3 Mart 1924’te hilafetin kaldırılması ile her anlamda darmadağın edilen İslâm dünyasının, Osmanlı sonrasında maruz kaldığı büyük yıkıntılar arasında İmâm Hasan el-Bennâ, 22 Mart 1928 yılında Müslüman Kardeşler cemaatini kurarak ortaya çıktı. Müslüman Kardeşleri kurduğu günden beri yeniden bir İslâm devletinin ihyası, hilafet makamının iadesi, Kudüs’ün özgürlüğüne kavuşturulması ve Müslümanların izzetinin tesis edilmesi için çalıştı. Müslümanların ne yapacaklarını bilmedikleri bu günlerde dava, davet fıkhı metodunu ve ilkelerini ortaya koydu.

Sadece Müslüman bireyin, ailenin ve toplumun yeniden inşa edilmesinde değil, Müslümanların siyasal anlamda da yeniden güçlenmesi konusunda sistemli çalışma yöntemlerini öğreterek büyük bir mücadele ortaya koydu. Böylelikle İmâm Hasan el-Bennâ’nın tesiri sadece doğduğu Mısır’da değil, tüm Müslümanların yaşadığı coğrafyada etkili oldu. Bunu fark eden sömürgeci güçler ve işbirlikçileri ne yapsalar da başta Filistin’de, Mısır’da, Irak’ta ve Suriye’de Müslüman Kardeşleri durduramayacaklarını anlayınca onu ortadan kaldırmanın planlarını yaptılar1.

İngiltere, henüz yeni ilan edilen işgalci İsrail, Amerika, Fransa, Ürdün Kralı, Mısır Kralı, Mısır Başbakanı ve Arap liderleri 1948’in Aralık ayı sonunda uluslararası gizli bir toplantı ile İmâm Hasan el-Bennâ’yı öldürme kararı aldılar. Bu sırada İmâm Hasan el-Bennâ: “Mademki Müslüman Kardeşler cemaatini feshettiniz ve Mısır’da olsun, Filistin’de olsun tüm üyelerini tutuklayıp Tur Dağındaki sürgün kampına gönderdiniz; ‘Öyleyse beni de tutuklayınız. Çünkü onları eğitip yetiştiren benim. Beni tutuklamamakla öldürmeyi planlıyorsunuz. Kardeşlerim zindanda iken, burada serbestçe dolaşmam bana haram olsun. Kardeşlerimi salıvermeniz karşılığında ben de herhangi bir Arap ülkesine gidip orada yaşamayı kabul ederim. Rabbime hicret etmiş olurum.”

Hainler hayır, dediler. ‘Öyleyse dedi Üstat; İhvân ile hükümet arasında arabuluculuk yapan Hacı Abdullah Nebravî’nin çiftliğinde sınırlı ikametim sağlansın.’ Yine hayır dediler. Üstadın ruhsatlı tabancasına el koydular. Binmekte olduğu otomobile el koydular. Otomobil kız kardeşi Fatıma’nın kocası Abdülhâkim Âbidîn’in idi.

Üstadın polis olan kardeşi Abdülbasit el-Bennâ komplonun ayak seslerini duymaya başlayınca onu mutlaka koruması gerektiğini anladı. Ama ona fırsat vermeden tutuklayıp hapse attılar. Artık her şey daha belirgin bir biçimde ortaya çıkıyordu. Planlanan komplo, sinyallerini vermeye başlamıştı. Üstada gizlenmesi veya kaçması yolunda kendisine tavsiyelerde bulunuldu. Gülümseyerek şu mısraları okudu.

Ne gün gelir ölüm dayanır kapıma,

Gücü yetmez kimsenin bellidir o gün,

Kaçmak mı, böyle bir günde asla!

Kurtarmaz takdirden, tedbir dediğin.

Bu durumda bile İmâm el-Bennâ, kocaları ve babaları Tur Hapishanesinde silah çemberi içine düşen cemaat üyesi kardeşlerinin aç kalan aile ve çocuklarına baba şefkati gösterdi. 150 cüneyh ödünç para alarak doğruca merhum Abdüllatif Şa’şaî’nin evine giderek: “Ey Abdüllatif, bu meblağı filancadan ödünç aldım, eğer yaşarsam ben öderim, şayet ölürsem sen halledersin. Bu meblağı al yiyecek, içecek bulamayan dullara, açlara, yoksullara bölüştür.” dedi.

