Herkesin bir zaafı vardır, benimki de bir kitap fuarına gittiğimde paramı son kuruşuna kadar harcamaktır. Kitap okumayı çok seviyorum, lakin on milyonluk nüfusu olan memleketim Azerbaycan’da kitap yazanların sayısının çok az olması nedeniyle Azerbaycan Türkçesinde çok fazla kitap bulmak mümkün değil. Bu yüzden Türkçe ve Rusça kitaplar okuyarak bu merakımı gidermeye çalışırım. Üç yıl boyunca Türkiye’de ikamet ettiğim sürede ailemle kitap fuarlarını dolaşıp ihtiyacımız olan kitapları alma fırsatımız oldu.
Kişinin kendini yetiştirmek için kullanabileceği en etkili vasıtaların başında kitap geliyor. Kitap okurken bir beklentimiz oluşur. İsteriz ki, okuduğumuz kitaplar hayatımızı şekillendirsin, olumlu yönde değişsin. Lakin benzer konularda art arda kitap okuyunca beklentilerimizin karşılanmaması, zamanla okuduğumuz konulara daha sonra da tüm kitaplara karşı heyecanımızın azalmasına sebep olabiliyor. Bunun nedeni okuduklarımızı ve öğrendiklerimizi gerçek hayatımıza yansıtamamamızdır. Ben de yıllar önce benzer bir durumla karşılaştım ve buna çözüm üretmek için bir karar verdim. Bunu çözmek için bazı prensipler belirledim:
- Doğru kitap seçmeliyim.
- Şu anki ihtiyacımı karşılayacak,
- Daha çok pratik bilgiler içeren,
- Hevesle okuyabileceğim,
- Okuduklarımı uygulamam lazım.
- Kendi hayatıma uygulayabileceğimi düşündüğüm bilgileri not almalıyım.
- Bu notları her fırsatta uygulamalı, kısacası hayat tarzıma dönüştürmeliyim.
- İlk deneyimlerim sonuç vermese bile, denemeye devam etmeliyim.
Bu yaklaşım, bakış açımın değişmesine sebep oldu. Şöyle ki, okuduğum kitaplardan bazen birkaç bölüm, bazen birkaç paragraf, bazen birkaç cümle, bazen birkaç kelime, bazen ise sadece kitabın ismini not almaya başladım. Böyle olunca aldığınız not ne olursa olsun kendi kendinize “aradığım işte bu!” diyorsunuz. Bu aynen çakıl taşları arasında elmas bulmak gibidir, sizi mutlu eder. Örneğin ikinci el bir kitap aldığımı hatırlıyorum, ismi şöyleydi: “Hayalleri Olan, Asla Uyumaz!”. Okudum, lakin sadece ismini not aldım.
Hayatıma yön veren böyle kitaplardan biri de Rusça okumuş olduğum Steohen R. Covey’in “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı” kitabıdır. O dönem herkesin öve öve bitiremediği bu kitabı okurken çok zorlandığımı hatırlıyorum. Rusça olduğundan dolayı değil, beklentilerimi karşılamadığı için… Kitabı yarılamıştım ve sadece liderlikle ilgili birtakım notlar almıştım… Nihayet sonlarına doğru okuduğum yazarın kendi hayatından bir hikâye beni çok etkiledi. O hikâyenin hayatımda faydalı olacağına o kadar emindim ki, onu hafızama not ettim. Hikâye şöyleydi:
“Dört yaşındaki kızımın doğum günüydü. Aile dostlarımız, akrabalarımız ve iş arkadaşlarım partiye teşrif buyurmuşlardı. Partinin bir yerinde dikkatimi çeken bir olay oldu. Davetlilerin kızımla aynı yaşta olan çocukları, kızımın etrafına toplanmış, hediye ettikleri kutuları açması için ısrar ediyorlardı… Onlar kutulardan çıkacak olan oyuncaklarla oynamak istiyor, kızım ise köşeye sıkışmış vaziyette hediyeleri iki eliyle sımsıkı kucaklamış, paylaşmak istemiyordu. Bu olay herkesin dikkatini çekmişti. Sanki herkes bana bakıyor ve nasıl bir çözüm üreteceğimi merak ediyordu. O zamanlar henüz yeni yeni seminerler vermeye başlamıştım ve çok da tecrübeli değildim. Kızıma yaklaştım ve ona:
- Bu yaptığının doğru olmadığını, çocuklarla hediyelerini paylaşmasını rica ettim. “Hayır!” dedi.
