Yerlerinden edilmiş ve ana vatanlarından kovulmuş 1.2 milyon Müslüman… Kiminin annesi, kiminin babası, kiminin de çocuğu öldürülmüş. Ailesinden kayıp vermeyen hiç kimse yok gibi… Herkes en az bir kayıp vermiş. Biz bu satırları yazarken çok basit bir şekilde kayıp diyebiliyoruz. Ama onların her birinin birer hikâyeleri vardı. Gülüyorlardı, ağlıyorlardı, seviyorlardı ve düşünüyorlardı. Yani onlar birer can, birer insandı.
Neden bu insanlar öldürülüyor? Neden zulüm görüyorlar? Neden kadınlarına tecavüz ediliyor? Neden öz vatanlarından kovuluyorlar? Neden sosyal hakları ellerinden alınıyor? Aslında bu insanların tek suçu var. O da Müslüman olmak, sırf Müslüman oldukları için yıllardır yaşadıkları ülkede her türlü işkenceyi gördüler. Kimden mi bahsediyoruz? Elbette güneydoğu Asya ülkesi olan Myanmar’ın Arakan eyaletinde yaşayan Müslümanlardan bahsediyoruz. Bu Müslümanlar BM yetkilileri tarafından “dünyanın en çok zulüm görmüş olan ve bu zulümden kaçamayan halk” olarak nitelendiriliyor.
Biz de Türkiye’den giden medya ekibi olarak Myanmar ordusunun ve Budist çetelerin zulmünden kaçıp Bangladeş’e sığınan Rohingya Müslümanlarının yaşadığı kampları 3 gün boyunca ziyaret ettik ve hangi şartlarda yaşadıklarına şahit olduk. Müsaadenizle bu yolculukta edindiğim izlenimleri sizinle paylaşmak istiyorum.
Tarih 8 Kasım 2018; saat 18.00’de koştura koştura İstanbul Atatürk havalimanına gittim. Saat 19.10’da uçağımız havalanıyordu. Güç bela da olsa yetiştim Allah’a şükür. Kazasız, belasız uçağımıza bindik 10 kişilik medya ekibi ile birlikte. Yaklaşık 8 saatlik yolculuğun ardından nihayet uçağımız Bangladeş Dakka havalimanına iniş yaptı. Ardından bu seyahate öncülük eden İHH Vakfı ekibinden bir grup gönüllü bizi dinleneceğimiz otele götürdü. Bu otelde sabah kahvaltısından bir müddet sonra yola koyulduk. Bizi 5 saatlik bir kara yolculuğu bekliyordu. Uzun ve tehlikeli bir yolculuğun ardından Arakanlı Müslümanların kamplarını kurduğu Bangladeş’in turistlik şehri olan Kok’s Bazar’a vardık.
Burada bir otele yerleştik. Sabahın erken saatlerinde kalkıp kamplara gitmek için yola koyulduk. Bozuk ve trafik kurallarının olmadığı bir yolda bir buçuk saatlik bir yol kat ettik. Yüzbinlerce Müslümanın yaşadığı o kamplara vardığımızda gördüklerimize inanamadık. Bu öyle ekranlardan izlemeye benzemiyor. O acı ve dramı kelimelerle tarif etmek imkânsız. Bambu ağaçlarından yapılmış 5 metre karelik evlerde yaşamaya çalışıyorlar. Ev dediysem anlamanız için söylüyorum. Yoksa o derme çatma kulübeye ev demek için bin şahit lazım.
Kulübeler ikiye bölünmüş, aile fertleri bir tarafta uyuyor, diğer tarafı ise mutfak olarak kullanılıyor. Kafamı içeri sokup şöyle bir baktığımda gördüğüm şey iki hasır ve birkaç tabak. Düşünün, giyecekleri ikinci bir elbiseleri bile yok. Elbiseleri olsa ne işe yarayacak? Banyo yapıp temizlenecekleri bir yer olmadıktan sonra. Erkekler kamplardaki su kuyularının başında banyo yapmak zorunda kalıyor. Çocuklar da aynı şekilde. Kadınlar ise onlar için yapılmış küçük bir barakada temizlenebiliyorlar. Yazın sıcaklar 40 derece ve üzerine çıkabiliyor. Kulübeler de iç içe olunca tahammül sınırlarını zorlayan bir sıcaklık çıkıyor ortaya. Bölge muson iklimine dâhil… Bunun için ani bastıran yağmurlar da eksik olmuyor. Yağmur yağdığı zamanlar ise kamplardaki Müslümanlar çamur ile uğraşmak zorunda kalıyor.