İslâm davetçisi hiçbir suretle davetinden geri durmaz. Onun uğrunda her türlü güç engeli aşar. Hayat, kamış boru içine doldurulmuş su gibidir, dışarı taşması önlenemez. İşte o nedenle İmam kurucu üyesi de olduğu Kahire Müslüman Gençler Cemiyeti’ne gidip geliyordu. Bu cemiyetle olan iyi ilişkilerinin sürmesine büyük önem veriyordu. Hem de başka hiçbir cemaatin başaramadığı şekilde dört bir yana yayılıp serpilen kendi cemaatinin onca külfeti altında yorulurken!

Sık sık gittiği bu cemiyette Müslüman gençlerle oturur ve onlarla din konusunda sohbetler yapardı. Bir gece onlara rüyasını anlattı: “Rüyamda Ömer b. Hattab (r.a) efendimizi gördüm. Yanıma gelerek sesinin en yüksek tonuyla; ‘Yakında öldürüleceksin ey Hasan.’ dedi. Uyanıp kalktım. Allah’a hamd ettim. Sonra tekrar uyudum. İkinci kez bir ses geldi: ‘Yakında öldürüleceksin ey Hasan.’ diyordu. Kalktım, sabaha kadar namaz kıldım. Bunlar gökten gelen uyarılardır. Allah’a kavuşmak için hazırlık yapmam isteniyor.”

9 Şubat 1949’da İmâm el-Bennâ’nın yanında ikametine izin verilmesini istediği Abdullah Nebravî tutuklandı. Nebravî aynı zamanda Genel Mürşit İmâm el-Bennâ ile hükümetin arasını bulmaya çalışıyordu. İlerleyen günlerde de Müslüman Gençler Cemiyeti yönetim kurulu üyesi ve Sağlık Bakanlığı Büro Müdürü Muhammed Nağî, Başbakan İbrahim Abdülhadi’nin de yakını olan Posta İşleri Genel Müdürü Ali Zeki de tutuklandı.

10 Şubat Cuma günü Muhammed Nağî, Üstat el-Bennâ’yı yanına çağırdı. Bu işle de Müslüman Gençler Cemiyeti Gençlik Şubesi Başkanı Muhammed Yûsuf el-Leysî’yi görevlendirdi. Üstat el-Bennâ’nın evine giden el-Leysî, onu 11 Şubat Cumartesi akşamı saat 17.00’de Müslüman Gençler Cemiyeti binasında Nağî ile görüşmeye çağırdı. Görüşme sırasında Nağî telefonla devlet bakanının evini aradı ama ulaşamadı. Üstat, akşam 20.00’ye kadar Nağî ile birlikte arabulucu devlet bakanını bekledi. Ancak bakan gelmedi. Bunun üzerine Nağî ertesi gün yani 12 Şubat Cumartesi günü sabah görüşmek üzere ayrılıp gitti. Nağî’nin üstattan istediği şey, halen Filistin’de kullanılan bütün silahları ve kardeşlere ait radyo istasyonunu teslim etmeleri idi.

Üstadın cevabı şu oldu: “Bu herkesin bildiği bir şeydir. Ancak konunun enine boyuna araştırılması ve bir sonuca varılması için tek yol, tutukluların salıverilmesidir.’ Saat 20.15’te Üstat, kız kardeşi Fevziye’nin kocası Avukat Abdülkerim Mansur ile birlikte çağırdıkları bir taksiye binmek için aşağıya indi. el-Leysî kapıya kadar onları uğurladı. Bu sırada cemiyet müstahdemi geldi ve el-Leysî’ye, ‘Telefondan isteniyorsun, cinayetin sonucu soruluyor.’ dedi. el-Leysî derhal geri dönmüştü.

Üstat bir de baktı ki, her taraf zifiri karanlık ve Müslüman Gençler Cemiyeti’nin bulunduğu Ramses Caddesi’nin ışıkları tamamen söndürülmüş. Cadde üzerindeki kahvelerde oturanlar da oradan uzaklaştırılmıştı. Ayrıca trafik durdurulmuş ve vasıtalara başka bir geçiş yolu verilmişti. Ta ki, İmâm el-Bennâ cemiyet binasından çıktığında kapının hemen yanındaki taksiden başka bir taksi bulamasın diye.

