimesinin Arapçadaki karşılığı olan savm ve siyam kelimeleri, sözlükte bir şeyi yapmamak, o şeyden geri durmak anlamlarına gelir. Dinî birer terim olarak bu kelimeler, mükellefin niyetli olarak tan yerinin ağarmasından itibaren güneşin batışına kadar geçen süre zarfında, oruç bozucu şeylerden uzak durması, bunları yapmaması demektir.

Orucun maddi ve manevi birçok faydası vardır. Her şeyden önce oruç, yüce Allah’a karşı yapılan bir itaat ve kulluk görevidir. Bu görevi yerine getiren mümin kişi, önü açık, sınırsız bir sevap ve mükâfata kavuşur. Oruç, yüce Allah’ın emrini yerine getirmek için yapılan bir ibadettir. Allah’ın lütuf ve keremi boldur. Oruç tutan kişi, ilahi hoşnutluğa erer. Zira oruç tutan insanda, ilahi emirlere uyma ve yasaklardan sakınma konusunda titizlik ve duyarlılık diye tanımlayabileceğimiz takva duygusu gelişip güçlenir. “Ey iman edenler, Allah’a karşı sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (Bakara, 183)

Oruç, insanın iradesini terbiye etmesine, heveslerine ve şeytanın baskılarına karşı koymasına, sabrı öğrenmesine, zorluklara direnmede idmanlı olmasına yardımcı olur. Oruçlu kişi her zaman ve her yerde Allah’ın gözetim ve kontrolü altında bulunduğunun bilincine varır, zihni berraklaşır, ufku açılır. Lokman hekimin oğluna verdiği öğütlerden biri bunu doğrulamaktadır: “Ey oğul mide dolduğunda fikir uyur, hikmetin dili tutulur; beden, ibadet edemez hale gelir.”

Oruçlu insan belli zamanlarda yeme ve içmeye mecbur kaldığı için düzenli ve disiplinli olmayı öğrenir. Kendisinde yoksullara karşı şefkat ve merhamet duygusu gelişir. Midesi ve sindirim sistemi dinlenip rahatlar, eskiyen hücreleri atılıp vücudu yeni hücreler kazanır, hayatı adeta yenilenir.

İslâm’da oruç ve maneviyat

İslâm’ın emir ve hükümlerinde müminler için esenlik, güzellik, kolaylık ve mutluluk vardır. İslâm’ın beş rüknünden biri olan namazda huzur, yükselme, dirilme, yakınlaşma, Allah ile buluşma, güçlenme ve Allah’ın rızası olduğu gibi oruç ibadetinde maddi ve manevi açıdan sayılmayacak kadar fayda vardır.

Oruç kalkandır diyor peygamberimiz. Oruç sabırdır, arınmadır, güzel ahlaktır, nefis terbiyesidir beden için sıhhattir, nimeti korumaktır, kalbi ve bedeni aydınlatmaktır, Allah’a yaklaşmak ve şeytandan uzaklaşmaktır, Allah’ın rızasını kazanma adresidir. Ve oruç nimetlere karşı şükrün ifadesidir.

Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi sizlere de farz kılındı.” (Bakara, 183) Buradaki korunma ayette geçen takva kelimesinin ifadesidir. Oruç, onu tutana/yerine getirene takvayı kazandıran, onun nefsini her türlü kötülüklerden arındıran, ahlakını güzelleştiren bir kalkandır.

Peygamber efendimiz (sav) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Oruç ayı girdiğinde göğün kapıları açılır, cehennem kapıları kilitlenir ve şeytanlar zincire vurulur.”1 başka bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: “Ademoğlunun bütün amellerine kat kat sevap verilir. İyilikler on katından yedi yüz katına kadar mükâfatlandırılır. Yüce Allah buyuruyor ki ancak oruç bundan müstesnadır. Doğrusu o benim için tutulmuştur, onun karşılığını da ancak ben veririm. Çünkü oruçlu kişi şehvetini tatmin etmeyi ve yemek yemeyi benim için bırakıyor. Oruçlunun biri iftar vaktinde diğeri de Rabbinin huzuruna vardığında olmak üzere iki sevinci olacaktır. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha iyi ve hoştur.”2

Oruç ayı olan ramazanın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennem ateşinden kurtuluştur. Ramazan sabır ayıdır, sabrın mükâfatı ise cennettir. Ramazanda oruç tutmak Müslüman, büluğ çağına girmiş, akıllı olan ve orucu tutabilen her Müslüman’a farzdır. Şayet mazereti olursa bu saydıklarımız çerçevesinde bu Müslümanın kendini zora sokmaya ve bedenini, nefsini tehlikeye atmaya hakkı yoktur.

