O bir şehitti. Rabbinin huzurunda divana durmuş, ellerini açmış dileğinin kabul olmasını bekliyordu genç sahabe. Çok arzu ettiği bir duası vardı. Efendimizin zaman zaman hatırlayıp hüzünlendiği ve hasretle ‘Onları özledim’ dediği kardeşlerini, yani Ümmeti Muhammedi görmek için. O dua ediyor melekler de duasına amin diyordu, yedi kat göğün nurlu semalarında. Sonunda bir aracı meleğin gelerek duasının kabul olduğunu haber verdi. O kadar sevinmişti ki şehit sahabe, “peki ne zaman” diye soruverdi birden. “hemen” dedi melek. Ve kanatları arasına aldığı şehidi göz açıp kapayıncaya değin yeryüzü semasına indirildi.
Şehit sahabe kendini şehirden biraz uzak boş bir arazide buldu. Yanında ona arkadaşlık edecek meleğe dönüp ‘çok heyecanlıyım… Biliyorum, onlar beni göremeyecek, ona sarılamayacağım ama en azından ben de kardeşlerimi görmüş olacağım” dedi. Yürümeye başladılar. Burası çok kalabalık bir şehirdi. Bağrında nice şehit taşıyordu. Az ilerde mescide benzeyen ama biraz daha büyük bir mekandan bazı gençler belirmeye başladı. İşte diye atmaya başladı sevinçli kalp. Bunlar kesin camiden çıkıyor. Hem baksana hepsinin ellerinde kuran var. Üniversite kapısından çıkan gençler belli ki bir sınav dönüşündeydiler. Ama kılık kıyafetleri şehidin nedense hoşuna gitmedi. Hem saçları da bir acayipti. Aralarında gülüşerek geçtiler yanından. Hepsinin de elinde bir alet vardı. Ara ara kulaklarına götürüyor sonra tekrar içine dalıyorlardı. Bir anlam verememişti. Takip ettiler gençleri. “Bunlar, bizi kardeşlerime götürür. Şimdi aralarında oturup kesin Muhammedi sohbete dalacaklar” dedi, büyük bir sevinçle. Fakat o da ne. Biraz ilerde haya perdesini diz üstüne kadar açmış, tesettürden çok uzak bir görüntüyle bazı bayanlar beliriverdi. Kimisi de erkek miydi ne, pantolon giymiş, saçı da erkek tıraşıydı. El sıkışıp öpüşmesin mi herkes birbiriyle! Hemen gözlerini çeviriverdi şehit. “Allah’ım! Bunlar da kim? Kardeşlerim neredeler?! diye hüzünlenmeye başladı.
Devam ettiler yürümeye, daha doğrusu kardeşlerini aramaya.Vızır vızır geçen arabalara anlam vermeye başladı. Demek ki artık atlar kullanılmıyor, insanoğlu böyle hızlı taşıtlar icat etmişti, diye sevindi ve kendilerine yaklaşıp durmakta olan büyükçe bir arabaya bindiler. Ama burası nasıl bir yerdi öyle. Kadın erkek hepsi doluşmuş, kimileri ayakta sıkışır vaziyette, kimisi oturduğu koltuğunda yine o alete dalıp gitmişti, sanki hiç bu dünyada değildi. Perde arkasından hanımlara seslendiğini hatırladı şehit. Bir tane genç dikkatini çekti. Sürekli arabadaki bayanları süzüyor arada eliyle saçlarına dokunuyordu fark ettirmeden. Başını önüne eğdi dayanamayarak. İlk bakış size helal ikincisi helal değildir, diyordu Resulullah. Yoksa o bu hadisi duymamış mıydı?
