Şurası kesin ki batılın hakka karşı; fikir ve inançta söyleyecek sözü yoktur. Çünkü hak cephesi vahy-i ilahiye dayanmakta ve fıtrata davet etmektedir. Doğruluk, fazilet ve erdem gibi tüm kemal meziyetleri, sadece hakta vardır. Ya batıl cephe? Ne kendisine, ne de insanlığa şerden başka ne getirmiştir. Ama batıl cephe, inadına devam edip hakka teslim de olmayacaktır.
Dolayısıyla imtihan gereği hakla batılın savaşı sürgit devam edecektir. Ancak sıcak savaş alanında da batılın hakka mukavemet etmesi mümkün değildir. Çünkü hak taraftarı olan Müslümanlar, Allah (cc) yolunda şehit olmayı cana minnet bilmektedirler. Batıl tarafındakiler, yemek için yaşayanlardır. Ama Müslümanlar yaşamak için ihtiyaç kadar yiyenlerdir. Ayrıca batıl cephenin insan gücü tükenmektedir. Çünkü evlenip meşru yuvalar kurmak yerine, beraber yaşamak dedikleri hayvanlaşmayı tercih etmektedirler. Dolayısıyla çocuk yapma yerine, kedi köpek beslemeyi tercih etmektedirler.
Batıl cephe taraftarları, dünya ve içindekilere tapınırcasına bağlıdırlar. Müslümanlar ise dünya ve içindekileri geçici bir meta olarak görmektedirler. Dünya ve içindekileri asıl ve ebedi hayata hazırlanmakta sadece birer vasıta olarak görmektedirler. Meşhur tabirle, “Müslüman, kâfirin hayatı sevdiği kadar Allah (cc) yolunda şehit olup ölmeyi sevmektedir.” Dolayısıyla düşmanın İslam ümmetine karşı mertçe savaşmayı göze alması mümkün değildir. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur.
Allah (cc) şöyle buyurur: “Siz, gerçekten, onların yüreklerinde korku bakımından daha şiddetlisiniz (Allah’tan çok sizden korkuyorlar). Bu, onların (Allah’ın azametini, kudretini) fıkıh edemeyen bir kavim olmaları sebebiyledir. “Onlar, korunmuş şehir içinde veya duvarlar arkasında (surlar içinde) olmadıkça, sizinle toplu olarak savaşamazlar. Onların kendi aralarındaki çarpışmaları şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, (oysa) onların kalpleri dağınıktır. Bu, onların akıl etmez bir kavim olmaları sebebiyledir.” (Haşr 59/13-14)
Geriye ne kalıyor? Sinsi, gizli, derin, hain, kalleş ve kahpece planlar. Düşman için bağlayıcı bir ilke ve kural da olmayınca bu hilekarlıklar da çok mahir hale gelmiştir. İşte şu kısacık ömrümüzde duyduğumuz, bildiğimiz ve birçoğu hala deşifre olmamış ve bilmediğimiz nice örgütler, mafyalar, çeteler… FETÖ, Gladyo, Ergenekon, Gerilla, Kontr Gerilla, Dev genç, Dev-sol, DHKP-C, PKK, TAK, PYD, IŞİD, DEAŞ, Ay ışığı, Sauna vs. vs. oluşumlar varlıklarını devam ettirmekte.
Bu saydıklarımız, soğuk savaşın bir yönü… Diğer taraftan içki, kumar, uyuşturucu, moda, müzik, futbol, uyuşturucudan daha etkin olan futbol, TV, internet, Noel, sevgililer günü vb. günler ve daha neler… Dini imanı, arı namusu, edebi hayâyı, ahlak ve fazileti yok eden tüm bu soğuk silah vasıtalarının etkisi ve tehlikesi, sıcak savaşla kıyaslanamayacak kadar daha geniş ve daha tehlikelidir. Maalesef düşman bu sahada çok mahir ve başarılıdır. Çünkü batıl cepheyi bağlayan hiçbir kaide ve kural yoktur.
Son yıllarda kitle iletişim araçları ve teknolojinin geldiği nokta, soğuk savaşın etki ve tehlikesini binler kat artırmıştır. Dolayısıyla düşman artık maşa varken elini tehlikeye hiç uzatmamayı tercih etmektedir. Parmaklarıyla bir tuşa dokunmakla, dünyanın her yanına binerce TV kanalı ve milyonlarca internet siteleriyle, yüzlerce dilde, bomba ve füzelerden çok daha yıkıcı olan ahlaksızlıkları servis etmektedir.
