Yönetim sistemi ne olursa olsun ve yönetenler kim olursa olsun; yönetim süreci içerisinde yer alanların makam ve mevkisini kullanarak çıkar sağlamak amacıyla dini, ahlaki, kültürel ve hukuki kuralları ihlal etmesiyle siyasi yozlaşma başlar. Bu siyasi yozlaşmanın bir ayağı da halktır. Çünkü halk da aynı şekilde dini, ahlaki, kültürel ve hukuki kuralları bir tarafa bırakıp ranta ve avantaya, çıkar ve menfaatine bakıp pozisyon aldığında siyasi yozlaşmaya çanak tutanlardan olmuş olur.

Üstat Beddiüzzaman Said Nursi’ye nispet edilen bir söz vardır: “E’ûzu billahi mineş-şeytanir-racimi ves-siyase” (Allah’tan uzaklaşmış Şeytan’dan ve siyasetten Allah’a sığınırım.) Elbette bundan kastedilen siyasetin kendisi değil; siyasetle uğraşanların siyaseti getirdiği noktadır. İbadet fıkhına verdiğimiz ehemmiyeti, siyaset fıkhına vermediğimizdendir ki bugün siyaset, “halkın “oy”unu almak için her “oyun”u mübah gören bir kulvar” haline gelmiş durumda. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Müslümanların yönetimini üstlendiği hâlde onlar için çalışmayan ve samimi davranmayan yönetici, onlarla birlikte cennete giremez.” (Müslim, Îmân, 229)

Peki, siyasetteki standart nedir? Doğru bir siyaset, iyi bir siyasetçi nasıl olmalı? Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu konuda şöyle buyuruyor: “İnsanları idare etmeyi üzerine alan bir kimse, kendini ve ailesini düşündüğü gibi yönettiği kimseleri düşünmedikçe kıyamet gününde cennetin kokusunu bile alamaz.” (Buhari)

blankEminim ki, bu hadisi okuyan ve duyanlar, “Bu şekilde olursa ne kimse yönetime aday olur ne de elimizde böyle yöneticiler var!” diyecektir. Zaten siyaset ve yönetimi bu standartlarda düşünen sahabeler, bundan dolayı aslandan kaçar gibi yönetimden kaçıyordu ve yönetme emaneti kendilerine verildiğinde de bu yükün ağırlığı altında adeta eriyordu. Hz. Ömer’e (r.a.), şehit olmak üzereyken sahabiler:
– Senden sonra oğlun Abdullah halifelik görevini alsın, diye teklifte bulunurlar. Bu teklif üzerine Hz. Ömer:
– Bir aileden, bir kurban yeter, diye cevap verir.
Günümüzde böyle bir anlayışı hayal olarak görsek de yönetenlerden beklenen budur. Müslümanlar olarak sadece namazdaki huşuyu değil; yönetimdeki huşuyu da kaybettik. Sadece yönetenler mi bu durumun müsebbibi? Hayır! Halk olarak bizler de en az yönetenler kadar bunun vebalini taşıyoruz? Hz. Ömer (r.a.) hilâfete geçtiği zaman:
– Ey nâs! Ben haktan, adâletten ayrılırsam ne yaparsınız? diye sorar. Ahâliden biri:
– Ey Ömer! Sen eğrilir, haktan dönersen, seni kılıcımızla doğrulturuz, cevabını verir. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):
– Elhamdülillâh! Eğrilirsem beni kılıçları ile doğrultacak arkadaşlarım varmış, diyerek şükreder ve sevinir.

Siyasetteki yozlaşmanın önüne geçecek olan ve siyasete değer katacak anlayış, böyle bir anlayıştır. Siyasete, taraftar ve para kazanma, ihale alma, makam ve mevki elde etme, elinin-kolunun uzunluğuyla nüfuz oluşturma, hakkı ve hukuku hesabına uydurma olarak bakanların ne hizmet adına ne de değerler adına siyasete katacağı bir şey olamaz.
Lafı eveleyip gevelemeden diyebilirim ki ne yöneten siyasetçide ve bürokratta ne de yönetilen halkta bu anlayışın eseri var! Toplumu bir fabrika olarak düşünürsek ve içimizden çıkan siyasetçiler de bu fabrikanın birer ürünüyse; toplumsal bir “öze dönüş” gerçekleştirmedikçe bu siyasi yozlaşmadan kurtulmanın mümkün olmayacağını bilmek gerekir. Nasılsak öyle yönetiliriz, sözün özü bu olsa gerek.

Terfi olmak için yalakalık yapmak, amirinin gözüne girmek için yalan yanlış demeden yanında el pençe durmak, işim olsun da ne olursa olsun mantığında olmak, aş veren ele adeta tapınmak, her dediğini yaparım ama bu işte benim kazancım ne olacak diye hareket etmek… Maalesef, toplum olarak insan olmanın haysiyetini ayaklar altına alan böyle bir siyaseti izlediğimizdendir ki siyasi başarıya iman edenler de “oyumuzla bizi yolmak için” her yolu denemeyi mubah olarak görüyor. Aldatıyor, istismar ediyor, yalan söylüyor, komplolar kuruyor. Siyasetten nemalanmak için birçok değerini feda edenlerden, siyasi kazanç uğruna çamurlaşanlardan ve çamur atanlardan olmamak gerekir. Yüz binlerin ahını alan bir milletvekili olmaktansa, bir tek dua alan haysiyetli bir işçi olmak daha evladır.