- Eğer hediyeleri arkadaşları ile paylaşırsa ona sakız vereceğimi söyledim. “Hayır!” dedi.
- Eğer söylediğimi yapmazsa oyuncaklarını elinden alıp arkadaşlarına dağıtacağımı söyledim. “Hayır!” dedi.
- Ben de sözümde durdum ve onu ağlaya ağlaya bırakıp, oyuncaklarını elinden alıp arkadaşlarına dağıttım.
Misafirler gitmiş, lakin kızım hâlâ ağlıyordu. O an büyük bir hata yaptığımı ve kızıma çok ciddi bir psikolojik travma yaşattığımın farkına vardım. Lakin çok geçti… Kendimi çok kötü hissediyordum. Aslında daha doğru çözüm üretebilirdim… O hediyeler kızıma mahsustu ve onun hakkıydı. Kendisi bile henüz çoğu kutuyu açma fırsatı bulamamış, kutudan çıkacak hediyeleri görmemiş, heyecanını yaşamamıştı. Peki, bu durumda hediyelerini çocuklarla paylaşması ne kadar doğruydu?
Ben çocukların dikkatini dağıtmak için bir şey düşünebilir ve kızımın üzerindeki o baskıyı azaltabilirdim. Peki, niçin o an bunu düşünemedim? Çünkü üzerimde insanların nazarı ve psikolojik baskısı vardı. Kızımı anlamak yerine misafirleri memnun etmeye çalıştım, “İnsanlar bana ne der?” endişesi ile kendi takıntılarıma yenik düştüm. Bu olaydan sonra uzun zaman kendime gelemedim.
Küçücük masum kız, dünyalar kadar sevdiği ve güvendiği babasının onu anlamasını, sıkıntısına çözüm bulmasını beklerken, babası kendisinin olan hediyeleri elinden zorla almış, onu gözyaşları içinde boğmuştu.
Bu kitabı okuduğumda ben de henüz yeni yeni seminerler vermeye başlamıştım. Okuduğum bu hikâyeden çok etkilendim ve kendime şunu söyledim: “Abdullah, sen bu hikâyeden gereken dersi çıkarttın ve hiçbir zaman aynı hatayı yapmayacaksın!” Bu olayın üzerinden sadece birkaç ay geçmişti. Çocuklarım, 6 yaşındaki büyük oğlum Ferit ve 4 yaşındaki diğer oğlum Muhammed, hastalanmıştı ve kan tahlilleri yapılmalıydı. O gün işten birkaç saatliğine izin aldım, eşim ve çocuklarla sağlık ocağının bahçesinde buluştuk. Çocukların yüzünden korktukları belliydi. Önceki gün çocuklarla konuşmuştum, korkulacak bir şeyin olmadığını anlatmaya çalışmıştım. Daha küçükken ameliyat oldukları için doktorları pek sevmiyorlardı, şimdi de öyle…
Sıramız geldiğinde laboratuvara dâhil olduk, kan tahlilleri için gereken kâğıtları hemşireye takdim ettik. Bir de baktım ki, çocuklar korkularından annelerinin arkasına saklanmışlar. Çocuklara yaklaşarak göz göze gelecek şekilde eğildim ve nazikçe “Korkmanıza gerek yok, dün konuşmuştum sizinle” dedim. Lakin onlar hiçbir şekilde iğne yapmamaya kararlıydılar. Eşim yardımcı olmaya çalıştıysa da çocuklar kararlıydı. Bu durumu elinde iğne ile bekleyen hemşirenin, yardımcısının ve kapıda uzunca bir kuyrukta bekleyen insanların da anlaması zor olmadı. Dikkatler benim üzerimdeydi. Doğum günü partisi değildi, lakin benin durumum Steohen R. Covey’ine çok benziyordu…
Sizce ben ne yaptım? Benzer hikâyeyi öncesinde okuyan, gereken dersleri alan ve aynı hatayı yapmamaya söz veren biri olarak anında farklı çözüm yolları denediğimi tahmin etmek zor olmasa gerek… Ne yaptığımı anlatayım. Onları kendi rızaları ile kan almaya ikna etmek için şunları yaptım:
- “Kan tahlili sağlığınız için çok önemli. Hem korkmanıza da gerek yok, inanın bana hiç acıtmayacak” dedim. “Hayır! İstemiyoruz” dediler.
