Medreselerin temeli Asr-ı Saadete dayanır. Onun asıl mercii, vahyin ilk fışkırdığı yer olan Nur Dağı’nda ki Hira Mağarası’dır. Allah (cc) Hira Mağarası’nda Peygamberi’ne (sav) şu ayetleri indirmiştir: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı bir alakadan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O kalemle öğretendir. O insana bilmediği şeyleri öğretti.’’ (Alak 1-5)
Risalet’in başlangıcındaki bu ayetler, okumanın ne derece önemli olduğunu ve Yaratan’ın ilk emrinin ‘oku!’ olduğunu belirtiyordu. Mekke-i Mükerreme’de Allah’ın Risaletini tebliğle yükümlü olan Allah Resulü (sav), örnek bir nesil yetiştirmek ve onları büyük bir geleceğe hazırlamak için yeni bir ilim merkezini belirlemişti. İşte orası Erkam bin Ebi’l Erkam’ın eviydi.
Erkam bin Ebi’l-Erkam’ın evinde oluşturulan Kur’an halkaları ile Hicretten sonra bizzat Allah Resulü (sav) tarafından Medine’de tesis edilen Mescid-i Nebevi’deki ilmî halkalar İslam tarihindeki en eski medreselerdir. Bizzat risalet sahibi Peygamber (sav)’in müderrisliğinde gerçekleşen bu halkalar, İslam ümmeti için çok büyük ilmî miraslar bırakmıştır. Mekke’nin fethinden sonra Mescid-i Haram da gerçekleşen ilmî meclisler, bu çalışmaların devamı mahiyetindedir. Nübüvvet devri bittikten sonra, İslam kültürünü sürekli canlı tutmak ve İslam medeniyetini tüm kıtalara yaymak için raşit halifeler, sahabe ve tabiin dönemlerinde, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Eyyubi ve Osmanlı saltanatlarında bu halkalar çoğalarak devam etmiştir. İslam’ın egemen olduğu her döneme ait medreselerin fiziki yapıları, eğitim yöntemleri ve program farklılıkları da dikkate değer bir niteliktedir.
İslam’ın en güçlü dönemlerinde, İslami ilimlerin önünde hiçbir engelin olmadığı, ilme ve âlime değer verildiği o dönemlerde, medreseler Kur’an ve sünnete dayanan ilimlere öncülük ettiği gibi, matematik, fizik, tıp, astronomi vb. pozitif ilimlere de öncülük ediyordu. Nizamiye medreseleri bunun en güzel örnekleridir.
Osmanlı’nın fetret dönemi sayılan duraklama döneminde İslam medreseleri pozitif ilimlerden arındırılıp sadece belirli bazı ilimlere ağırlık vermeye başladı. Bu ilimler; Arapça grameri (nahiv, sarf, belagat), tefsir, hadis, fıkıh vb. derslerden müteşekkildi.Fennî ilimler artık tamamıyla kaldırılmıştı. Dikkatinizi bir noktaya daha çekmek istiyorum! “İçtihat kapısı kapanmıştır’’ anlayışı medreselere hâkim olmaya başlamıştı. Bundan dolayı medreseler eski hüviyetini kaybetmiş ve gerileme sürecine girmişti. Üzülerek belirteyim ki, “içtihat kapısı kapanmıştır’’ anlayışı medreselerde egemen olduğu için, okutulan fıkıh kitapları hep eski kitaplardan oluşuyordu. Asrın ihtiyaçlarını karşılayan ve sorunlarını halleden yeni içtihatlara, yeni fıkıh kitaplarına mecal kalmamıştı. İçtihatlar yalnız mezhepler içinde yapılıyor, mezhepler dışına çıkılmıyordu.
İslam tarihinde medreselere öncülük eden, fennî ilimlerle klasiği birleştiren iki örnek medresenin incelenmesi gerekir.