Siyaset ve Şahsiyet
Şahsiyeti oluşturan değerlerdir. Değerleri olmayanlar, şahsiyet sorunu yaşarlar. Siyasetten nemalanmak için girdiği partinin ya da partilerin değerlerine göre ağız ve karakter değiştirenler, zamana, zemine, mekâna göre hareket edenler, “ortaya şahsiyet” türünde bir kişilik geliştirirler. Ve maalesef şahsiyet katili böyle kişiler, bunu da siyasetten sayarak siyaset yapacak parti veya partiler bulabiliyorlar.
Sabitesi olmayan, dini dahi ulaşmak istediği siyasi emeller için araçsallaştıran, devlet gücünü hizmet etmek için değil kendisine hizmet ettirmek için kullanan, siyasi sahayı kayırma, kandırma, kumpas kurma ve arpalık olarak görenlerden temizlemedikçe hayra ve felaha erişemeyiz.

Siyasetin temelinde iktidar olma arzusu ve rekabet olabilir ama insaf ve adaleti, hak ve hukuku, iyilikler konusunda takdir ve yardımlaşmayı bir tarafa bırakamayız. Benden olsun, çamurdan olsun diyemeyiz. Oy getirisi olan bir siyasetin, inanç ve değerlerimizden neler aldığına bakmayan sağır ve dilsizlerden olamayız. Şahsiyetimizle milyonları peşimizden sürüklemeye bakmalıyız. Şahsiyetimizi bir tarafa bırakıp bir yaprak misali rüzgârın estiği yere yelken açanlardan olmamalıyız.

Şahsiyetin temelinde inanç ve değerler yoksa uygulanan siyasetten inanç ve değerler adına bir şeyler beklenemez. Oy uğruna feda edilen değerler, oy oranını arttırsa da ne şahısların ne de toplumların değerine değer katabilir. Siyasi kulvarda azların çok, çokların bir süre sonra azaldığına şahit olabiliyoruz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), kıyamet günü inancı uğruna ömrünü harcayan bazı peygamberlerin yalnız başına (kendisine inanan hiç kimse olmadığı halde) cennete gireceğini bizlere bildiriyor. Allah’ın emrettiğinden uzak bir anlayışla meclise girmiş ama cennete girememişiz neye yarar!

Siyasi Temizlik
Siyasetle uğraşanları, bal arısı ve eşek arısına benzetiyorum. İkisi de arı olabilir ama biri bal üretiyor, diğeri balı tüketme derdinde… Bir yanda sadece kendisini düşünmeyen, temiz yerlerden polen arayan ve beslendiği temiz yerlerden “bal gibi bir nimeti üreten” bal arısı; diğer yanda pis-temiz ayırımı yapmadan sadece ağzının tadına bakan, sadece kendisini düşünen ve tükettiklerinin sonunda sadece “iğrenç bir pislik bırakan” eşek arısı… İkisi de arı… Ama bal arısı sonunda bal üretiyor, eşek arısı ise sadece pislik…

Eşek arısı; yediği bala baktığı için çiçekler umurunda olmaz, hatta çiçeğe konma ihtiyacı bile duymaz, hazırcıdır, tüketicidir, kovanları yoktur, bal dolu kovanlara üşüşür ve sadece adının arı olmasından geçinir. Bal arısı ise balına kaynaklık eden çiçeğe tekrar konacağını bilir, üreticidir, başkasının eline bakmaz, kovan üretir ve bal ile doldurur, arı olmasından geçinmez, aksine geçindirir.

İlkeli, değerlerine bağlı, samimi ve inançlı siyasetçi, bal arısının misyonuyla hareket edendir. Oyun, film-fırıldak, çıkar ve menfaat peşinde olan, renkten renge girerek nemalanma derdi taşıyan siyasetçi ise eşek arısı misyonuyla hareket edendir. Halk bu ayırımı yapacak bir ferasete sahip olmalı… Siyasi partilerin de binlerce eşek arısının bir araya gelse bile bal üretemeyeceğini bilerek hareket etmesi ve siyasi bir temizlik yapması gerekir. Eşek arılarının bal üreteceği inancıyla yol alanlar, işin nihayetinde hem kendilerini hem de halkı aldatmış olurlar. Şunu da unutmamak gerekir; bal arıları da çiçeklerden daha çok önüne konulan şekeri fazla kaçırırsa ve “ne yapalım herkes bunu yapıyor” kolaycılığına kaçarsa balının kalitesine halel düşürmüş olur… Siyasetin vadisinde en kaliteli balı üreten bal arısı iddiası ve ideali içinde çalışmak gerekir…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?