Zor günlerdeki sıkıntılarımızı özleyen bir ruh hali içinde, savrulmanın en yüksek makamını seçerek bir çırpıda kanatlanıp uçmak istiyor insan! İnsan bu, tam olarak ne istediği belli değil aslında. Bir yandan yozlaşmış çağın oyuncaklarıyla oynarken, bir yandan da bunun iyi bir şey olmadığı tasavvuruyla yaşamak! İşte modern dedikleri dönemin payına düşen insan modelinin, çelişkilerini yenemeden bir ömür boyu zincirlerle yaşamasını idrak edemediği yer tam da bu! Çünkü ne olursa olsun ne yaşarsa yaşasın, fıtratının genleri bir şekilde onun doymak bilmeyen hırslarına set olmaya çalışacaktır. İşlediği her günahın ardından kalbinin derinliklerine büyük-küçük bir pişmanlık dalgası yayılacaktır. Bu, insan bakiyesi sıfırlanmamış herkesin yaşadığı bir olgudur. Ötesi; şirk mühendislerinin, Allah düşmanlarının, şeytanlaşmış güruhların ilgi alanına girer ki, bu yazı onlardan bahseden bir yazı değildir.
Peki, hal böyleyken biz Müslümanlara ne oluyor? Neden en asgari insanî meziyetlerde bile bunca savrulma yaşıyoruz? Günah limitini doldururken hiç mi yüzümüz kızarmıyor? Nasıl bir kuyuya düştük ki, çıkamıyoruz? El uzatanlara kızıyor, uzattığımız elleri itenleri başımızın tacı yapıyoruz. İdrak kaymasıyla, celladına âşık olmakla, Stockholm sendromuyla, aptallıkla, ahmaklıkla açıklanamayacak kadar ciddi bir durum bu. Sanırım mesele tamamen imanla ilgili ve bizi anlatacak en iyi ifade ‘Yere Çakılıncaya Kadar İmanı İrtifa Kaybedenler’ olacaktır. Yeryüzünün en mükemmel, en temiz, en insanî, en imânî, en ahlakî, en mantıklı, en fıtrî inancına sahip olmamıza rağmen, Müslümanlar kadar kendi kimliklerinden uzaklaşan bir başka grup olmamıştır bu dünyada. Dünyasını imar etmenin peşindeyken, bile bile hem dünyasını hem de ahiretini mahvetmenin sorumsuzluğuyla yaşamayı kendine adet edinmiş bir başka insan topluluğu olmamıştır dünya tarihinde. Allah ve Resûlüne iman ettiğini iddia edip bilerek veya bilmeyerek, nefsinin ve şeytanın oyunlarına karşı önlem almadan, hatta onları rehber kılarak uçuruma doğru yuvarlanan bir hayatın peşinde koşan bir başka güruh, bir başka ümmet gelmemiştir bu yeryüzüne…
Bir kedi başka bir kedinin sıkıntı çektiğini, bir karınca başka bir karıncanın eziyet gördüğünü, bir kuş başka bir kuşun zulme uğradığını görüp de susmamıştır. Şehit Şeyh Ahmed Yâsîn, tekerlekli sandalyedeki felçli bedeniyle ‘Allah’ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum’ isimli mektubunda Müslümanlara ‘Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler!’ diye seslenmişti. Şehit Seyyid Kutub ise yıllar önce şöyle demişti: ‘Acaba Müslümanlar nasıl zevkle yiyip içiyorlar, nasıl rahat uyuyorlar? Din kardeşleri en aşağılık, en rezil insanların ellerinde en kötü işkenceleri görürken, çeşit çeşit zilletlere layık görülürken…’
Ey kardeşlerim! Geçmişte yapılan zulümleri tabi ki, unutmayalım. Ama asıl olan, anbean yapılan zalimliğe karşı mücadele etmektir. Ümmet kan ağlarken bizler normal bir hayat süremeyiz. Mesela şu an Rusya ve İran’ın kuklası olan Suriye’deki Nusayri Esed vahşisinin zindanlarında beş yüz binden fazla erkek, kadın, çocuk ve yaşlı kıyımdan geçmektedir. Küçük çocuklara bile ailelerinin gözleri önünde tecavüz edilmektedir. Mısır’da Müslüman Kardeşlerimiz işkencelerle sakat bırakılmakta veya öldürülmektedir.
israil, kutsal değerlerimizi hiçe sayarak Filistin ve Gazze’deki Müslümanlara hayat hakkı tanımamaktadır. Yemen; Suûd ve İran’ın mezhep çatışması görünümündeki rekabetleriyle açlıktan kırılmaktadır. Keşmir, hiçbir insanî ölçütü olmayan putperest Hinduların insafına bırakılmıştır. Arakanlı Müslümanlar vahşi Budist çeteler tarafından doğranmakta, yakılmakta ve yok edilmeye çalışılmaktadır.
Afrika kıtası, sömürgeci Avrupa tarafından Müslüman çocuk mezarlığına dönüşmüştür. Çin, Doğu Türkistan Müslümanlarının milyonlarcasını toplama kamplarında katletmektedir. Ruslar, Kafkaslarda ve Orta Asya’da İslâmî değerleri yok etmekte ve Müslümanlara hayat hakkı tanımamaktadır. ABD ve kukla yönetimleri, işgal ettikleri Irak ve Afganistan’da her gün yüzlerce sivil öldürmektedir. Müslümanlar, azınlıkta oldukları Avrupa, Amerika ve Asya kıtalarında her gün saldırılara uğramakta, camileri yakılmakta ve fanatik İslâm düşmanları tarafından şiddete uğramaktadır.
Ülkesindeki katliamlardan kaçmaya çalışan on binlerce mülteci Müslüman, Akdeniz’in soğuk sularında kaybolmaktadır. Kurtulanlar ise faşist ırkçıların ve organ/fuhuş mafyalarının elinde eriyip gitmektedir. Bütün bu olanlara rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranmak ve hayatın basit meşgaleleriyle ömrünü tüketmek, Müslüman birine yakışmayan onursuzca bir davranıştır.
Ümmetin fertlerinin çoğunun dünyada olup bitenlerle ilgilenmeyen, ilgilense bile yanlış bilgilenen kişilerden oluşması bizleri kahrediyor. İletişim çağının baş döndüren hızına rağmen, baş döndüren bir cehalet sergileniyor bu zamanda. Ant olsun ki, kıyamet gününde, bu ilgisizlik ve bilgisizlikten dolayı hiçbir şey yapmadığımız için hesaba çekileceğiz. O vakit herhangi bir mazeretimiz de olamayacaktır. O dehşetli gün gelmeden önce ümmetin dertleriyle dertlenelim. Elimizden ne geliyorsa onu yapalım. Kardeşlerimizin ırzını, onurunu, haysiyetini, namusunu ve imanını korumak için mücadele edelim. Onları doğru tanıyalım. Başkalarının onları karalamalarına müsaade etmeyelim. Onların başlarına örülen tuzakların bir gün bizim de başımıza geleceğini unutmayalım.
Tarihini bilmeyenlerin coğrafyasını başkaları çizer. Dinimizi ve topraklarımızı terk etmemizi isteyenlerin bizi oyaladıkları tek şey zamandır. Sadece uygun bir zaman kolluyorlar ve sıranın bize gelmesi için ellerini ovuşturuyorlar. O zaman geldiğinde ise hazırlıksız yakalanacağımızı düşünüyorlar. Allah onlara fırsat vermesin. Bize de her meselede olduğu gibi bu meselede de feraset versin.