Yine, yeni bir “üç aylar” sürecinin içerisindeyiz çok şükür. Bunun bilincinde olanlar için bir hatırlatma yapmak ve nasıl bir süreçte olduğumuzun farkında olmayanlar için de aslında ne kadar önemli bir süreçte olduğumuza vurgu yaparak başlamak yerinde olacaktır. Üç aylar hicri aylar içerisinde en kıymetli aylardan olup, bu aylara kıymetini veren şey ise içerisinde barındırdıkları özel ve kıymetli gün ve gecelerdir. Bu aylar Recep, Şaban ve Ramazan aylarıdır. Bu üç ay içerisinde regaib, miraç, berat ve kadir gecesi mevcuttur. Bu aylarda yapılan ibadetlerin faziletleri ile ilgili olarak birçok rivayet vardır. Bu rivayetlerin bazıları mevzu ve zayıf rivayetler olsa da sıhhat derecesi yabana atılamayacak düzeyde olan rivayetler de vardır. Ayrıca birçok âlim, amellerin fazileti gibi konularda zayıf hadisle amel edilebileceğini belirtmiştir. Herhangi bir günün diğer günlerden faziletli olması, o günde yapılan ibadetlere kat kat sevapların verilmesi gayet mümkündür ki, bunun örneğini açıkça Kadir gecesinde görmekteyiz. Hülasa bizler, şu sıralarda çok kıymetli gün ve geceleri içerisinde barındıran aylar içerisindeyiz. Bu konuda aktarılan rivayetlerin sıhhatleri, istenilen seviyede olmayabilir ancak tüm rivayetleri birleştirerek okuduğumuzda ortaya çıkan sonuç bizler için çok önemlidir. O da bu zamanlarda yapacağımız her iyiliğin, tutacağımız her orucun, kılacağımız her namazın, vereceğimiz her sadakanın ve yapacağımız diğer tüm ibadetlerin kıymetinin ve sevabının, başka bir zamanda yapılan ibadetlerden kat kat fazla olduğudur.
Hiç şüphesiz bu aylar içerisinde en kıymetli olan ay Ramazan ayı ve en kıymetli gece de Kadir gecesidir. Ramazan ayının kıymetini ve kıymetli olmasının sebebini bizzat Allah u Teâlâ bizlere bildiriyor:
“O Ramazan öyle bir aydır ki insanlar için hidayet olan (doğru yolu gösteren) ve furkan olan (hak ile batılı ayıran) Kur’an o ayda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya ulaşırsa artık onda oruç tutsun. Kim de hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu,) sayıyı (kolay) tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz içindir. Böylece şükredersiniz.” (Bakara: 185)
Ayet-i kerimede de anlatıldığı şekilde, içerisinde Kur’an-ı Kerim’in inmiş olması (bir başka görüşe göre inmeye başlamış olması) gibi önemli olayları içerisinde barındırması sebebiyle Ramazan ayına ‘on bir ayın sultanı’ adı verilmiştir. Bu mübarek ayda yapılması gerekenlerin bir kısmını Allah u Teâlâ bizlere bizzat bildirmişken diğer kısmını Peygamber Efendimiz (s.a.s.) gerek uygulamalarıyla gerekse de sözleriyle bizlere öğretmiştir. Diğer adıyla ‘Kur’an ayı’ olan bu ayda bol bol Kur’an-ı Kerim okunması, ayetler üzerinde tefekkür edilmesi, bu değerli ayın hakkını verebilmek için yapılması gereken en önemli ibadetlerden biridir. Yine bu ayda gündüzleri oruç tutmak farz kılınmış, gecelerin de başta teravih namazı olmak üzere ibadetle geçirilmesi tavsiye edilmiştir. Bu ayda yapılan her ibadetin faziletinin kat kat fazla olmasının bariz örneği de; bozulan orucun kazasının 60 gün tutulmasıdır. İşte görebildiğimiz kadarıyla en azından bu ayda tutulan bir günlük oruç, normal günlerde tutulan altmış günlük oruca bedeldir. Çünkü Ramazan dışındaki bir orucu kasten bozacak olsanız kazası gününe gün tutmaktır. Oruç örneğinde olduğu gibi diğer ibadetlerde de durum aynıdır. O yüzden bu zamanları fırsat bilip ibadetlerimizi arttırmamız ve bu fırsatları değerlendirmemiz gerekir. Çünkü bir sonraki Ramazan ayına kimsenin kavuşacağına garantisi yoktur, nice kişiler önceki Ramazan’da hayatta oldukları halde bu Ramazan’a kavuşamamışlardır.