- “Eğer gönüllü olursanız size güzel hediyeler alacağım” dedim. “Hayır! İstemiyoruz” dediler.
- “Eğer razı olmazsanız mecburen zorla iğne yaptırmam gerekecek. Çünkü başka günlerde işten tekrar izin alamıyorum” dedim. “Hayır! İstemiyoruz” dediler.
- “Bana başka seçenek bırakmadınız” dedim ve sırasıyla her ikisini kucağıma alarak zorla iğne yaptırdım.
Çocuklar ağlıyorlardı, ben de sinirliydim. Ne kadar güzel anlatıyorum, anlamıyorlar. Tabii hemşireler ve sırada bekleyen hastalar rahatladılar, başka türlü olamazdı zaten. Onlara göre benim son olarak yaptığım şey en doğrusuydu. Hatta çocukların nazlanmalarıyla çok oyalandığımı bile düşünüyorlardı.
Eşim hıçkıra hıçkıra ağlayan çocukları alıp otobüs durağına doğru ilerlerken ben de işime döndüm. Bir saat sonra sinirim geçmeye ve yerini korkunç bir pişmanlık duygusu almaya başladı. İlk başta ne olduğuna anlam veremedim. Zamanla Steohen R. Covey’in yaptığı hatanın aynısını yaptığımı fark ettim ve bu beni çok üzdü. Çocuk gelişimi konusunda bunca kitap okumama, seminerler vermeme ve benzer hikâyeden ders almama rağmen hata yapmıştım.
Hani biliyordum? Peki, neden böyle olmuştu? Hemşirelerin söylenmesi, kapıda bekleyen hastaların bakışları üzerimde psikolojik baskı oluşturmuş ve başka güne randevu alamama durumu beni sabırsız davranmaya itmişti. Hem bizim toplumda küçüklerin fikirlerine, duygularına pek de saygı gösterilmez, “parka gezmeye gidiyoruz” diyerek doktora götürülür, “korkmana gerek yok, doktor amca sadece dişine bakacak” diyerek dişi çekilir. Bu yüzden benim çocukları ikna etmeye çalışmam çevredekilere göre yanlış bir davranıştı.
Ben de çevremdekileri memnun etmek adına kendi çocuklarıma psikolojik travma yaşatmıştım. Hele çocuklarımın kucağımda, kollarımın arasında sıkışmış halde gözlerimin içine bakarak “Baba, ben korkuyorum” demesini hiçbir zaman unutmayacağım. En zor ve bana en çok ihtiyaçları olduğu zamanda onlara destek olmak yerine, onlara hayal kırıklığı yaşatmıştım… Kendimi affetmem zor olacaktı.
Peki, siz, aile veya çevrenin baskısı ile çocuklarınıza karşı sonradan pişmanlık duyduğunuz benzer hatalar yaptınız mı?