Düşmanın En Etkin Silahı: Tefrika
Yukarıda bir kısmını saydığımız ve saymadığımız nice örgütler, ümmet içinde kin, nefret, ayrılık, gayrılık, tefrika ve düşmanlık çıkarmak içindir. Haçlı Siyonist ittifakının temek prensibi, “Ferrik, tesud” yani “Böl, parçala ve yönet” dir. Hakkını (!) teslim etmek lazım, düşman bunu çok güzel yapmaktadır. Ustaca ve sinsi çalışmaları neticesi, iki milyarlık ümmetin kaç parçaya bölündüğü belli değil.
Şunu tekrar ifade edeyim ki, tüm bu bölücü unsurlar içinde en etkin ve tehlikelisi ve tefrikanın asıl zirve noktası “tekfir” hastalığıdır. Öyle ki tekfirci örgütler, kendi grubunun maslahatı için gerekirse, ABD, AB, Rusya, Çin, Şia ve Suud gibi birbirinin zıddı olan nice güçlerle işbirliği içine girebiliyorlar. Ama Müslüman kardeşine gelince, onunla bir araya gelmenin yolunu aramak değil de ondan uzaklaşmak için her şeyi yapıyor. Hatta herhangi bir bahaneyle onu tekfir ediyor, mürted sayıyor, katlini helal görüyor.
Düşman, ümmetin bu yumuşak karnını çok iyi bildiğinden, hiçbir zaman bu silahı ihmal etmedi. Tarih boyunca tepe tepe kulandı ve kullanmaya devam ediyor. Hz. Osman (ra) döneminde, Yahudi Abdullah bin Sebe’ eliyle türettikleri Şia’yı 1400 yıldır çok aktif bir şekilde kullanmaya devam etmektedirler. Ancak tek kutuplu tekfir dalgası zaman zaman yetersiz kalmakta idi. Bu sebeple onun karşısına zıt kutup gibi görünen ikinci bir dalga gerekiyordu.
İşte muasır haricilik de diyebileceğimiz vahhabilik İngilizler, yani Haçlı-Siyonist ittifakı tarafından bunun için türetildi. Vahhabiliğe mensup tüm fertler, elbette bu planın farkında değildirler. Ancak neticeye baktığımızda şunu görürüz. İŞİD veya DEAŞ, Nusra’dan, Nusra Kaideden, Kaide Selefiyeden, Selefiye de Vahhabilikten evrilerek bu hale gelmiş veya getirilmiştir. Yani tekfircilik ve hariciliğin fikri alt yapısı ta baştan vahhabilikte mevcut idi. Haricilik olarak tanımlanabilecek bu fikrin ana teması “doğru tektir, o da benim dediğimdir”, “benim gibi düşünmeyen, benim dediğimi yapmayanlar mürtettir” anlayışıdır. Nitekim saydığımız bu grupların hepsinde bu anlayış kökleşmiş haldedir.
Aşırılığın zirvesi DEAŞ
“Ağacın kurdu içinden olursa iflah olmaz” diye çok isabetli bir söz vardı. Tabii bu, sinek, sivrisinek küçüklüğündeki kurtçuklar için söylenmiş bir söz. Ya ağacın bünyesindeki; bir akrep, yılan hatta bir canavar olursa, tehlikesini varın siz düşünün.
Ümmet on beş asırlık devasa bir çınar misali. Önceleri dışardan müdahalelerle bu çınarı tırtıklayıp zayıflatmaya ve devirmeye çalıştılar. Kısmi zararlar verdilerse de yıkamadılar. Sonunda ağacın kendi bünyesinden kurtlar üreterek, bu ulu çınarı devirmeyi denediler. Kadim-hadis birçok fikir akımları ve “firak-ı dalle” bu kabildendir. Mutezile, kaderiye, cebriye, hariciye, Cehmiye, Babilik, Bahailik, Kadiyanilik vs.
Kimi ulu çınarın dalından, kimi yaprağından, kimi kökünden, kimi de toprağın atındaki damarlarından kemirerek yıkmaya çalıştılar, ama yıkamadılar. Bu kadim fırkalardan en fazla bu ulu çınarı uğraştıran 20-25 değişik kısmıyla Şia fırkasıdır. Buna 2-3 asır önce bir de harici vahhabi fırkayı eklediler. İkisi beraber, İngiliz, Fransız, Yahudi vs. haçlılarla işbirliği yaparak, bu ulu çınarın son temsilcisi Osmanlı devletini yıkıp, mülkünü talan ettiler.
O gün bu gündür, ümmet zelil, perişan İslam diyarı maddi manevi talanlar yaşıyor. Ancak son 20-30 yıldır, ümmette aslına dönüşe dair kımıldamalar yaşanmaya başladı. Derken asrın kıyamı olan İslam baharı gelişti. Bu durum İslam düşmanlarını şoke etti. Geliştirmeye çalıştıkları “ılımlı İslam” projesi geç kalmış, ümmetin cihat ve şehadet damarını tıkayamamıştı. İslam ümmeti, emperyalist kâfirlerin planlarını yıkıp özgürlüğüne kavuşabilirdi. İşgal ve sömürü sona erebilirdi. Bu da emperyalizmin bitişi olurdu.