1) NİZAMİYE MEDRESELERİ
Nizamiye medreseleri, İslam tarihinde medreseler için öncü rol alan ve dönüm noktası teşkil eden okullardır. Bu medreseler, Nizamulmülk tarafından 1067 yılında kurulmuş müesseselerdir. Nizamulmülk, Sünni bir akideye sahip, fıkıhta ise Şafii mezhebine mensup bir şahsiyetti. Nizamulmülk, o tarihlerde İslam âlemine veba hastalığı gibi yayılan, Bâtıni Şiası İsmailiye mezhebi ve Fatımi Devletin’in kirli siyasetini kırmak, oyunlarını bozmak ve İslam’ın sahih akidesi olan Ehl-i Sünnet düşüncesini tüm Müslüman beldelerde yeniden yaymak ve hâkim kılmak için, Bağdat, Basra, Belh, Nisabur, Musul, İsfahan ve diğer kentlerde nizamiye medreselerini kurmuştur. Onun bu medreseler aracılığıyla hedeflediği en büyük gaye; sadece bir takım ilmî dallarda değil, devletin değişik kademelerinde görev yapacak, idarede, içtima sahalarında ve fennî ilimlerde toplumu aydınlatacak, öncü ve Rabbani bir nesil yetiştirmekti.
Uzun bir mücadele sonucunda bereketli çalışma meyvesini vermişti. Nureddin Zengi gibi komutanlar, İmam Gazali gibi rehberler ve Ebu İshak eş-Şirazi gibi aydın âlimler ortaya çıkmıştı. İmam Subki, Nizamiye medreseleri, ilk müderrislerinden olan Ebu İshak’tan şunu naklediyor: Ebu İshak, “Ben Horasan’a gittiğimde, hangi mescide gittiysem yetiştirdiğimiz öğrencinin hatip olduğunu gördüm; hangi beldeye vardıysam kadısının bizim öğrencimiz olduğunu gördüm; hangi şehre gittiysem müftüsünün Nizamiye’den yetişen arkadaşımız olduğuna tanıklık ettim.”
Nizamiye Medreseleri, Rabbani âlimlerin yanında, mütefekkir, tabip, mühendis ve aydın kişiler de yetiştiriyordu. Bu medreseler, İslam âleminde yayılan Bâtıni Şia fitnesinin önüne büyük bir set oluşturdular. Nizamiye medreselerinde yetişen âlimler İslam âleminin dört bir yanında Ehl-i Sünnet akidesinin yayılmasında öncü bir rol aldılar ve Bâtini Şia’ya büyük bir darbe vurdular.
2) EZHER MEDRESESİ
Ezher-i Şerif Medresesi, Fatim-i Devleti’nin halifesi Muiz-Lidinillah tarafından 988 tarihinde kurulmuştur. İlmi bir müessese olan ve içinde birçok ilim dalı okutulan bu camia, zamanla ‘‘Dar’ul-Hikmet’’ ya da ‘‘Dar-ul İlim’’ adlarını almıştır. Daha sonra Şia mezhep tartışmaları ve kör taassup nüfuzu, ilmî çalışmaların zayıflamasına ve mezhep taassubunun egemen olmasına neden olmuştur. Dar’ul-Hikmet’te Kur’ani ilimlerin yanı sıra; lügat, felek, tıp ve astronomi ilimleri de okutuluyordu. Ezher-i Şerif’te akli ve ilmî alanda büyük bir çalışma vardı. Ezher’in ilmî çalışmaları devletin güçlü ve zayıf olduğu dönemlere binaen değişime uğramıştır. Bazen büyük bir devrim niteliğinde ilerleme katederken, bazen de gerilemeye doğru gitmiştir.
Ezher’den büyük tarihçiler, felsefeciler, matematik bilginleri, edebiyatçılar, nahiv ve sarf âlimleri yetişti; fakat Ezher’in ilk kuruluşunda sadece Şia mezhebi okutuluyordu. Bu öyle bir seviyeye varmıştı ki, H.38/M.992’de bir adamın yanında İmam Malik’in Muvatta adlı eseri bulunduğu için devlet tarafından tutuklanmıştı. Ezher, Eyyubi Devleti’nin eline geçtikten sonra, devletin kurucusu olan Selahaddin-i Eyyubi tarafından Şia tasallutundan kurtarılmış; âlimlere, mütefekkirlere ve aydınlara daha büyük değer verilmeye başlanmıştı. Selahaddin-i Eyyubi ilme teşvik babında âlimlerin maaşlarını arttırmış, Ezher’le birlikte yeni medreseler ve ilim merkezleri açmış, Şia mezhebini kaldırarak yerine Ehl-i Sünnet mezheplerinin okutulmasını ve öğrenilmesini sağlamıştır.