İmâm el-Bennâ, beraberinde damadı Avukat Abdülkerim Mansur ile birlikte arabaya biner binmez birden kurşun yağmuruna tutuldu. Gözü dönmüş caniler kurşun yağdırıyorlardı. Kurşunlarını boşalttılar ve 9979 numaralı siyah polis arabasıyla kaçtılar. Bu alçakça komployu düzenleyenlerin, Muhammed Said ve Ahmet Hüseyin adlı iki sivil polisle birlikte General Mahmut Abdülmecid olduğu anlaşıldı.

Plana göre Şehit İmâm el-Bennâ’nın başı Kral Faruk’a, doğum günü olan 12 Şubat armağanı olarak sunulacaktı. Neyse ki, İmâm Hasan el-Bennâ güçlüydü. Gençti ve henüz 43 yaşındaydı. İmâm el-Bennâ’nın yarası ölümcül değildi. Ama damadı ağır yaralı durumdaydı ve ölümle pençeleşiyordu. İmâm el-Bennâ arabadan indi ve kaçanları bir süre kovaladı, otomobilin plaka numarasını alarak cemiyet binasına geri döndü. İmâm el-Bennâ, isabet aldığı kurşunlardan etkilenmeyen o mümin ve güçlü hafızasıyla telefonu çevirdi ve bizzat ilkyardımı aradı.

el-Leysî (2) de olay mahallinde idi ve sonra tanık olarak dinlendi. Saldırganları kaçıran ve hemen oradan uzaklaşıp gözlerden kaybolan arabanın plaka numarasını biliyordu. Siyasi kalem subayı Muhammed Cezzâr, numarayı bir daha ağzına almaması konusunda kendisini uyardı. İmâm el-Bennâ önce ilkyardıma kaldırıldı, daha sonra da Kasrü’l-Aynî Hastanesi’ne götürüldü. Ancak Kral Faruk, bu iş için görevlendirdiği generali Mahmut Abdülmecid’i hastaneye göndererek tıbbi müdahalesine engel oldu. Tedavi için hastaneye girmek isteyen Müslüman doktorlara izin verilmedi. Kral Faruk, durmadan hastaneyi arıyor ve ‘Hasan el-Bennâ öldü mü?’ diye soruyordu. ‘Hayır, henüz ölmedi.’ cevabı veriliyordu.

İmâm el-Bennâ, sürekli kan kaybediyordu. Hiçbir doktor kendisine ilkyardım müdahalesinde bulunmaya cesaret edemiyordu. Yaralı halde koşarak, gidip gelmeye ve telefon etmeye kadar kendinde olan İmâm el-Bennâ, kasıtlı ihmalden ve kan kaybından ya da General Mahmut Abdülmecid’in odaya girdiğinde yapmış olduğu müdahaleden dolayı oracıkta uluslararası bir komplo ile şehit oldu.

Gece saat 1’de babasına şehadet haberi duyuruldu. Resmi makamlar ayrıca babasına cenazeyi ancak başsağlığı ya da cenaze töreni gibi nedenlerle, herhangi bir suretle gösteri düzenlenmeyeceğini taahhüt ettiği takdirde alabileceğini bildirdi. Yaşlı babası cenazeyi aldı.

Resmi makamların aldığı tedbirler sonucu hiç kimse eve yaklaşamadı, cenazenin teşyiine katılamadı. Cenazeyi babası yıkadı ve kefenledi. Cenazeyi kabre kadar sadece yaşlı babası, Mükrim Abid Paşa ve üç kadın taşıdı. Cenaze namazı Kaysun Camii’nde kılındıktan sonra tanklar ve zırhlı araçların kontrolü altında İmam Şafi mezarlığındaki toprak seviyesinde bir kabre defnedildi.

Kaynakça

1) Şehit İmâm Hasan el-Bennâ, Abdülmüteâl el-Cebrî: Tercüme 1991: Hasan Fehmi Ulus-Hikmet Yay. s. 250-256. 2) Hasan el-Bennâ ve Müslüman Kardeşler Uluslararası Sempozyum Kitabı I, M. Abdülkadir Ebû Fâris, s. 173 yayınlanan makalesinde ve benim de şahsen katılarak dinlediğim 5-6 Mayıs 2012 yılında Ankara’da düzenlenen sempozyumda Ürdün Müslüman Kardeşler Cemaati liderlerinden Dr. Muhammed Abdülkadir Ebû Fâris, Mısır’da bahsi geçen Müslüman Gençler Cemiyeti Başkanı Muhammed Leysî’nin, İmâm el-Bennâ’nın cemiyete giriş ve çıkış bilgisini emniyete vererek şehit olmasında payının olduğu bilgisini vermektedir. (Yazarın notu)

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?