Yozlaşma kelime anlamı olarak; doğasında, özünde bulunan iyi nitelikleri sonradan yitirmek, soysuzlaşmak, huyu suyu değişmek, ruhsal özelliklerinden uzaklaşmak şeklinde tanımlanmaktadır. Yozlaşmak, bir insanın, bir toplumun, bir kurumun genel olarak sahip olduğu, yani doğasında, yapısında var olan iyi özelliklerini, iyi niteliklerini kaybetmesi, yitirmesi ve böylece bozulması anlamına gelir. Genellikle “sonradan” olan bir şeydir.

blank
Yozlaşma kelimesi İngilizcede “corruption” kavramıyla ifade edilmekte olup ahlaki çöküntü ve toplumsal çürümeyi anlatan bir anlam taşımaktadır. Genel olarak toplumların gerileme ve çöküş dönemlerinde yozlaşma artar. Toplumda yaygınlaşan vurdumduymazlık, duyarsızlık, bencillik, paranın araç değil amaç olması, utanma duygusunun yitirilmesi, güçlünün kazanması, hak ve adalet kavramlarının zaafı, eğitimdeki yetersizlikler, hırs ve sınırsız arzular, ahlaki ve manevi değerlerden uzaklaşma, yozlaşan kişilerin ceza almaması, aksine ödüllendirilmeleri, toplumda yozlaşmanın artmasına ve çöküşe sebep olur. Adalet, ahlak ve maneviyat toplumların özünü ve temelini oluşturur. Toplumda oluşan yozlaşma hayatın her alanını olduğu gibi bireylerin aile hayatını da etkisi altına almaktadır. Ahlâkî yoksunluk siyasi, sosyal, iktisadi alanda da gerçekleşmektedir. Hangi nedenle gerçekleşmiş olursa olsun yozlaşma, insanın bütün yaşam alanını olumsuz yönde etkiler. İslam’ın ortaya koyduğu ahlaki anlayış ve yaşantı üzerinde meydana gelen yozlaşma ve sapmalar, Müslüman bireylerin amel, ahlak ve bütün yaşamlarında bozulmalarla kendini göstermektedir. Peki, bu bozulma ve çürüme neden ve nasıl başlamıştır?
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Onlar kötülük işlediklerinde birbirlerini bundan alıkoymazlardı.” (Maide, 79)

Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde bozulma ve yozlaşmanın nedenleri, ifsada götüren yollar ve toplumsal bozulmaların önüne geçmek için yapılması gerekenler ile çöküşleri önlenemeyen toplumların akıbetlerine dair örnekler ve izahatlar yapılmıştır. Çöküşe giden süreçte ahlak anlayışı, toplumu ayakta tutan kadim değerler yavaş yavaş yok olmakta, toplum tamamen istek, arzu ve hevasına teslim olarak kişisel çıkarları doğrultusunda hareket edip yozlaşma yaşamaktadır.
Ayet-i kerimelerde vurgulanan bu gerçekler, insanın sadece kendi iyilik ve kötülüklerinden değil çevresinden de sorumlu olduğuna, toplumda iyilikleri yaymaya ve kötülükleri önlemeye çalışması gerektiğine ve bu yerine getirilmediği zaman da toplumda yaygınlaşan kötülüklerden sadece o kötülükleri işleyenlerin değil, kötülüğe engel olmayanların da sorumlu olacağına işaret etmektedir. İslam dini asla uzlete çağıran bir din değil aksine dinamik, canlı ve hayatın her alanını kapsayan şümullü bir din olarak inananların bütün güçlerini ortaya koyarak çalışıp çabalamalarını emreder. Bir hadis-i şerifte “Canımı elimde tutan Allah’a yemin ederim ki siz onları doğru yola geri çevirinceye kadar çalışacaksınız” buyurur.

Marufu emredip münkerden nehyetmek en az namaz kadar müminlere farzdır. İslâm’ın bu konuya verdiği önemi gösteren örneklerden biri de Peygamber Efendimizin (s.a.s.) şu hadisinde yer alır:
İbn-i Mesud (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“İsrailoğulları’nda yozlaşma ilk olarak şöyle başladı: Bir adam bir başka adama rastlar ve: ‘Bana bak! Allah’tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et! Çünkü bu sana helâl değildir’ derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi onunla yiyip içmekten ve birlikte oturmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalplerini birbirine benzetti.” Sonra Resûl-i Ekrem şu âyeti okudu:
“İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar Hz. Davut’un ve Meryem oğlu İsâ Aleyhisselam’ın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, onların Allah’a isyan etmeleri ve haddi aşıp durmalarıydı. Onlar, yapmakta oldukları kötülüklerden birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onların çoğunun kâfirleri dost ve sırdaş edindiklerini görürsün. Nefislerinin bizzat kendilerinin geleceği için işleyip gönderdikleri şey gerçekten ne kötüdür ki, bu yüzden Allah’ın gazabına uğramışlardır. Onlar cehennem azabı içinde ebedî olarak kalacaklardır. Şayet Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene inanıyor olsalardı kâfirleri dost ve sırdaş edinmezlerdi. Ne var ki, onların birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Maide, 77-81)
Hz. Peygamber (s.a.s.) bu ayetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu:

“Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne mâni olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîru sûre 5, 6, 7)
İşte, ibretli bir Peygamber uyarısı! Allah Resulü’nün bu açıklamasından nefsimize bir pay çıkarabilmeli ve nefis muhasebesi yapmalıyız. Bu rivayet, toplumun nasıl bozulmaya başladığını, niçin lânetlendiğini, yani neden Allah’ın rahmetinden mahrum bırakıldığını ve akıbetlerinin ne olduğunu gözler önüne sermektedir. Çünkü onlar, günah işleyenleri günahlarından vazgeçirmemiş, aksine hoş görmüşlerdir. Böylece hepsinin kalpleri katılaşmış, hakkı ve hayrı kabulden uzaklaşmış, isyanları sebebiyle rahmetten de mahrum bırakılmışlardır.

Lanetlenmeyle sonuçlanan bir yozlaşma sürecinin başlangıcını, ilerleyişini ve sonucunu ibretle okumalı ve ondan ders çıkarmalıyız. Önce her şey yerli yerindedir, toplumda kötülük işlense bile kötülük işleyeni uyaranlar vardır. Kötülük işleyenler bu uyarılara rağmen bundan vazgeçmezler. Uyaranların ise sabrı çabuk tükenir. Bir süre sonra onlar da kötülüklerle beraber yaşamaya alışırlar. Kötülükler ve haddi aşanlar olağan karşılanır, uyaranlar da artık uyarmaz olur. Böylece yozlaşma her alana yayılır ve toplumda kök salar, toplumun çürümeye ve çöküntüye gidişi hızlanır. Sahip olduğumuz değerlerde yozlaşma yaşanırken buna karşılık kötülükler adım adım hayatın her tarafını istilâ edip bize de olağan gelmeye başlar.

İyi bir toplum, kötülük ve çirkin şeylerin orada hoş karşılanabilen geleneklere dönüşmesine müsaade etmez. Herhangi bir toplumda kötülük yapmak iyilik yapmaktan daha zor duruma gelir, kötülüğün cezası da caydırıcı olup toplumun tamamı kötülüğün karşısında yer alırsa kötülük siner, kötülüğe iten sebepler kontrol altına alınır. Bu durumda toplum birbiriyle kenetlenir. Toplumsal hastalıkların önü alınır.
İslâm toplumunun, hakkı savunmada sağlam durmasını, hakka yöneltilen zulüm karşısında hassas olmasını istemekte, dini korumakla yükümlü bulunanların, yükümlülüklerini ve üstlendikleri emaneti gerçek anlamda yerine getirmelerini, kötülüğe, bozgunculuğa, isyankârlığa ve zulme karşı çıkmalarını, bu konuda hiç kimsenin kınamasından korkmamalarını istemektedir. İslâm, bu emanetin gereği gibi yerine getirilmesine önem verir. Onun içindir ki, toplum içinde meydana gelen kötülüklere sessiz kalındığında bütün toplumu cezalandırır.

İmam Ahmed, Adiy b. Ümeyre’den Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Cenab-ı Allah halkın tümünü belirli bir grubun yaptıkları yüzünden cezalandırmaz. Ne zaman ki halk arasında kötülük işlenir, onlar da güçleri yettiği halde onu kınamazsa Allah onların hepsini tümden cezalandırır.”
Toplumsal yozlaşmaya neden olacak olumsuzlukları önlemek için İslam, ‘emri bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker’ ilkesi getirmiştir. İyiliği emredip kötülükten sakındırmayı ifade eden bu ilke, toplumda iyiliğin ve güzelliklerin egemen kılınması ve yaygınlaştırılması, yozlaşmanın ve kötülüklerin önüne geçilmesi ve böylece erdemli bir toplum oluşturulmasını ifade etmektedir.
Merhum Nurettin Topçu, ‘İsyan Ahlakı’ adlı eserinde, “Ahlaklılık, Hakk’ın vicdanlarda hapsolmayıp hareketlerimizde tecellisiyle mümkündür” der. Allah’ın, sadece kendisi kötülüklerden uzak durup nemelazımcı bir anlayışla çevresinde yaşanan kötülüklere duyarsız kalanlara hesap soracağını unutmadan, toplumsal yozlaşmanın önüne geçmek ve gücümüz nispetinde toplumun ıslah edilmesiyle ilgili sorumluluğumuzu yerine getirmek vazifemizdir.

Kaynaklar:
1) Türk Dil Kurumu Sözlüğü
2) S. Kutub, Fî Zilali’l-Kuran

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?