Allah (c.c) azimetlerini (farzlarını) sevdiği gibi ruhsatlarını yani yeri geldiği zaman bu farzları şer’î bir nedenden dolayı yerine getirmemeye verilen izinleri de seviyor. Azimetlerin yerine getirilmesini istediği gibi ruhsatların da yerine getirilmesini istiyor. Rabbimizin bizim ibadetlerimize ihtiyacı yoktur. Rabbimiz (c.c) bizler için dinde zorluk çıkarmamıştır, O herkesten daha çok merhametlidir, biz kullarına çokça merhamet eder.

Orucun farz olmasının hikmeti Rabbimizin bizi terbiye etmesi içindir. Nefsimizi, ahlakımızı ve yüreğimizi temizlemek, düzene sokmak için ve bizi şeytanın ve nefsin esaretinden kurtarması içindir… Elbette ki oruç Peygamber efendimizin söylediği gibi kalkandır. Oruç, bizim için sıhhattir. Bir Alman doktorun dediği gibi “Oruç, bıçaksız ameliyattır.” Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Kul bir gün Allah için oruç tuttuğu zaman Allah onu o gün sayesinde 70 yıl mesafesinde cehennem ateşinden uzaklaştırır.”3

Ramazan ayını oruçlu geçiren, gecelerini ihya eden, dilini gıybet dedikodu, iftira ve yalandan koruyan, kalbini kibirden riyadan, nefsini beğenmişlikten uzaklaştıran, karnını da her türlü haram kazançtan, faizden, rüşvetten, yetim malından uzak tutan ve aynı zamanda elini harama uzatmaktan, başkasına zulüm etmekten, haramı elle tutmaktan ve gözünü haram nazardan, haram bakışlardan, kulağını haram sözlerden, dedikodudan, küfür sözleri dinlemekten uzak tutan bir mümin elbette Allah’ın rızasını kazanacaktır… Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim yalan söylemeyi, yalanla iş görmeyi cehaleti terk etmez ise Allah’ın onun yemesini ve içmesini terk etmesini oruç tutmasına ihtiyacı yoktur.”4

Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Mazeretler

Kolaylık dini olan İslâmiyet, zorlukları ortadan kaldırmayı amaç edinmiştir. Bu sebeple kendilerinde bazı mazeretler bulunan kimselerin oruç tutmamalarını mubah kılmıştır. Oruç tutmamayı ya da tutulan orucu bozmayı mubah kılan bu mazeretler şöyle sıralanabilir:

  1. Sefer (Yolculuk) Hali: Yolculukta olan bir kişi oruç tutmayabilir. Zira Hz. Ayşe (r.a) validemizin bildirdiğine göre Hamza b. Amr el-Eslemî (r.a) Peygamber efendimize “Ey Allah’ın Resûlü, seferde iken oruç tutayım mı?’ diye sormuş, Efendimiz (sav) de ona şöyle cevap vermiştir: “Dilersen oruç tut, dilersen tutma.” Kişi, tutmadığı günlerin orucunu daha sonra gününe göre kaza eder. Bununla ilgili bir ayeti kerimede yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Kim hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun.”