Şimdi yeni bir canavar ürettiler ulu çınarın bünyesinden. İŞİD. Bu canavar adeta birçok yırtıcı, zehirleyici bileşiminden türetilen çok tabiatlı bir varlık. Bunda yılanlık, akreplik, çakallık, tilkilik, akbabalık gibi birçok sinsi ve vahşi özellik birleşmiş. Nasıl oluyor bilinmez ama oluyor işte…
Çünkü bu yapı, lanetli Yahudi’nin, sinsi İngiliz’in, hain ve takiyyeci Şia’nın, kalleş ABD’nin, fırsatçı batının, hain ve sürüngen körfez emirlerinin bileşiminden oluşuyor. Dolayısıyla bu yapıda birbirlerinin zıddı, kanlı bıçaklı gibi duran, ekranlarda horoz döğüşü yapan birçok derin ve karanlık güç birleşiyor. Her tür ihanet, hıyanet, kalleşlik, kahpelik, sinsilik düşmanlık vs. kötülükler mubah…
Şia bölüyor, karıştırıyor, fitne çıkarıyor ama direk saldıramıyordu. Ancak her renkten ümmet düşmanlarıyla işbirliği yaparak, dolaylı savaşıyordu. Çünkü tek başına ulu çınarla baş edemeyeceğinin farkındaydı. Bir taraftan da ümmet birliği, İslam kardeşliği gibi nice cazibeli şarkılarla ümmetin gençlerini tuzaklarına çekerek şiileştirmeye de devam ediyorlar.
Şia da ümmet ve ashab-ı kiramı tekfir ediyordu ama takiyye icabı bunu çok ustaca sinsi ve gizlice yapmaktadır. Ama Harici vahhabi akım olan DEAŞ vb. fırkalar tekfir konusunda çıtayı hayallerin ötesine taşımış. Daha önceki tekfirci akımların hepsinden çok daha tehlikeli bir mecraya sürüklenmiş durumdadırlar. Kendilerine katılmayan, halifelerine(!) biat etmeyen herkesi mürted kabul ediyorlar. Tabii mürtedlerin de katli vaciptir. Canları, malları, ırzları mubah ve ganimettir.
Aylardır Müslümanların kafalarını karıştıran sorular böylece cevap buluyor. Neden kâfir ve zalim olan Beşşar’la değil de Beşşar ve diğer Şii ordularına karşı savaşan Müslümanlarla savaşıyorsunuz? Cevap hazır: Mürtedlerin cezalandırılması önceliğimizdir. Gazze’yi cehenneme çeviren Yahudi’ye karşı neden bir şeyler yapmıyorsunuz? Cevap aynı. Mısırda sisi cuntasına neden destek vermeye devam ediyorsunuz? Cevap daha da kan dondurucu. MÜRTETLERE KARŞI KÂFİRLERLE İŞBİRLİĞİ YAPILABİLİR.
İşte bu görüş ümmetin başını çok ağrıtacağa benziyor. Bunlar Suriye’deki direnişçi mücahitlere karşı Beşşar, İran, vd. tüm kâfirlerle işbirliği yapabilirler. Biat etmedikleri gerekçesiyle Irak’ta Sünni direnişçilere karşı aynı dünya derin güçleriyle işbirliği yapabilirler ve yapıyorlar. Suriye ve Irak’ta petrol sahalarının bunlara altın tepsi içinde sunulması bundandır. Bunlara hediye ettikleri şehirleri, bankalardaki milyar dolarlarla beraber sunuyorlar. Askeri üsleri, tüm silah, mühimmat ve teçhizatla beraber teslim ediyorlar.
Tehlike çok büyük… Ümmet olarak bambaşka bir düşmanla karşı karşıyayız. Bu düşman Yahudi’den de haçlılardan da Şia dan da daha tehlikeli. Ümmet birliğini çabuklaştırarak bu tehlikeleri bertaraf edemezsek tahribat ve tahrifatlar, ulu çınarın bünyesinde onulmaz yaralar açabilir. Demedi demeyin…
Püsküllü Bella: Hem İfrat Hem Tefrit
Zaman zaman paylaştığım bir tespiti tekrar hatırlatayım. Gerek yerel gerek küresel bazda olsun, derin güçler sürekli ifrat ve tefrit gruplarını kullanırlar. Kullanılan, taşeronluk yapanlar farkında olsun veya olmasın fark etmez. Gerçi genelde işin hamallığını yapan iyi niyetli ve saf insanlar zaten farkında olmazlar. Ancak işin tepesinde bulunan ihanet çeteleri genelde hıyaneti bile bile kasten ve planlı bir şekilde yaparlar.
