Şehit olmayı istemek sıradan bir temenni ya da geçici bir heves değildir! Şehitlik, içten bir arzunun ve samimi bir gayretin ürünüdür. Kimin şehit olduğu kadar, kimin şehitliğe yakıştığı ve kimin şehadeti yaşadığı da önemlidir. Kendisine şehadet nasip olanları gördüğümüz zaman şehadetin onlara ne denli yakıştığını ve bunu ne kadar hakkettiklerini o zaman anlarız ama artık çok geç olmuştur. Yerinde oturan, gayret göstermeyen, inandıkları hususlarda bedel ödemeyi göze almayanlar şehit olamazlar. Şehitler karaya oturmuş hakikatleri canları pahasına denize çeker ve o hakikatleri olması gereken mecraya alırlar. Onlar bir hakikat meşalesi gibi öncüdürler, samimiyet kılavuzudurlar, karanlık fırtınalarda deniz feneridirler. Canını ortaya koymuş bir şahsiyetin önünde hiçbir güç duramaz! Bir millette şehadet ruhu ne kadar güçlüyse, o milletin kaleleri o kadar sağlamdır. “Kim canı gönülden/sadakatle şehadeti isterse; o kişi şehit olmasa da ona şehitlik sevabı verilir.” (Müslim) “Ameller niyetlere göre” değil midir? Ne demek canı gönülden şehadeti istemek? Sıradan bir niyetin/isteğin ötesinde; onlar yoğun bir uğraş içindedirler. Cihat ehlidir ve hazırdırlar. İnfak ehlidir ve her daim verirler. Hayır ordusuna katılamasalar da “Osman (r.a) gibi bütün varlıklarını ortaya koymaya azimlidirler. Kalbi imanla dolu nice müminler vardır ki onların en büyük dertleri, Allah yolunda bir işe yaramak, öncü bir hizmet yapmak ve ölümleri pahasına bir çığır açmaktır.
Şehadet bir netice ise; o neticenin hazırlığı, adımları, başlangıcı da çok önemlidir.
Şehitlik bir seçimdir/seçmedir! Allah’ın bazı kullarını seçmesi ve onları hakikatin ışığı yapmasıdır. Kişi bu neticeye ulaşmak istiyorsa, adımına, hazırlığına ve bütün haline dikkat etmesi gerekmektedir. Bir hadisinde efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Kim şehitliği sadakatle arzular (gereğini de yerine getirirse) yatağında ölse dahi Allah onu şehitler menziline ulaştırır” (Müslim) Şehitler; evliyalar gibi yaşarlar, muttakiler gibi korkarlar, zahitler gibi dünyayı ellerinin tersiyle iterler, abidler gibi şefkatli, zâkirler gibi kalpleri Allah korkusuyla titrektir. Yüce Allah’a kanlarını, canlarını, varlık ve rahatlarını teslim eder ve karşılığında onun rıza ve sevgisini talep ederler. Cennet bile umurlarında olmadığından, Allah onlara bir ikram olarak şefaat hakkı verir. “Şehit ailesinden yetmiş kişiye şefaat eder” (Ebu Davut)
Şehadeti arzulayan kişi ihlas kaynağıdır. Kendisi övüldüğü zaman ameli çoğalmaz, yerildiği zaman ise ameli azalmaz. O, baki hakikatler için yaşar ve bu hakikatler için fedakârlık gösterir. Kıyamet günü hesap için huzura çıkarılacak kişilerden biri de “şehittir”. Ona “ne için öldürüldüğü” sorulur. Oda, Allah için savaştığını ve bu uğurda öldürüldüğünü söyler. Kendisine “Yalan söyledin, bilakis sen, sana cesur/kahraman denilsin diye savaştın” denilir de ardından yüzükoyun cehenneme sürüklenir. Şehadeti hissetmek, gereğini yapmak ve sadakatle yaşamak gerekir. Kalbi ihlas madeni/menbaı olan kişi Allah eridir. Çalışır, çabalar, uğraşır ve amelini göstermez. Bırakın yapmadığı bir şeyle övünmeyi, yaptığı bir şeyin duyulmasını dahi istemez. Etrafınızda şehit olanları bir düşünün ve nasıl da Yüce Allah’ın onları seçtiğini tefekkür edin. Allah layık olmayana vermez, layık olanı da geciktirmez…
Şehadeti arzulayan kişi “mücahittir”. Cihat eridir, teri kurumaz, kimse onu durduramaz. O, amelden amele, hayırdan hayra koşar. İmanı ve davasının hizmetindedir. Kışlasında emir bekleyen asker gibi eli tetiktedir. Mukaddesatı ve ümmeti için onun yapamayacağı bir şey yoktur. Hayatında yüce bir ahlak üzeredir, evinde hayatı bereketlidir, işinde örnektir, ticaretinde tevazu ehlidir, muhtaca gönlü şefkatle doludur, zalimlere sağlam bir kale gibi engeldir. Okur, öğrenir, dertlenir ve rahat uyuyamaz. Yapması gerekenin en iyisini yapmaya kilitlidir. Onlar, itkan mührünü taşıyan azizlerdir ve şehitlik bunlar gibi mücahitlere nasip olur. “Ama bizim uğrumuzda mücadele/cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.” (Ankebut, 69)
