Doktor Afiye Sıddıki, ümmetin vicdan yarası…
ABD gibi bir zalimi karşına almak pahasına, mazlumların çığlıklarına sessiz kalamamış ve ABD’nin milyar dolarlık silahlarını etkisiz hale getirmek için bir program üzerinde çalışan ve başarmak üzereyken kalleşçe kaçırılıp hapsedilen, koca bir ordu gibi cesur, azimli, iman ve ihlasıyla örnek bir mücahide. ABD’nin silahlarını çöpe çevirecek bu projeyi Amerikalılara satmadığı için yıllardır çeşitli işkencelerle esir tutuluyor. Şimdi bu güzel insanı biraz tanıyalım.
Doktor Afiye Sıddıki kimdir?
1972 yılında Karaçi’de doğan Doktor Afiye Sıddıki, tıp eğitimini Amerika’da görmüş. MIT’de (Massachussetts Institute of Technology) tıp okumuş, nöroloji alanında çalışmış ve beyin cerrahı olarak mezun olmuş. Eğitimini tamamladıktan sonra ülkesine geri dönen Sıddıki orada başörtüsü takmaya başlamış.
Afiye Sıddıki’ nin ablası olan Dr. Fevziye Sıddıki onu bize şöyle anlatıyor:
“Afiye üç çocuk annesi, tek arzusu insanını eğitmek, yetiştirmek olan, harika bir Müslüman kadındı. Bu sebeple ABD’de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (Massachusetts Institute of Technology, MIT) ve Brandeis Üniversitesi gibi, dünyanın en iyi kurumlarında eğitim gördü.
Aynı zamanda Kur’ân hafızıydı ve “alime” derecesine sahipti (medrese mezunu). “Çocuklar Nasıl Öğrenir?” konusunda doktora yapmıştı, doktora tezi “Taklit ile Öğrenme” üzerineydi. Bir tıp doktoru değildi.
Afiye, değişim yapma konusunda çok istekliydi ve hayatı boyunca tek bir amacı başarmak için çalıştı: öğrenimi daha etkin kılarak eğitim sistemini geliştirmek. Engelli çocukların daha anlamlı bir hayat yaşamasına yardım etmek. Zulme uğrayanlara yardım etmek istiyordu. Otistik çocuklara, öksüz ve yetimlere, yaşlı kadınlara yardım için gönüllü oldu.”
Dini inancın tüm bilimler ve akılla birlikte olmazsa olmaz olduğuna inanıyordu ve Pakistan’dan başlayarak tüm İslâm ülkelerinde bir eğitim devrimi gerçekleştirmek istiyordu.
Davası derdi olan Müslüman ablamızın özgürlüğü için çeşitli platformlarda uğraşlar verilse de bugüne kadar bir sonuç elde edilememiştir. Basın toplantıları, yürüyüşler yapılsa da maalesef yeterli olmamıştır. Hayrettin Karaman yeni şafakta yazdığı köşesinde Afiye Sıddıki kardeşimizi yazmış ve dikkatleri onun üzerine çekmiştir. Çeşitli sosyal medya sitelerinde Afiye Sıddıki hakkında paylaşımlar yapılmış ve kardeşimiz için bir şeyler yapılması istenmiştir.
Amerika’nın ne derdi vardı bu kardeşimizle ve ABD’yi rahatsız eden sebep neydi? Burada işi ehline bırakıp onu daha iyi anlamak ve tanımak adına sözü Hayrettin Karaman hocamıza bırakmak istiyorum.
Hayrettin Karaman yazısında onu ve başından geçenleri şöyle anlatıyor:
“Adı Âfiyet Sıddiki, otuz yaşlarında, Pakistanlı bir nöroloji uzmanı, Harvard’dan fahri diploma almış tek doktor, çeşitli üniversitelerden 144 fahri diploması var, sinir sistemi alanında birçok üniversitede çalışarak diploma almış, onun seviyesinde ABD’de dahi bir tıp adamı yok.
Tıbbı ve nörolojiyi ABD’nin en önemli üniversitelerinden biri olan Massachusetts Teknoloji Üniversitesi (MIT)’nde tamamladı, annesi, kardeşleri ve kocası da tıpçı. Kritik çalışmasını Amerikalılara duyuran kocasından ayrıldığı için üç çocuğu da yanında kaldı.
İnsanları biyolojik silahların tahribatından koruyacak bir orijinal program üzerinde çalışıyordu, bu programın başarılı sonuçlanması ABD’nin milyarlarca dolar sarf ettiği bu silahları etkisiz hale getirecekti.
ABD istihbâratı kendisine “programı sonlandırması ve geldiği noktaya kadar olanı büyük bir meblağ karşılığında satın almayı” teklif etti. O, “henüz bitirmedim” diyerek teklifi reddetti.
ABD istihbaratı, asılsız ve delilsiz olarak onu el-Kaide ilişkisi ile itham ederek üç çocuğu ile birlikte ve Pakistan’dan izin alarak kaçırdı. 2003 Mart’ından bugüne kadar zindanda. Onu, ABD-Afganistan’ın şöhreti en kötü olan Bagram Cezaevi’ne ve erkeklerin yanına hapsettiler. Koğuşu gardiyanlara ve diğer tutuklulara açık, gardiyanlar durmadan işkence yapıyorlar, mahkumların tecavüzleri sebebiyle onun çığlıkları gece boyunca kulakları tırmalıyordu.
Bir İngiliz gazetesinin (Yvonne Ridley) açıklamasına göre ona yapılan işkencelere değil bir kadın en güçlü erkeklerin bile dayanması mümkün değildi. New York’ta ilk mahkemeye çıktığında durumu içler acısı idi, yakalandığı sırada göğsünden yaralanmış, doğru dürüst tedavi edilmemişti. Böbreklerinden biri ve bağırsaklarından bir kısmı alınmıştı. Ayakta duramıyordu. Otururken de birilerine dayanıyordu. Çok zayıf düşmüştü. Vücudunda kanamalar görülüyordu.