KÜRDİSTAN MEDRESELERİ
Uzun zamandan beri Kürt bölgelerinde varlığını sürdüren medreseler, halkın verdikleri yardımlarla, hayırsever Müslüman Kürt halkının desteğiyle günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. Genelde özel bir mimarisi olmayan medreseler mescitlerin bitişiğinde, küçük yerlerde, camilerin içinde eğitimlerini sürdürmekteydi. Büyük kentlerdeki ulu camilerin yanında ve bitişiğinde inşa edilen medreseler ve Mardin gibi şehirlerde tesis edilen Kasımiye ve Zinciriye medreseleri gibi istisnaların dışında, belirli bir mimariye sahip medreseler bulunmamaktaydı. Talebeler genelde mescitlerde ya da hemen bitişiğindeki odalarda seydalardan (hocalardan) eğitimlerini almaktaydılar. Talebelerin sayıları 10 ila 50 arasında değişim göstermekteydi.
Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen sonra medreseler yasaklanmış, Arap alfabesi rafa kaldırılmış, Kur’an eğitimi ve Arapça dili menedilmişti. Ezanlar Türkçe okutuluyor, medreseleri olanlar büyük baskı ve hakaretlere maruz kalıyorlardı. Tüm baskı ve yasaklara rağmen fedakâr seydalarımız, en zor şartlarda dahi medrese eğitimini hiç aksatmadılar. Kimileri evlerinde, kimileri camilerde, kimileri de mağaralarda nöbet tutarak medrese eğitimine devam ettiler. Bu zorlu koşullarda mezun olan medrese talebelerinin devlet nezdinde hiçbir itibarları da yoktu. Bu talebeler ne bir imam ne bir müezzin ne de bir öğretmen olabiliyorlardı.
Her şeye rağmen Müslüman Kürt halkı çocuklarını, dini eğitim veren, ahlaki dersler öğreten, iman nurunu gönüllere yazdıran medreselere göndermekten kaçınmıyorlardı. Bunun yanı sıra bir taraftan devletin psikolojik ve fiziki baskıları, diğer taraftan da bölgedeki ağaların minnet ve eziyetlerine maruz kalan seydalarımız, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayıp en ufak bir ücret talebinde dahi bulunmadan derslerini verip eğitimlerini sürdürüyorlardı.
Tarih boyunca medreselerin Kürt halkı üzerinde etkisi büyüktür. Kürt halkının, dini, dili ve kültürünün bütünüyle yasaklandığı tarihlerde medreseler tüm eğitimlerini Kürtçe ve sade bir üslupla verdiler. Kürt halkının evlatları, İslami eğitim ve ahlakını, kültür ve terbiyesini medreselerden alarak öğrenimlerini sürdürdüler. Bu sayede Kürtlerin dini, dili, kültürü, tarihi ve ahlakı muhafaza edilmîş oldu.
Medreseler, Kürdistan’ın can damarı mahiyetindedir. Günümüzde eskisi kadar olmasa da Kürt halkı arasında, medreselerin saygınlığını koruduğunu ve halkın gönlünde medreselere karşı güzel bir rağbet ve ilginin bulunduğunu gözlemlemekteyiz. Ancak bu rağbet medreseleri iyi işletmediğimiz, yeni bir programa ve formata kavuşturmadığımız için azalmakta ve bunun vahim bir sonucu olarak da medreselerden elde edilen verim eskiye göre hayli azalmış bulunmaktadır. Biz eğitmenler olarak medreselerimizi yeni bir sıçrama, reform ve stratejiyle eski hüviyetine kavuşturabiliriz.