Yolculuktayken oruca başladıktan sonra normalde dayanılamayacak bir sıkıntı ve zorluğa maruz kalan kişi orucunu bozabilir. Nitekim ashâb-ı kirâmdan Câbir’in rivayetine göre sevgili Peygamberimiz (sav) Hicret’in 8. yılında Mekke’yi fethe gitmek üzere Medine’den çıkarken oruç tutup yola koyulmuş, sahâbiler de onunla birlikte oruç tutmuşlardı. Medine’nin üst taraflarında Usfan mıntıkasındaki vadiye vardıklarında kendisine, “Oruç, insanları zora soktu; senden bir şeyler yapmanı bekliyorlar” denilmişti. O da kendisine bir bardak su getirilmesini istemiş, getirilen suyu herkesin gözleri önünde içmişti. Onun böyle yapması üzerine bazıları oruçlarını bozmuş, bazılarıysa oruçlu kalmakta devam etmişlerdi. Daha sonra bazılarının oruçlarını bozmadıkları haberi kendisine ulaştığında “Onlar asidirler, onlar asidirler!” buyurmuştur…

Yolculuk yapmakta olan kişinin -eğer zarar görmeyecekse- oruç tutması, tutmamasından daha hayırlıdır. Bununla ilgili bir ayeti kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 184) Ramazan orucunu eda etmekte olan kişinin yolculukta bu orucu tutmayabileceğini söylemiştik.

Ancak Ramazan ayı dışında yolculuk yapmakta olan bir kişi, acilen kaza etmesi gereken orucu yolculuk mazeretine sığınarak tutmamazlık edemez. Aynı şekilde bir kişi 1 ay süreyle oruç tutmayı adar da sözünü ettiği o aydan yolculuğa çıkarsa, mutlaka o ayda adak orucunu tutması gerekir. Yolculuk mazereti, onun bu orucu o ayda tutmayıp daha sonra ertelemesini mubah kılmaz.

  1. Hastalık Hali: Hastalık, oruç tutmamayı veya tutulan orucu bozmayı mubah kılan mazeretlerdendir. Takdir edilir ki her hastalık, oruç tutmamayı veya orucu bozmayı mubah kılan bir mazeret değildir. Oruç konusunda mazeret sayılabilecek olan hastalığın, kişinin oruç tutması halinde ölmesine ve hastalığının artmasına ya da iyileşmesinin gecikmesine yol açacak derecede ağır bir hastalık olması şarttır.

Oruç tuttuğu takdirde öleceğine veya duyu organlarından birinin fonksiyonu yitirmesi gibi ağır bir meşakkate ve ciddi bir sıkıntıya maruz kalacağına galip zanla kanaat getiren kişinin oruç tutmaması, tutmuş ise orucunu bozması gerekir. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Kendi kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara, 195) diyor. Başka bir ayette: “Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.” (Nisâ, 29) Hasta kişinin orucunu bozarken hastalık nedeniyle oruç bozma ruhsatından yararlanmaya niyet etmesi gerekir. Böyle bir niyeti olmadan orucunu bozması halinde günahkâr olur.

Hasta ve yolcu olduğu için Ramazanda oruç tutmayan kişinin Ramazan çıktıktan sonra bir dahaki Ramazan ayına kadar bu orucunu kaza etmemesi durumunda artık hem kaza orucunu tutması hem de fidye vermesi gerekir. Ama kaza etme imkânı bulduğu halde kaza etmeden ölürse velisinin onun yerine kaza etmesi mendup olur. Kaza etmezse bıraktığı terekeden her gün için, içinde bulunan beldenin en çok tüketilen gıda maddesinden 600 gramı yoksullara vermesi gerekir.

Abdullah b. Ömer’den gelen bir rivayette bu hüküm açıkça ifade edilmektedir. “Üzerinde Ramazan orucunun kazası bulunduğu halde ölen kişinin yerine (velisi) her bir gün için bir düşküne yemek versin.”5 Aynı konuda Hz. Ayşe validemiz Resûlullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Üzerinde oruç borcu bulunduğu halde ölen kişinin yerine velisi oruç tutar.”6

  1. Gebelik ve Çocuk Emzirme Hali:

Gebe kadının, kendisinin veya başkasının çocuğunu emzirmekte olan kadının, geçmiş tecrübesine veya uzman bir hekimin ifadesine dayanarak kendi şahsına veya emzirmekte olduğu çocuğa bedenî veya aklî bir zarar dokunacağına galip zanla kanaat getirmesi durumunda oruç tutmaması mubah olur. Bu hususta sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz yüce Allah, seferî kişinin üzerinden orucu ve namazın yarısını; hamile ve emzikli kadından da orucu kaldırdı.”7

Bu durumdaki kadınlar kendilerinin veya çocuklarının ölmesinden endişe ederlerse oruç tutmaları haram olur. Tutmadıkları oruçları daha sonra günü gününe kaza ederler. Ama sadece çocuklarına zarar gelmesinden endişe etmeleri sebebiyle tutmadıkları oruçları gününe gün kaza etmekle beraber, her gün için birer fidye vermeleri de gerekir.