Tefrit gruplarını, suya sabuna dokunmayan, sürü gibi güdülmeye, sağılıp sömürülmeye müsait, uysal vatandaş yetiştirmede kullanırlar. Nitekim birçok tefrit ehli olan; grup, meşrep, tarikat, cemiyet vs. oluşumlar, bunu uzun yıllardır yapmaya devam ediyorlar. Özellikle cahil-cühela eline düşen tarikatlar, tefrit gruplarının tipik örneklerindendir. “Kedicik” tarikatı, Evrenesoğlu tarikatı vb. Fetö örgütü de normalde bu kategoriye dâhildir. Ancak küresel patronları onlara infaz emri verdiklerinden olsa gerektir ki, fikirde tefritteyken, eylemde ifrata evriliverdiler.
Bu açıdan bakıldığında Pensilvanya örgütünde hem ifrat hem de tefrit bariz bir şekilde birleşmiş durumdadır. Başka birçok zararlı oluşumlarda da bu çelişkili durum kısmen olabilmektedir. Ancak bu kadar da çelişkili davranmaları garip bir durum.
İfrat gruplarını ise, ümmet içinde tefrika çıkarma, kafa karıştırma, zihinleri bulandırma, gündem saptırma, provokasyonlar yapma, anarşi ve tedhişle ortalığa korku salma, vahşice terör eylemleriyle İslam’ı dünya kamuoyunda kapkara gösterme vb. birçok sinsi ve kalleş planlarda kullanırlar. Bu işin taşeronluğunu alanlar, çetenin idari kadroları olurlar genelde. Rant devşirir, ikbal edinir, işin kaymağını yerler. Bu sinsi planlar bazen asırlar sürer de alt tabakadaki garibanların ruhu bile duymaz.
Bu gariban ama bir o kadar da cahil ve ahmak olan marabalar, olabildiğince keskin, sert fikirlerle donanırlar. Kıvamına gelince de bunlara, ömrünü İslam’a adamış nice şahsiyetler, “mürted” “baği” “provokatör” “ajan” vb. suçlamalarla hedef gösterilir. Bunlar da rahatlıkla, hatta ibadet aşkıyla infaz ederler.
Maalesef bu kapkara tabloyu çok değişik yönleriyle İslam diyarının birçok yerinde görmekteyiz. Afrika’nın değişik yerlerinde kız çocuklarının kaçırılması, cariye olarak pazarlarda satılmaları… Tüm bu vahşetlerinin profesyonel ekiplerce görselleştirilip dünya kamuoyuna ilan edilmesi… Ve daha nice vahşetler… Gelişmeler gösteriyor ki, İslam diyarını işgal eden emperyalist kâfirler, batıda “İslamafobi” fikrinin üreticileri ve bu ifratçı gruplar aynı karanlık noktadan yönetilmektedirler.
Şimdi selefilik adını haksız olarak kullanıp kirleten çağdaş harici, tekfirci gruplar çok daha bariz bir çelişki içindedirler. Hem ifrat hem tefrit çelişkisi… Bilindiği üzere bunlar kendi aralarında onlarca irili ufaklı gruplara ayrılmış durumdadırlar. Ancak genelde iki ana isimle ayrışıyorlar. Cihadiye ve ilmiye…
Tabii ifrat ve tefrit grupları içinde yer alan, saf ve halis Müslümanlar elbette müstesnadır. Her iki tarafta da azımsanmayacak kadar, iyi niyetli fedakâr ve cefakâr Müslüman ve mücahitlerin varlığını göz ardı ediyor değiliz. Ancak takdir edersiniz ki, böylesi puslu yapılarda saf ve iyiniyetli garibanların pek bir ağırlıkları olmaz. Davul marabaların boynunda olsa da, tokmak hainlerin elinde olur.
Tarih boyu benzeri nice planlar, Allah (cc)’nun yardımı ve vasat ümmet anlayışındaki yiğit Müslümanların duruşlarıyla boşa çıkmıştır. Şu yaşanan ifrat veya tefrit eseri tefrika vs. sorunlar da elbette bitecek ve düşman, bir kez daha hezimete uğrayacaktır. Tabii bunun için genelde basiretli müminlere, özelde İslam davetçilerine çok görev düşmektedir. Vasat ümmet anlayışı ne kadar daha hızlı yayılırsa, aykırı ve aşırı görüşler o kadar daha çabuk sönüverecektir. Selam… Dua…
Muhammed Özkılınç