Ruhun açlığını, kalbin katılığını, bedenin uyuşukluğunu ortadan kaldırmanın adıdır Ramazan… Günahlara karşı kalkan, şeytana ve onun hoşuna giden şeylere isyan, nefislerimizi itaate alıştırmanın adıdır Ramazan… Ramazan; bilenmenin, kendini tutmanın ve Allah’a tutunmanın adıdır. Lezzetleri, şehvetleri, arzuları ve istekleri, Allah emretti diye bırakmanın adıdır Ramazan… Halden anlamanın adı, Allah’ın emirlerine karşı dikkatini toplamak, hayatın zorluklarına karşı hazırlık yapmak, ahirette biçmek üzere dünyaya tohum ekmektir Ramazan… Nefsi Allah ile doyurmaktır, kulluğa ivme kazandırmaktır Ramazan…
Ramazan Uyuşukluk Ayı Değildir
İftarda tıka basa yiyip sonra üşene üşene kılınan bir akşam namazının, jet hızıyla teravihi kılan bir imamın arkasında eda edilen bir teravih namazının, sahura kadar gırgır şamata ile geçen bir gecenin, yenilen sahurdan sonra apar topar kılınan bir sabah namazının ve nerdeyse iftarın öncesine kadar uyku ile geçirilen bir günün; ruhumuzdan, takvamızdan aldıkları, takvamıza kattıklarından daha fazladır. Attığı birkaç adımın hesabını yapan, nerdeyse günlerin tamamını ataletle geçiren bir Müslüman, Ramazan’ı anlamış değildir. Arzulardan sıyrılıp bedeni taşıması gereken ruhun, Ramazan ayında bedeni taşıyamayacak hale gelmesi, Ramazan olabilir mi?
Ruhumuzun eğitim kampı olması gereken Ramazan’ı, bedenin dinlenme kampına çevirirsek takvaya ne kadar ulaşabiliriz? Böyle bir zihniyetle geçirilen bir oruç, manevi hayatımıza ihya ve inşa yerine; imha ve yıkım getirir. Belki de Ramazan’ın hemen akabinde amellerimizin dumura uğraması, bundan dolayıdır. Dolup taşan camilerin Ramazan’ın bitimiyle yalnızlaşması, Kur’an’ların raflarda tozlanmaya terk edilmesinin başka bir nedeni ne olabilir ki!
Ramazan Arınma Ayıdır
“Ey iman edenler, sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılındı.’’ diye buyuran Rabbimiz, geçmişten örnek vererek ayılmamızı ve uyanmamızı; “Umulur ki, korunursunuz (sakınırsınız).” buyurarak da, arınmamızı murat etmektedir. O halde bizler, günahlarla kirlenen kalplerimizi tövbeyle, dünyevileşmeyle bozulan rotamızı uhrevileşmeyle, nefsimizin arzularına mahkûm olmuş günlerimizi vahiyle onarmak için çaba ve gayret göstermeliyiz.
Her Müslüman bu şuurla Ramazan’ı yaşarsa ümmet, bu zilletten kurtulabilir. Özlediğimiz arınma ve ayılma, zafer ve fazilet; sosyal medya mesajlarındaki temennilerle, kadir gecesi mesajlarındaki süslü ifadelerle gelmez ve gelmeyecektir de! Ramazan’da Bedir, Endülüs ve Ayn Calut zaferini bahşeden Allah; bugün de zaferi, dünya hayatını zindana çeviren, mutluluğu başkasının mutsuzluğunda arayan ve medeniyetini mustazafların (zayıf insanların) ümitlerini ortadan kaldırma üzerine bina eden şer güçlere fırsat vermemek için meydanı boş bırakmayanlara verecektir.
İslam ümmeti için ölüm-kalım savaşlarından biri olan Ayn Calut’ta, komutan olan Muzaffer Seyfeddin Kutuz; savaş sırasında atından inip şahadeti isteyerek şöyle haykırmıştı: “Vah İslâm’ım! Ben senin bu halde olmana nasıl razı olurum?” Böylece bir milyona yakın Müslümanı katleden Moğolları mağlup etti. Bu Ramazan, Müslümanların ruhlarında bu uyanışı gerçekleştirmedikçe ümmetin bu zilletten kurtulması mümkün değildir.
Ramazan, Bizim İçin Kalkan Olmalıdır
Ramazan; irademizi esir alan bağımlılıklardan, kulluğumuzun kalitesini yok eden afetlerden, rehavet ve gafletten bizleri koruyacak manevi bir savunma mekanizması oluşturmalıdır. Böyle olunca oruç; bizi sırat-ı müstakimde tutar, ruhumuzun prangalarını kırar. Böyle olunca oruç, midemizi koruyup eğittiği gibi elimizi, dilimizi de korur. Bu ay bize, on bir ay yetecek bir dinamizm kazandırmalıdır. Ramazan öncesinde mutfaklar için yapılan hazırlıklar, takvanın takviyesi için de yapılmalıdır. En az sofralarımızın zenginliği kadar ruh dünyamızı da zenginleştirecek programlar hazırlamak gerekir. Bahar temizliği yapılan bir ev bile bizi bir yıl götürebiliyorsa Ramazan ile kulluğumuzu bozan şeylerden de temizlenerek yılı çıkarabilmemiz gerekir. Ramazan’dan bir hafta sonra tanınmayacak kadar bir kalite kaybına uğrayan Müslüman, Ramazan’ı kalkan edinememiş demektir.