Yapılan işkencelerin birini şöyle naklediyorlar: Kur’an-ı Kerim parçalanmış, sayfaları yere serilmiş ve kanları akarken üzerinden yürümesi istenmişti, maksat diğer mahkumlara, onun kanı ile kirlenmiş Kutsal Kitab’ı göstermekti.
Yakaladıklarında zerk ettikleri bir ilaç ve sonraki işkenceler yüzünden psikolojisi altüst olan, kaybolan çocuklarının acısıyla hayal görmeye başlayan, ruh ve bedeni acil müdahale ve tedaviye muhtaç olduğu halde buna izin verilmeyen mazlum Afiye’nin son durumu hakkında bilgiye ulaşamadım. Yapılanların dünya kamuoyuna ve bilgisine ulaştırılması her bilenin birinci vazifesi olmalıdır.
Annesi onunla bir Ramazan’da telefonla konuşma imkanını bulmuştu, annesine şunu anlatmıştı:
Peygamberimiz’i (sav) sıkça rüyamda görüyorum. Bir keresinde beni Hz. Aişe’ye götürdü, “kızımızı yanına al” buyurdu.
Afiye Sıddıki’nin başından geçenlerin hikayesini bana Arapça bir metin olarak gönderenler şu dua ile yazıya son veriyorlar:
‘Ey Hz. Yusuf gibi zindana kapatılan ve Hz. Aişe gibi zulme (iftiraya) uğrayan kızımız, Allah acılarını dindirsin, hürriyetini lütfeylesin! Efendimiz’in (sav) seni sevmesi ne büyük mutluluk! Cennetin en küçük nasibi bile sana bütün acılarını unutturacak, zalimler de yaptıklarının cezasını çekeceklerdir!’
Afiye Sıddıki 2008’de Afgan polisi tarafından tutuklandı. Sıddıki’nin 900 gram sodyum siyanür ve New York anıtlarına yönelik kitle saldırı planlarıyla yakalandığı iddia edilmişti. Afiye Sıddıki’nin davası Eylül 2010’da ABD’de görüldü. Sıddıki, cinayete teşebbüs, silahlı saldırı ve başka suçlamalardan mahkûm edildi.
Yakalandıktan sonra ABD’ye götürülen Sıddıki, sorgulama odasında eline geçirdiği bir M-4 tüfeğiyle etrafa ateş açmıştı. Olayda vurulan asker olmamış, fakat Sıddıki askerlerin ateşi sonucu yaralanmıştı.
Afganistan’da Taliban 2010 yılında, aralarında bir İngiliz kadının da bulunduğu dört kişinin kaçırılmasını üstlenerek, karşılığında ABD’de hapis cezası verilen Pakistanlı Müslüman kadın doktorun serbest bırakılmasını istedi.
Afiye Sıddıki yıllarca işkence altında tutulduğu hapishanede akli dengesini kaybetmişti. Sıddıki’nin kocası ise 11 Eylül saldırılarının planlanmasına yardım ettiği iddiası ile 2003 tutuklandı ve halen Amerikan Guantanamo askeri üssünde tutuklu bulunuyor.” (Hayrettin Karaman \ Yeni Şafak)
“Mürekkebin utandığını gördüm yazılı kağıtlarda” diyor İsmet Özel.
Yalnız utanmaz mürekkep, bazen de susar. Yalnız mürekkep değil; kalem, kâğıt da utanır. İnsan denen can da kalp çaresizliğine utanır. Nice derdim dediği hallere şükretmediğine utanır. Neredesin Ey Müslüman! nidasına sükût olan dil utanır. Kalpten bir duan da mı yoktu be kardeşim? Benim için akacak göz yaşın da mı kurudu. Yoksa oyun ve eğlence dolu dünya seni de mi inandırdı yalanına?
Biz Müslümanlar her zulüm karşısında “Bir ölür bin diriliriz” deriz. İşte bu bini evlerimizde yetiştirip çıkarmalıyız. Sabah akşam ders başında oturan evlatlarımıza şan şöhret için değil, kuru bir maaş için değil. Amerika gibi kendini dünyaya hâkim sanan zavallılara korku olmak için okumalısınız ve siz önemlisiniz telkinleriyle yetiştirmeliyiz. Bu bazen bir öğretmen, bazen bir işçi, bazen evlerinde mücahid ve mücahide yetiştiren anne ya da Afiye Sıddıki gibi bilim insanı olarak. Bize düşen üzerimize vazife olanı hakkıyla yerine getirmek gayesi olmalıdır.
“Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır” ahdine bir damla olabilmektir. Bunun içindir ki bu örnek şahsiyetleri her daim bilmeli, anlatmalı, duyurmalıyız. Çocuklarımız yalancı masallarla değil gerçek mücahid ve mücahidelerin hikayeleri ile büyümelidir. O zaman Afiye Sıddıki gibi kardeşlerimize gerçekten bir nebze yardım etmiş olabiliriz. Ve biz de cennete talib olabiliriz.
“(Hakiki) Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a (Kur’an’ın hükümlerine) ve Resulüne (Hz. Peygamberin öğretilerine tamamen ve samimiyetle) iman getirirler; sonra hiçbir kuşkuya (ve korkuya) kapılmadan (ve asla Hakk’tan caymadan) mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad ederler. İşte bunlar, (iman davasında) sadık olanların ta kendileridir.” (Hucurât, 15)
Selam ve dua ile…

1) www.dunyabulteni.net 2) İlkha.com

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?