  1. Yaşlılık Hali:

Senenin herhangi bir mevsiminde oruç tutmaktan aciz olan çok yaşlı insanların oruç tutmamalarının caizliği konusunda İslâm âlimleri görüş birliği etmişlerdir. Bunlar, oruç tutma gücünden yoksun oldukları için tutamadıkları oruçları kaza etmekle de yükümlü değildir. Ancak fidye olarak her günün orucu için bir yoksulu doyurmaları gerekir. Bununla ilgili bir ayeti kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Oruca gücü yetmeyenler bir yoksul doyumu fidye verirler.” (Bakara, 184)

Umut kesilen bir hasta, oruç tutmama hususunda yukarıdaki hükme tabidir. Yüce Allah, kullarını hiçbir işte zora sokmadığı gibi dinî konularda da zora sokmamıştır. Yüce Rabbimiz bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: “Allah dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.” (Hac,78) Oruç tutmayacak derecede yaşlanmış bir kişi veya iyileşmesinden umut kesilen bir hasta, oruç tutmayı adarsa, adaklarını yerine getirmesi gerekmez. Çünkü bunlar oruç tutmaktan acizdir. Onlar, oruç tutmaya dair ilahi emrin muhatabı değildirler.

Ramazan orucunu tutmadığı için fidye vermesi gereken çok yaşlı veya iyileşmesi umulmayan ağır bir hasta, yoksul ise fidye verme yükümlülüğü ortadan kalkar. Ama daha sonra mali durumu iyileşirse fidye vermesi gerekir. Vermeden ölürse terekesinden verilmesi gerekir. Ramazanda oruç tutmaktan aciz olan, ama Ramazanda tutamadığı orucu daha sonra kaza etme gücüne sahip olan kişinin, bu orucu kaza etmesi gerekir.

En sahih görüşün mukabili olan görüşe göre yaşlılık veya iyileşme umudu bulunmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutulmaması sebebiyle fidye vermek gerekir. Ancak yükümlü kişi bu fidyeleri ödeyebilecek mali imkâna sahip değilse fidye yükümlülüğü üzerinden kalkar, daha sonra malî imkâna kavuşsa bile fidye ödeme yükümlülüğü geri gelmez.

  1. Aşırı Derecede Acıkma ve Susama Hali:

Ölmesinden veya aklının noksanlaşmasından ya da organlarından bazısının işlerliğini kaybetmesinden korkulacak derecede şiddetli bir açlık veya susuzluğa maruz kalan kişinin oruç tutmaması ya da tutmuş olduğu orucu bozması caizdir. Böyle bir kişi ölmekten korkarsa oruç tutması haram olur. Nitekim Allah, bir ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır: “Kendi kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara, 195) Böyle bir kimse daha sonra imkân bulduğunda orucunu kaza eder. Bu kişinin fidye vermesi gerekmez, aynı zamanda bu kişi kefaret ile de yükümlü olmaz.

  1. Ağır İşte Çalışma Hali:

Maden ocaklarında, yer altında, sıcaklık derecesi çok yüksek olan fırınlarda ve benzeri riskli ve ağır işlerde çalışan kimseler, oruç tuttukları takdirde ciddi bir zarara uğrayacaklarsa; sahura kalkıp niyet etmelidir. Bu kişiler çalışma esnasında aşırı derecede acıkır veya susar ve bu nedenle bedenî bir zarara maruz kalmaktan korkarlarsa oruçlarını bozmaları caiz olur. Bunların bozdukları oruçlarını daha sonra imkân bulduklarında kaza etmeleri gerekir. Çalışırken bedenlerine bir zarar isabet ederse oruçlarını bozmaları vacip olur.

