Gösteriş ve görselliğin, görünür olmanın ve göze girmeye çalışmanın, tıklanma ve takip edilmenin, gövde gösterisinin, reklam ve reytingin hayatımızdaki baskınlığı; amellerimizdeki ihlâsı bize unutturdu. Namaz öncesi farzlardan biri olan niyetin, aslında her amel öncesinin bir farzı olduğunu bütün hücrelerimizde hissetmeye ne kadar da muhtaç hale geldik!
Nübüvvetten bu yana İslam’ın emrettiği birçok amelde tahribat oldu ama hiçbir tahribat, ihlâstaki tahribat kadar bizleri etkilemedi. Niyet ve ihlâstaki zaafımız, ortaya yapay bir İslami yaşam, yatay bir İslami süreç, yozlaşan bir Müslüman profil, yapmacık bir İslami yaşantı çıkarmış durumda. Bizi en çok yaralayan, yolumuzdan alıkoyan, yalpalatan ve bizim duruşumuzu, direnişimizi, diriliğimizi ve dinamizmimizi etkileyen, ribatımızı ortadan kaldıran da ihlâsımızda oluşan bu tahribat oldu.
Şeddad bin Evs’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Peygamber’in (s.a.s.) ağladığını gördüm. “Ey Allah’ın Rasulü niçin ağlıyorsun?” diye sorduğumda o, “Ümmetimin şirke düşmesinden korkuyorum. Kuşkusuz onlar ne puta ne güneşe ne aya ne de taşlara tapacaklar; ancak amelleriyle gösterişte bulunacaklar” diye buyurdu. (Müslim) Peygamberimizi bu denli üzen şey; ümmetin gösterişe yönelip Allah’ın rızasını terk etme tehlikesidir ki bugün bunu en acı haliyle müşahede ediyoruz.
Niyet Eğitimi Şarttır
Mahşer günü niyetlerimiz tartılacak dersek yanılmış olmayız. Bundan dolayı; İmam-ı Gazali’nin dediği gibi kendimizi “niyet eğitimine” tabi tutmalıyız. Amel işlemeden önce amel için niyeti öğrenmeli ve öncelemeliyiz. Yediğimiz-yedirdiğimiz, öğrendiğimiz-öğrettiğimiz, verdiğimiz-aldığımız, konuşmamız-susmamız, gücümüzün yettiği-yetmediği her şey Allah rızası için yapılıyorsa amel defterimize yazılan bir ibadet hükmünde olur. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Sa’d bin Ebi Vakkas’a şöyle dediği rivayet edilir: “…Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta eşine yedirdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın” (Buhari)
Niyet ve ihlâs, mü’mini rabbani bir zırha bürür, yapmış olduğu amellerin Allah katında ederini büyütür. Amellerimizin dünyada bereket, ahirette mükâfat getirmesi kalbimizde taşıdığımız niyet ve ihlâs ile mümkündür. “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, II, 194) diye buyuran Peygamber (s.a.s.), hayatımızın her alanına hâkim olması gereken önemli bir fıkhı ortaya koymuştur: “Niyetinde Allah için olmak… Bundan dolayı, Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Benim namazım, ibadetlerim, yaşamam ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’am 162) Bu standartlarda bir hayat, kurtuluşumuza vesile olabilir.
Niyet ve İhlâs; Âdeti, İbadete Dönüştür
Şu 3 husus; yaptığımız her işin sevaba dönüşmesini sağlar: 1. Niyet 2. İhlâs 3. Kur’an ve Sünnet’e uygunluk… Her amelimizi, bizim için sevaba dönüştüren bu unsurları yüreğimize kazımalıyız. Her daim hatırlamak için çerçeveletip evimize, iş yerimize asmalıyız, desek abartmış olmayız. Sosyal, siyasal, ticari, ailevi… vb. hayatımızın hangi alanında olursa olsun, bu kriterleri uygulayanlar, adet üzere yapmış olduğu her işi ibadete dönüştürür.