Her evden acı bir çığlık, sessiz bir feryat yükseliyor. Sesleri çıkmıyor, ama çaresizlik gözlerinden okunuyor. Yaşadıkları acıyı anlatmak için kelimelere ihtiyaç duymuyorlar. Gözleri ve duruşları anlatıyor her şeyi. Mikrofon uzatıyorum bir çocuğa, sorduğum soru şu: “Ailenden birini kaybettin mi?” Verdiği cevap kurşun gibi saplandı beynime. “Budistler, annemi ve babamı öldürdüler.” Sıtmaya yakalanan hastalar gibi titremeye başladım. Ondan sonra yaşanan gelişmeler umurumda değildi. Ve düşünmek de istemiyordum zaten. Bu yaştaki bir çocuk anne ve babası olmadan burada ne yapar, ne yer, ne içer, nasıl yaşar? Allah’ım, sen yardım et.
Türkiye, bölgede kurduğu hastane ve çocuk merkezleri ile bu Müslümanların yaralarını sarmaya çalışıyor, ama tahmin ettiğiniz gibi yeterli olamıyor. Müslümanların topyekûn uyanıp bu Müslümanlara sahip çıkması gerekiyor. Kime mikrofon uzatsak içler acısı hikâyesini anlatmaya başlıyor. Teselli etmek için bir şeyler söylemek istiyoruz, ama kelimeler boğazımızda düğümleniyor. Bu hikâyeleri anlatmaya çalışsak ne kâğıt yeter ne de mürekkep…
Rohingya Müslümanlarının Elinden Alınan Hakları Neler?
Arakanlı Müslümanlara karşı ilk saldırılar 1938’de başladı. Yüzlerce Müslüman öldürüldü. On binlercesi de göç etmek zorunda bırakıldı. Gün geçtikçe zulümler, katliam boyutlarına vardı. 2012 ve 2014 yıllarında gerçekleştirilen saldırılarda Arakanlı Müslümanların köyleri ateşe verildi. Yine binlerce Müslüman öldürüldü. Yüz binlercesi evini terk etmek zorunda kaldı. Bu saldırıların en büyüğü 2017’de gerçekleştirildi. Myanmar ordusu silahlı militanlarla mücadele gerekçesi ile Müslüman köylerine saldırdı. Yaktı, yıktı, çocukları öldürdü. Kadınlara tecavüz etti.
Myanmar yönetimi, Arakanlılara yönelik gerçekleştirdiği saldırılarda radikal Budist çetesi olan “969” lideri rahip Wirathu’yu maşa olarak kullanıyor. Bu çete, Rohingyaların aslında Myanmarlı olmadığını ve İngilizler tarafından Myanmar’a yerleştirilen Bangladeşli Bengaller olduğunu iddia ediyor.Bu insanlar resmiyette de vatandaş olarak kabul edilmiyor. Yani resmi bir kimlikleri bulunmuyor. O yüzden Müslümanlar hiçbir sosyal haktan faydalanamıyor.
Örneğin Arakanlı Müslümanların evlenmeleri kesinlikle yasak, ancak devlete belli bir ücret ödeyip izin alanlar evlenebilir. Bu izin süreci aylar sürebiliyor. Tabi uzun bekleyişin ardından izin çıkmaması da mümkün. O zaman hem evlenemiyorlar hem de paraları geri ödenmiyor. Diyelim ki, bütün bu zor aşamaları aşıp evlendiler, bu sefer de çocuk sahibi olamıyorlar. Çocuk sahibi olan ailelerden de çocuk başına özel vergi alınıyor. Bütün bu süreçte vergileri ödeyince kurtuluyorlar mı? Elbette hayır! İş kurmak isteyen Müslümanlardan bir Budist ile ortak olma şartı getiriliyor. Budistin herhangi bir ücret ödemesine gerek yok. Çünkü o Budist, derhal %50 oranında ortak oluyor. Bütün bu zor şartlara katlanıp çocuk sahibi olanlar bu sefer de çocuklarını okutamıyor. Çünkü Müslüman çocukların liseye kadar okuma hakları var. Üniversiteye gitmeleri ise kesinlikle yasak.
Yani anlayacağınız Myanmar hükûmeti, Rohingya Müslümanlarının ülkeyi terk etmeleri için ellerinden geleni yapıyor. Baskılara göğüs gerip doğduğu toprakları terk etmeyen Müslümanlara da çeşitli işkenceler yapılıyor. 2017 yılında Rohingya Müslümanlarına karşı gerçekleştirilen saldırılarının sebebi de buydu. BM’nin yaptıkları ise öldürülen Rohingya Müslümanlarının sayısını tutmaktan ve kameralar karşısında sözlü bir kınamadan öteye gitmiyor. Yazımı Arakanlı bir annenin söyleriyle sonlandırmak istiyorum:
“…Biz kaçarken iki ağabeyimi öldürdüler. Birçok akrabamızı da öldürdüler. Kızlarımıza tecavüz ettiler. Elimizden hiçbir şey gelmiyor. Biz Müslümanız, siz de Müslümansınız. Siz bize sahip çıkmazsanız kim sahip çıkacak? Allah razı olsun, bize gıda yardımı yapıyorsunuz. Ama bu çözüm değil. Biz hakkımız olanı istiyoruz! Kendi ülkemize dönmek ve insanca yaşamak istiyoruz…“
Mehmet ŞİMŞEK