Şu bir gerçektir ki, Kürt medreseleri uzun zamandan beri içtihat derecesine ulaşacak müftüleri, Gazali gibi mütefekkirleri, davetçi âlimleri, yeni Ahmedê Xanîleri, Molla Cezerileri ve büyük şair Abdurrahman Aktepe gibi toplumun sorunlarını çözecek, kitleleri arkalarından sürükleyecek önderleri mezun edememektedirler. Bunun birtakım nedenlerinin olduğu derin bir araştırma sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu nedenleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1) Osmanlı’nın yıkılış döneminde medreselere verilen ehemmiyetin azalması
2) İçtihat kapısının kapatıldığı düşüncesinin yayılmış olması
3) Medreselerin kendi kabuğuna çekilip, elindeki eski programla yetinmesi
4) Cumhuriyet döneminde medreselerin yasaklanmış olması
5) Medreselerin maddi imkânlarının kısıtlı olması
6) Medreselerde kör mezhep taassubunun bulunması
7) Medreselerin sıra kitaplarına takılıp durmasının yanı sıra, metotta birtakım değişimler olsa da medreselerin gerçek bir yeniliğe gidilmemesi
8) Başarılı, zeki, şuurlu ve kaliteli talebelerin yetersizliği
9) Başarılı müderrislerin yok denecek kadar az olması
10) Medreselerin modern ve klasiği birleştiren bir programının olmaması
11) Medreselerin fiziki şartlarının elverişsiz olması.
12) Medreselerin devlet nezdinde hala kabul görmemesi
13) Medreselerin, çağımızın teknolojilerinden yeterince yararlanamaması
14) Medreselerimizin kendilerini yenileyememesi ve çağı yeterince okuyamaması
Tüm bu ve benzeri nedenlerden dolayı medreselerimiz ilk bin yıldaki misyonunu yitirmiş ve asrın hastalıklarına çözüm üretememiştir. Kürt halkı arasındaki cehaleti bertaraf edememiş, inanan, inancını yaşayan, bilgili, kültürlü ve şahsiyetli bir neslin yetişmesinde öncü rol üstlenememiştir. Zannımca uzun zamandan beri medreselere verilen kısıtlı imkânlar yeterince değerlendirilememiştir.
Medreselerin kalkınması, bin yıl önceki misyonuna kavuşması ve kuruluş amacına hizmet edebilmesi için birtakım değişikliklere ve reformlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu değişikliklerin bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
• Eğitim programında köklü değişikliğe gidilmesi, medreselerin ortak bir programının oluşturulması, medreselerin modern ve klasiği birleştirmesi, medreselerde sınıf sistemine geçilmesi ve kayıt zamanında talebe alımında gereken kriterlerin bulunmasına özen gösterilmesi.
• Müderrislik yapacak kişilerin, pedagoji dersleri gibi birtakım sosyal bilimler eğitimini alması ve müderrislerin Arapçayı iyi okuyup yazabilmesinin sağlanması.
• Tefsir usulü, Hadis usulü ve Fıkıh usulü gibi usullerin okutulması, davet fıkhı kitaplarının programa konulması, her medresede hazırlık sınıfının bulunması ve hazırlık sınıfında sadece Kur’an-ı Kerim, temel dini ve ahlaki bilgilerin yanı sıra pratik Arapça derslerinin verilmesi.
• Fiziki şartların iyileştirilmesi, müderris maaşlarının en az bir imam-hatip maaşı olacak kadar artırılması, teknolojik araç ve gereçlerden yararlanılması.
• Devlet’in ve Diyanet’in medreselere bir statü vererek medrese ve üniversite arasında bir köprünün kurulması ve eğitimde karşılıklı faydalanılması, okullarda olduğu gibi medrese talebelerinin de zaman geldiğinde imtihanlara tabi tutulması ve başarılı öğrencilere ihtisas yolunun açılması.
• Tüm medreselerin bir çatı altında birleştirilmeleri ve medreseleri teftiş eden bir heyetin oluşturulması.
Medreselerin programında bu değişiklikler yapıldığı takdirde medreselerimizin daha iyi bir neticeye varacağından eminim. Medreseleri tesis eden ve yöneten kardeşlerimizin dikkat etmesi gereken hususların bulunduğu gibi, medreselerde öğrenim gören talebelerin uymaları gereken birtakım kurallar da vardır. Bir sonraki yazımızda bunlara değinmeye çalışacağım.
Başarı Allah’tandır.
Ali Özgüç