İnsan bilemez neyin nasıl olduğunu. Bir an gözlerini açar ve geçmişine bir bakar ve şöyle der: “Nasıl bu kadar kirli ve günahkâr? Bunların hepsi neden benim başıma geldi?”

Ve bu soruyla başlar her şey. O soruyu düşünür ve geçip gideni, artık değiştiremeyeceği geçmişini unutamaz. Aslında bunu yaparak sorusuna cevap bulamaz. Sadece düşünür. Ve hayatını bir zaman sonra zindana çevirir. Aklı ve vicdanı bu soruyla ve geçmişe üzülmekle meşgulken nefsi ve düşmanları dört bir yandan saldırır ve sonra bir bakar ki bir destek ve bir yardım olmadan asla çıkamayacağı kokuşmuş bir günah ve isyan bataklığındadır. Sonra bu günah çukuru zihninde bir yıldırım misali çakar. Ve hayatını nasıl mahvettiğini anlar. Bundan çok pişman olur ama ne yazık ki bir hata daha yapar. Bu sefer de farkına vardığı hatalar yüzünden hayatını mahveder. Kendi kendine bir çıkış kapısı, bir el arar. Bulamayınca isyan eder ve böylece o bataklığa daha da batar. Böyle geçiyordur vakti. Ve bir an Rabbini hatırlar. O’nun büyüklüğünü, cömertliğini ve merhametini hatırlar. İçinde bir tomurcuk filizlenir. Ama o da ne? Bir düşman! Ona, “Boşuna ümitlenme! Senin bu kirli ve günahkâr bataklığında o tomurcuk filiz vermez.” der. Hani bir şeyi kırk defa söyleyince insan inanırmış ya, o da buna inanır. Ve tomurcuğunu ezer. Bataklıktaki son umudunu ezer. O son kalesinin zapt edildiğini, son umut ışığının söndüğünü düşünürken ve ağlaya ağlaya tomurcuğunu daha doğrusu her şeyini ezerken o an ilahi bir ses ona “Sen terk edilmedin ve sen unutulmuş da değilsin. Sen hâlâ ekilmeye, üstünde çiçek vermeye layıksın. Tomurcuğunu ezme” der. Ve o an onun hayatı yeniden başlar. Tomurcuğuna iyi bakar. Ve o artık filizlenen tomurcuğunun büyüyüp çiçek olacağına inanır. Ve ona sahip çıkar.
Bence herkes bataklığında filizlenen tomurcuğuna sahip çıkmalı, onu büyütmeli. O zaman her şey daha güzel olur. Hiç olmazsa kokuşmuş bataklık artık kokmaz.
Ümitvar olmamız dileğiyle…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?