Niyet ve ihlâs; imkânsızlıklardan dolayı yapamadıklarımızı dahi sevaba dönüştüren bir iksirdir. Çünkü Peygamber sav şöyle buyurmuştur: “Kim bir iyilik yapmaya niyet eder de yapamazsa, Allah ona tam bir iyilik işlemiş gibi sevap yazdırır. İyiliğe niyet eder de işlerse, Allah ona on iyilikten 700 iyiliğe kadar hatta daha da fazla iyilik sevabı yazdırır” (Buhari) Başka bir hadiste ise Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar dört gruptur: Birincisinin ilmi ve malı vardır. Helalinden kazanır, meşru yerlere harcar. Başka biri de, “Benim de malım ve ilmim olsaydı, bunun gibi yapardım” der. Bunların ikisi mükâfatta beraberdir. Diğer bir kimsenin de ilmi yok, fakat malı çok. Cahilliği sebebiyle malını harcarken harama, helale aldırış etmez. Başka biri de “Benim de malım olsaydı, bunun gibi yapardım” der. Bunların ikisi de günahta beraberdir.” (Tirmizi)
Niyet deyip geçmemek gerekir. Çünkü nice büyük amel, niyet süzgecinde sevap kaybına uğrarken; nice küçük amel de niyet süzgecinden geçerken değerine değer katacaktır. Bundan dolayı; mahşer günü, cami yaparken niyetine riya karıştıran ameline karşılık bulamazken; camiye bir tuğla yardımında bulunurken Allah’ın rızasını gözeten, kazandığıyla mutlu olacaktır. Peygamber (s.a.s.) bir defasında:
– Sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirktir, diye buyurur.
Yanında bulunan sahabeler:
– Küçük şirk nedir ey Allah’ın Resulü? diye sorar.
Peygamber (s.a.s.):
– Riya, yani gösteriştir. Kıyamet günü insanlar amellerinin karşılığını alırlarken, Allah (c.c.) riya ehline “Dünyadayken kendilerine amellerinizi göstermek istediğiniz kimselere gidin! Bakın bakalım, onların yanında herhangi bir karşılık bulabilecek misiniz?” diye buyurur.” (Ahmed b. Hanbel)
Sevapları Arttırmanın Yolları
Hayatımızın birer rutini olarak yaptığımız birçok amelin niyet ile sevaba dönüşmesi mümkündür. Bunlardan sadece biri olan yemek yemeyi ele alalım. Sofradaki nimetlerin Allah’tan geldiğini düşünmek, yemeğe besmeleyle başlamak, hamd ile bitirmek, muhtaç olanlara duada bulunmak, aldığı enerjiyi ibadette kullanmak, karnını tıka basa doldurmamak, yemekten önce ve sonra elleri yıkamak… Bunların her birini niyetlerimizle sevaba dönüşebilecekken bundan gafil olmak sevapları tepmekten başka bir şey değildir. Tıpkı bunun gibi hayatımızda rutin hale gelmiş birçok mubah ameli, niyetlerimizle sevaba dönüştürme derdimiz, tasamız ve bilincimiz olmalı.
Bazen yapmış olduğumuz bir ibadetten de niyet sayesinde birçok sevap elde imkânımız olur. Camiye namaza giden bir Müslüman; Allah’ın evlerinden bir eve ziyarete, salih insanlarla birlikte olmaya, yapılacak bir nasihati, okunacak Kur’an-ı Kerim’i dinlemeye, Müslümanlardan hayır dua almaya, namaz sonra camidekilerle musafahaya, camiye girerken itikâfa, namazını tertil üzere kılanlarla birlikte huşu içinde bir namaz kılmaya niyet etse, her bir niyeti, kendisi için birer sevaba dönüşecektir.