Şehadeti arzulayan kişinin en büyük hedefi haksızlığın bitmesi, insanların doğru yolu bulması ve adil bir dünyanın oluşmasıdır. Son nefeslerinde bile hakikate zarar gelmesini ve mücadelelerinin boşa gitmesini istemezler. “Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz! Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir. Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O’na döndürüleceksiniz. O’ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların (putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar. İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum. Şüphesiz ben, Rabbinize inandım, beni dinleyin. (Kavmi ise onu taşa tuttular ve öldürdüler de kendisine:) ‘Cennete gir!’ denildi. (O da:) ‘Keşke Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve beni ikram edilenlerden kıldığını kavmim bilselerdi!’ dedi. (Yasin, 20-27) Sahabeden Hubeyb bin Adiyy kıssası bunun en bariz örneğidir. “Müslüman olarak öldükten sonra, ne şekilde can verirsem vereyim, önemli değil. Çünkü bütün çektiklerim, Allah ve Resulullah içindir. Yüce Allah dilerse, parça parça edeceğiniz vücudumun zerresini, lütfu ile cennetine alır” diyen sahabiye idam edilmeden önce “Muhammed’in senin yerinde olmasını ve senin de şu an evinde rahatça oturmanı ister misin” diye sordular. O da (radiyallahu anhu) Ben Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) değil benim yerimde olmasını, Medine’de yürürken ayağına bir diken bile batmasına asla razı olmam! dedi.
Şehadet arzusu içerisinde olanlar Allah korkusu ile yaşarlar ve Yüce Allah’ın korkusundan başka bir korku yaşamazlar. Allah korkusu onları şefkat ve merhametle yoğururken onlar da müminlere karşı tevazu içerisindedirler. Allah’ın emir ve yasaklarına hürmetsizlik eden kişilere karşı da korkusuz ve sebat ehlidirler. “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Maide, 54)
Şehitler hayatlarını, rahatlarını ve en değerli varlıklarını vermelerine karşın, hayatı veren yüce Mevla onlara bambaşka bir hayat vermiş ve “sakın onlara ölü demeyin” ikramında bulunmuştur. Bizim bilmediğimiz, anlamadığımız ve algılayamayacağımız bir müjde… “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Ali İmran, 169-170)
Şehadet çabadır, cihat ve imandır. Şehadet sadece ölmek değildir, manadır! Şehadet yorulmak, arzulamak ve en değerli anda daha değerli davaya kanat çırpmaktır. Şehadet, evlilik sabahında sıcak yatağı bırakıp kılıcı kuşanmak, millet ve ümmet sevdasıyla cennette yıkanmaktır. Şehadet, ölümü bir sanata çevirme becerisidir. Şehitlik korkutmak değil müjdelemektir. Şehadet, güzel ahlak ve yumuşak bir huydur. Şehitler sadece hainleri ve Allah düşmanlarını korkuturlar. Müminlere müjde, zalimlere korku olurlar. Onlarla hak korunur, cepheler muhkemleşir ve müminlerin ümitleri yeşerir. İslam’ın ilk şehitleri Yasir ve Sümeyye (r.a) akideyi korudukları için, Said b. Cubeyr adaleti savunduğu için, Ebu Hanife emanete sahip çıktığı için, Hasan el-Benna, Seyyid Kutub ümmeti uyandırdıkları için, Ahmet Yasin Kudüs’ü yalnız bırakmadığı için, Mevdudi, B.Said Nursi, Said Palevi, Bangledeş’li Abdulkadir Molla… Mavi Marmara ve 15 Temmuz şehitleri… modern! dünyanın zulüm saltanatına dur dedikleri için bizlere örnek oldular. Olayların seyri onlardan sonra çok değişti ve değişmeye devam edecek…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?