Araba durduğu gibi kendilerini dışarı attılar. Aradığı kardeşlerini bulamamanın verdiği acıyla bir sese doğru yürüdüler. Burası bir düğün yeriydi. Öyle ya yeni bir yuva kuruluyordu. Muhakkak kardeşlerim bu düğün yemeğine davetlidir, onları burada görebilirim dedi. Fakat her yerde olduğu gibi burada da kadın erkek beraberdi. Hem de el ele girmiş, eğlence tertiplemişlerdi. Medine’de katıldığı bir düğün yemeği geldi aklına. Duayla başlamış, duayla bitmişti. İç çekti birden. Ayrıldılar derhal, bulacağım dedi kararlı bir edayla. Şehrin içinde yürümeye devam etti. Bir yandan da gelip geçen insanlara bakıyordu. Erkeklerin çoğu kapalı giyinmişti ama kadınlar neden çıplaktı? Şu geçenler de karı koca olsa gerek, el ele tutuşmuş sokak ortasında yürüyorlardı. Kimi küfürler savuruyor, kimi müstehcen kelimeler kullanıyor. Hele şu bayanlar yanından geçerken burnuna gelen koku perişan etmişti onu. Cami sandığı bir mekana girdiler. Burda da sadece gençler vardı, yine erkekli kızlı. Neden aralarına bir perde çekmiyorlar ki diye kızmaya başladı. Hepsi bir masa başında oturmuş önlerindeki bir alete dalmışlardı. Kimse kimseyle konuşmuyor, sadece o ışığı yanan alete odaklanmışlardı. Merak etti ve bir tanesine yaklaşıp baktı. Aman Allah’ım! Haya perdesini yırtacak resimlere bakıyordu. Gözlerini hemen yanındaki arkadaşına çevirdi sinirli bir vaziyette. Subhanallah! Bunun yaptığı daha beterdi. Bir kadınla bir erkeğin uygunsuz hallerini izliyordu. İzleyenden ziyade bu sahneyi oynayanlara acıdı. Haya bu kadar mı yırtılmıştı?! Bir başkasına baktı, o da savaşa benzeyen bir mekandan birilerine ateş ediyordu. Bir başkası korkutucu şeyler izliyordu. Daraldı ve sonunda kendini dışarı attı. Uhud savaşına katılmak için güreşen Semure ve Rafi kardeşlerini hatırladı. Onlar da on beş yaşındaydı. Ama kalplerindeki iman büyüktü. Kur’an’ın başından ayrılmayan Osman b. Affan’ı, bir de bu gençleri düşündü. Ümidi gittikçe kırılıyor muydu ne. Bulacağım dedi gözleri dolu. Kardeşlerini, o çok özlediği kardeşlerini aramaya devam etti. Tam o sırada Bilal-i Habeşi’yi hatırlatan bir ezan sesi duydu. İşte dedi bir çığlık atarak. Sese doğru koştu. Akın akın geleceklerdi kardeşleri oraya. İşte o zaman bulacaktı onları orda. Camiye doğru yaklaşınca ümidi bir kez daha kırıldı. Üç beş tane yaşlıdan başka kimse gelmemişti namaza. Yoksa kimse namaz kılmıyor mu. Aman Allah’ım. Asrı saadet devri nerede ya Rasulallah! dedi ağlamaklı. Ordan ayrılıp üzgün yürürken bir ağacın altında oturup Kur’an okuyan bir adam gördü. Hemen yanına koşup diz çökerek dinlemeye başladı. Öyle ya “Kur’an okununca hemen onu dinleyin ve susun ki rahmet olunasınız” (Araf, 204) ayetini düşündü. Ara ara saatine bakan bu adamdam da artık şüphelenmeye başladı. Biraz sonra yanına bir başka adam gelip ,Allah’ın selamıyla selamladı o da aldı ve geç kaldığını belirtti. İşte o an kalbi aydınlandı şehidin. Ayağa kalkıp peşlerine takıldı yanındaki melekle. Uzun bir yürüyüşten sonra bir eve girdiler. Kapıyı genç bir adam açtı, selam vererek girdiler içeri, bir sohbet halkası gördü orada. İşte dedi kardeşlerim, işte buldum….! Hamd ve sena ile başlanınca söze şehidin yanındaki melek borazan sesine benzeyen bir ses inletti gök semasına birden etraflarını melekler sardı, hem de yüzlerce. Sohbet başlamıştı konu ise Asr-ı Saadet! Hüzün düştü yüreğine gencin. Evet Asr-ı Saadeti yaşamıştı ama şimdi de Asr-ı Hüzündeydi!…