Şeytan, İhlâsımızı Hedef Alır
Şeytan inkâr edenlere doğrudan etki edebilmektedir. Fakat mü’minler, Allah’a kesin olarak iman ettikleri için şeytanın onlar üzerinde böyle bir etkisi olamaz. Örneğin şeytan, mü’minlerin Allah yolunda çalışıp yorulmalarını, infak edip namaz kılmalarını, iyilik yapıp güzel ahlakta bulunmalarını, Allah’ı zikretmelerini, mallarıyla ve canlarıyla mücadele vermelerini engelleyemez. Şeytan bu gerçeği bildiği için farklı sinsi planları devreye sokar. İman edenlerin amellerine engel olamayan Şeytan, mü’minlerin ihlâsını zedeleyerek bu amellerden sevap almalarına engel olmaya çalışır.
Elbette ki şeytan tüm bunları yaparken iman edenleri “Kur’an’a uymayın, Allah’ın rızasına uygun davranmayın ya da bana uyun” gibi ifadelerle bize vesvese verme yoluna gitmez. Aksine hileyle, sahtekârlıkla ve yalancılıkla iman edenleri kandırmaya çalışır. “(İblis de) şöyle dedi: “Beni azgınlığa düşürmene karşılık onlara karşı senin doğru yolunun üstünde oturacağım. Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Böylece sen onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.” (A’raf 16-17)
Örneğin Allah’ın rızasını kazanmak için çalışan Müslümanın niyetine, insanların rızasını katmaya çalışır. Çabasını ve yaptıklarını dile getirmesini, kendisini yüceltmesini, ön plana çıkarmasını telkin eder. Oysa Allah rızası için yapması gereken bir işte, kişinin kendisiyle övünmesi ihlâsı kırabilecek bir davranıştır. Çünkü eğer bir özveride bulunuyorsa bunu Allah için yapıyordur ve bunu insanlara duyurması için hiçbir sebep yoktur. Allah zaten onu görmekte ve işitmektedir. Ama şeytan bunu daha masumane bir zemine oturtur. Kişiye “Ne kadar güzel ahlaklı olduğunu, Kur’an’a ne kadar uygun hareket ettiğini dile getirirsen sana daha çok güvenirler, seni daha çok severler, zaten bu da son derece meşru bir istek” gibi bir mantık sunar. Oysa mü’minin, bu sonucu Allah’tan isteyip, bunu Allah’ın takdirine bırakması İslam ahlakına uygun tavırdır. Mü’minin gösteriş için ibadet yapma, kendisini ön plana çıkarma, yaptıklarıyla övünme gibi uygun olmayan tavırların içine girmesi, kişinin samimiyetini, sadece Allah’ın rızası için ibadet yapmanın kazandırdığı ihlâsı zedeler. Bu duruma karşı da uyanık olup, sürekli ihlâs üzere olmaya ve niyetlerimizi düzeltmeye gayret etmemiz gerekir. Çünkü Şeytan, ihlâslı kullara nüfuz edememektedir. “İblis dedi ki: “Rabbim! Andolsun beni saptırdığın için onlara yeryüzündeki kötülükleri süslü göstereceğim ve onların tümünü muhakkak saptıracağım. Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna. (Allah) şöyle buyurdu: “(Bu bahsettiğin samimi kullarımın izlediği yol var ya) işte dosdoğru yol budur.” Benim kullarımın üzerinde senin hiçbir gücün olamaz. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.” (Hicr 39-40)
Mazeretin Arkasına Sığınanlar ve Sığınmayanlar