  1. Oruçla İlgili Çeşitli Hükümler:

Buraya kadar anlatılanlar, oruç tutmamayı ve tutulan orucu bozmayı mubah kılan mazeretlerin en önemlileriydi. Başlamasından sonra delirmesi veya ya da bir kadının nifas halinin başlamasına gelince, bu durumlarda da oruç bozmak mubah olur. Hatta oruç tutmamak gerekir. Tutulsa da sahih olmaz. Ancak özel halleri sebebiyle Ramazan ayında oruç tutamayan kadınların, tutmadıkları oruçları Ramazan ayından sonra kaza etmeleri gerekir.9

Mazerete binaen orucunu bozan kişinin günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması hiçbir mazereti olmaksızın orucunu bozan kişinin, -işlediği bu suçun cezası olarak- günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması, yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden uzak durması gerekir. Geceleyin fecirden önce oruca niyet etmeyi unutan kişinin de böyle yapması gerekir. Çünkü bunun unutulması, oruç ibadetine gereken ilgiyi göstermediğini hissettirmektedir. Bu da bir nevi taksir ve eksikliktir…

Bir kişi yevm-i şekte (Ramazan olup olmadığının belli olmadığı gün) oruç tutar da bu orucunu bir şey yiyerek veya içerek bozarsa ve ardından o günün Ramazan olduğu ortaya çıkarsa hilali gözetlemede gereken gayreti göstermeme suçunu işlediğinden dolayı günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması ve o günün orucunu bir an evvel kaza etmesi gerekir. Muteber olan görüş budur.

Ramazan ayında gündüz bir çocuk buluğa erer veya deli akıllanır yahut gayrimüslim bir kişi Müslüman olursa, artık o günün orucunu eda etmeye yetecek kadar zaman kalmadığından, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması gerekmez. Ancak bu sayılanlardan İslâm’a giren gayrimüslimin veya akıllanan delinin, mezhepler arası ihtilaftan sakınmış olmak için o günün orucunu kaza etmesi mendub olur.

Oruçlarını bozmalarından sonra seferî veya hasta kişilerin seferîlik veya hastalık mazeretleri sona ererse, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranmaları vacip olmayıp müstehaptır. Müstehaplığı da Ramazan-ı şerîf ayına olan saygıdan dolayıdır.

Aynı şekilde hayızlı veya nifaslı kadınlar, Ramazan ayında gündüz bu halleri sona erip temizlenirlerse, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranmaları vacip olmayıp müstehaptır. Çünkü mazerete dayanılarak hak edilen ruhsatın kullanılmasından sonra mazeretin ortadan kalkması, artık ruhsatın kullanımını etkilemez.

Hanefî mezhebine göre Ramazan ayında mazerete binaen de olsa orucu bozulan kişinin mazereti ortadan kalktıktan sonra günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması gerekir. Fecrin doğmasından sonra temizlik dönemine giren hayızlı veya nifaslı kadının, sefer hâli sona eren yolcunun, şifa bulup iyileşen hastanın, kendine gelip akıllanan delinin, buluğa eren çocuğun, İslâm’a giren gayrimüslimin, Ramazanı şerîf ayına saygı adına günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması vacip olur.

Bahsedilen bu kişilerden İslâm’a giren gayrimüslim ile buluğa eren çocuk hariç, diğerlerinin tutmadıkları oruçları kaza etmeleri gerekir. Çünkü bu ikisi, o gün fecrin doğuşu esnasında oruç tutmakla yükümlü değillerdi.”8

Kaynakça

1) Buhârî, Savm, 5. 2) Müslim, Siyâm, 164. 3) Buhârî, Müslim, Nesâî, Tirmizî. 4) Buhârî, Savm, 2. 5) Tirmizî, Savm, 23. 6) Buhârî, Savm, 42. 7) Nesâî, Siyâm, 51. 8) Tahtavî, s. 370-371. 9) Şâfiî Fıkhı, Mehmet Keskin,1/486-494.

 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?