Dikkat etmemiz gereken bir nokta da Allah’ın bizlere rahmetidir. İbadetlere sevapları kat kat verirken işlenen günahlara ise sadece misli kadar günah yazılmaktadır. Ancak, şeytan kimseyi Allah’ın rahmetiyle kandırmasın, çünkü böyle güzel zamanlarda işlenen günahların her ne kadar misliyle cezası verilecekse de Allah’ın gazabını celb etmeyeceğine kimsenin garantisi yoktur. Buna örnek olarak da yaşlı bir insanın zina işlemesiyle genç birinin işlemesinin kıyaslanması verilebilir. Her ikisi de bir günah işlemiştir ancak yaşlı olanın o günahı işlemesi daha çirkin görülmüştür. Bunun şeriatta da karşılığı; zina işleyen kişinin evli olup olmaması farkının göz önünde bulundurulmasıdır. Sonuç olarak, normal günlerde işlenen günahlar ile böylesi güzel günlerde işlenen günahların bir olmayacağını bilip bu sebeple böylesi günlerde günaha düşmemek için çok daha titiz olmamız gerekir.
Ramazan ayında yapılacak en önemli ibadetlerden biride ‘İnfak’ ta bulunmaktır. İnfak etmek; Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla muhtaçlara bir şeyler vermektir. Verilen şey genelde mal olarak algılanıyor ancak kişi sadece malından değil aynı zamanda Allah’ın kendisine verdiği tüm nimetlerden bir kısmını vermekle sorumludur. Örneklerle açıklayacak olursak; mesela Allah bir kişiye mal, mülk ve zenginlik vermişse o kişi o mallarının infakını fakir-fukara ve garibanların ihtiyaçlarını karşılamakla, ilim vermişse verilen ilmin infakını öğrenci yetiştirmekle, ustalık verilmişse çırak yetiştirmekle ve hayırlı işler yapmakla, çocuk vermişse Allah yolunda yetiştirmekle ödeyebilir. Örnekler artırılabilir ancak bu örnekler maksadın anlaşılması için yeterlidir. Birçok ayette infakta bulunmanın önemi üzerinde durulmuştur. Bu ayetlerde dikkati celbeden noktalardan biri de infakın sadece bollukta değil darlıkta da yapılması gerektiğidir. Çünkü Allah u Teâlâ cennete koşan takvalı kişilerin özelliklerini anlatırken onlardan şöyle bahsetmektedir:
“Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran: 134)
Bir başka ayet-i kerimede ise nelerden infak edileceği sorusuna, Allah u Teâlâ ‘ihtiyaçtan fazlası’ şeklinde cevap veriyor. Kişi kendisi muhtaç duruma düşmeyecek şekilde malından infak etmelidir. Burada yine dikkat edilmesi gereken bir husus vardır: Kişi kendi ihtiyacı olduğu halde mümin kardeşinin ihtiyacını karşılamaya çalışıyorsa buna ‘isâar’ denilir ki bu da infakın zirvesidir. Ve Allah u Teâlâ bizzat ayet-i kerimede açıkça överek bu davranışı zikretmiştir:
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.” (Haşr: 9)
Rabbim bizleri, ömür fırsatını en iyi şekilde değerlendiren ve sahip olduğu maddi-manevi tüm imkânları, onların gerçek sahibi olan Allah’ın rızasına muvafık bir şekilde hayır yollarına infak eden müminlerden eylesin…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?