Mahşer günü, niyetle imtihanımız çetin geçecektir. Şu davet yolunda mazeretin arkasına sığınanlar ile gerçekten mazeretli olanlar o gün ortaya çıkacaktır. Çevremizi ikna ettiğimiz mazeretler, işten kaçmak için midir, değil midir bunun da hesabı mahşer günü, sinelerdekini bilen Rabbimiz tarafından sorgulanacaktır. Zorluğu görünce yalpalayanlar, görevden kaçmak için bahanelerin arkasına sığınanlar, yapmak için değil yapmamak için yol arayanların niyetleri de o gün karara bağlanacaktır. Rabbimiz Tebük Seferi öncesi niyeti kaçmak olan ve bundan dolayı da kaçamak cevaplar verenler hakkında şöyle buyurmaktadır: “Sonra da kalkıp Allah adına yemin ederek: “Eğer imkânımız olsa ve gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber sefere çıkardık” diyeceklerdir. Böyle yapmakla kendilerini helâke sürükleyeceklerdir. Oysa Allah, onların yalan söylediğini kesinlikle bilmektedir.” (Tevbe 42)
Niyetin yeri kalptir ama niyetin ciddiyeti ve ciddiyetsizliği çoğu zaman hal ve hareketlerde şekle şemale bürünür. “Savaşa gitmemek için bana izin ver de bizi fitneye sokma!” (Tevbe 49) ”Evlerimiz saldırıya açık ve emniyetsiz durumda” (Ahzab 13) diyenlerle; “Kendilerine binek bulman için sana geldiklerinde: “Size binek bulamıyorum” dediğin zaman harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözlerinden yaşlar akarak geri dönenler” bir olabilir mi? Bir grup işten, güçten, yükten, sorumluluktan kaçmak için can atıyor, diğer grup aynı manzara karşısında sorumluluk alamadığı için gözyaşı döküyor. Bundan dolayı; Peygamber sav de niyetleri, mazeretin arkasına sığınma olmayanlar için şöyle buyuruyor: “Medine’de, bizden geride kalan öyle kimseler vardır ki, bir dağ yoluna, bir vadiye girdiğimizde onlar da bizimle yürüyormuş gibi sevap kazanırlar. Çünkü onları birtakım mazeretleri alıkoymuştur.” (Buhari)
Rabbimizin bir hayra gücü yetmeyenleri, o hayrı yapmış gibi sayması; samimi bir niyetin, azmin ve ihlâsın bereketidir. Hesapların görüldüğü gün, niyetlerine riya bulaştıranlar yaptıklarının sevabını hesap defterinde göremeyecektir. Çalış, çabala, yap; ama niyetine riya bulaştır ve karşılığını görme. Ne acı bir durum! Öte taraftan kimi inananlar ise; yapamadıklarının sevabını hesap defterinde yapılmış gibi görecektir. Bunlar da niyetini halis tutan muhlisler olacaktır. Niyet halis değilse; Rabbimiz yapılanı, yapılmamış sayıyor. Fakat niyet halis ise; rahmeti bol olan Rabbimiz yapılamamış olanı, yapılmış kabul edip mükâfatlandırıyor.
İşin Özünü Özetleyen Sözler
Abdullah b. Mübarek, amelleri küçülten ve büyüten şeyin niyet olduğunu şöyle ifade eder: “Nice küçük ameller vardır ki, niyetler onları büyültür. Nice büyük görünen ameller vardır ki, niyetler onları küçültür.”
Mutarrif b. Abdullah da niyetin inşa edici özelliğini şu hikmet dolu sözleriyle açıklar: “Kalbin düzelmesi, amelin düzelmesi ile; amelin düzelmesi ise niyetin düzelmesi ile mümkündür.”
Davud-i Tâî; yapılan ve yapılamayan amellerin sevap kazandırmasının sırrının “niyet” olduğunu şöyle açıklar: “Bütün hayırların, niyeti güzelleştirmekte toplanmış olduğunu gördüm; niyetini icrâ edemesen de niyetini güzelleştirmen sana hayır olarak yeter.”
Süfyân-ı Sevrî ise; amelle birlikte niyet eğitiminin de önemini şöyle vurgular: “Eskiler nasıl amel edeceklerini öğrendikleri gibi, nasıl niyet edeceklerini de öğrenirlerdi.”