“İman edip salih amel işleyenler var ya, onları altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir.” (Ankebut:58)
Yüce Rabbimiz bizlere ne güzel vaatlerde bulunmuştur. Rabbu’l-âlemin olan, Maliku’l-mülk olan Rabbimiz, Erhamu’r-râhimîn (merhametlilerin en merhametlisi) olduğundan dolayı biz zayıf kulların amellerine çok büyük mükâfatlar vermiştir. Hem de mülkün ve canın asıl sahibi kendisi olduğu halde. İman edip sâlih amel işleyenlerin mükâfatı bu iken bizlere bahşedilen hayatı tüm zorluklara rağmen daha bereketli, daha güzel yaşayanların mükâfatı ise çok daha büyük olmuştur. Öyle büyük ki insanoğlunun idrakinin çok çok ötesindedir. Tıpkı şu ayette ölmüş gibi görünen kişilerin ölü olmadıklarının bildirildiği gibi:

“Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz anlayamazsınız.” (Bakara:154)

Taberi bu ayeti “Çünkü ölü, hayatı bitmiş, duyuları yok olmuş insandır, bu sebeple de hiçbir şekilde hiçbir şeyden lezzet alamaz, hiçbir nimeti algılayamaz. Hâlbuki sizden veya diğer kullarımdan biri benim yolumda katledilmişse böyleleri benim nezdimde diridirler. Onlar, bol nimetler, geniş rızıklar içinde mutlu bir hayat yaşamaktadırlar…”1 diye yorumlamıştır. Zalim yöneticiler tarafından şehid edilen Üstad Seyyid Kutub da Fi Zilali’l-Kur’an tefsirinde bu ayeti şöyle yorumlamaktadır. “Onları ne somut olarak ve ne de duygusal planda ölü saymak doğru değildir. Dudaklarımızdan ve dilimizden rastgele dökülen basmakalıp bir kelime ile onlara “ölü” demek caiz değildir. Onlar bizzat yüce Allah’ın şahitliği ile “canlı”dırlar. O halde mutlaka yaşıyorlardır…”

Hayatta olmanın, diriliğin başta gelen belirtisi etkinlik, büyüme-gelişme ve sürekliliktir. Ölümün başta gelen belirtisi ise pasiflik, durgunluk-donukluk ve kesintidir. Allah yolunda öldürülenlerin, uğrunda öldürüldükleri hak davayı destekleme konusundaki etkinlikleri belirgin bir etkinliktir. Uğrunda can verdikleri düşünce onların kanları ile sulanarak süreklilik kazanır. Bu fedakâr insanlar ölümü seçmekle kendilerinden sonra gelecek olanları güçlü ve devamlı bir etki altında bırakırlar. Buna göre şehitler; hayatı değiştirme ve yönlendirme konusunda aktif, sürükleyici ve etkin birer unsur olmakta devam ederler ki, hayatta olmanın başta gelen niteliği budur. Bu açıdan onlar her şeyden önce insanların dünyasında geçerli olan bu objektif bakış açısı yönünden yaşıyorlar, diridirler.

Sonra onlar Rableri katında da diridirler. Bu dirilik ya anlattığımız itibarladır veya ne olduğunu bilmediğimiz başka bir itibarladır. Yüce Allah’ın “Onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz” buyruğu ile onların yaşamakta olduklarını bildirmesi, bu konuda bizim için yeterlidir. Çünkü söz konusu hayatın mahiyeti, sınırlı ve yetersiz insan idrakinin ötesinde ve üzerindedir. Fakat onların diri oldukları kesindir…”

Bu ve bunun gibi şehidliğin yüceliğini anlatan nice ayet ve hadisler şehidin, yüce Allah katındaki değerini anlatırken, cennetteki makamlarının da diğer mümin kullarla aynı olmadığını ifade eden nice ayet ve hadisler bulunmaktadır. Asr-ı Saadetten günümüze bu ayet ve hadisleri gereği gibi anlayan ve gereğini uygulayan, rahatlarından vazgeçerek bereketli bir hayat süren nice müminlerde özledikleri o şehadete kavuşmuşlardır. Hem de kadın-erkek, genç-ihtiyar, sağlıklı-hasta demeden, azaları tam veya eksik olmuş hiç fark etmeden o bereketli hayatı yaşamış ve hayatlarını şehid olarak sonlandırmışlardır.

Efendimizin önde gelen sahabilerinden olan Abdullah ibni Ümmü Mektum’u herhalde bilmeyen yoktur. Gözleri görmemesine rağmen İslam’ın ilk yıllarında dini öğrenme gayretinden dolayı Abese suresinin ilk ayetlerinin inişine sebep olan bu sahabi efendimiz o kadar bereketli ve hareketli bir hayat yaşamış ki, ilim öğrenme aşk ve şevki, ilminin gereğini yerine getirme arzu ve gayreti onu Medine’nin ilk muallimlerinden biri yapmıştır. Efendimizin müezzini olmuş, Efendimiz sefere çıktığında âmâ olmasına rağmen 13 defa onu kendi yerine vekil tayin etmiş, Medine valiliği yapmış olan bir sahabidir. Gözlerinin olmayışı, onun cihad ve şehadet arzusuna engel olamamış, Irak topraklarında gerçekleşen Kadisiye savaşında “Beni saflar arasında durdurunuz. Sancağı elime veriniz. Onu sizin için taşıyayım. Nasıl olsa, ben kaçmaya gücü olmayan bir âmâyım” diyerek onlara moral vermiştir. Enes b. Malik’in “Rabbim seni muaf tuttu, niçin geldin?” sorusuna da “İstedim ki kâfirlere karşı Müslüman askerlerin sayısı çok görünsün” demiş ve şehadete kavuşmuştur.

Kısacık ömründe (42 yıl) bereketli bir hayat yaşayan başka bir şehid ise Üstad Hasan el-Benna’dır. Daha çocuk yaşta İslam davasını sahiplenip toplumun İslamlaşması için her türlü zorluğa ve engellemelere rağmen diyar diyar dolaşıp teşkilatlanarak ektiği tohumların kendinden sonrada devam etmesini sağlayan ve bu bereketli yaşantının sonunda şehadete kavuşarak nice şehidlerin de rehberi olan Üstad’ın bu gün kurmuş olduğu hareket, üzerinden 95 yıl geçmiş olmasına rağmen 70’in üzerinde ülkede faaliyet göstererek büyümeye devam etmektedir. Rabbimizin çevresini bereketli kıldığı, kutsal beldemiz Kudüs ve Filistin topraklarındaki mücadele ve cihad onun ekmiş olduğu bereketli tohumlar sayesinde gerek kendi döneminde ve sonrasında, gerekse de günümüzde hala devam etmektedir.

Filistin topraklarının yılmaz savunucusu olan, korkutulamayan, sindirilemeyen ve asla taviz vermeyen Şeyh Ahmed Yasin, yıllarca tekerlekli sandalyede kutsal toprakları müdafaa ederek “Nemrutların karşısında İbrahim olmak için sağlam bedene değil, sağlam yüreğe ihtiyaç var.” diyerek bu şuurda nice erler yetiştirmiş ve bu bereketli hayatıyla şehidler kervanına katılırken yetiştirdiği nice erler de şehadet kervanına katılmıştır. Bazıları ise hala mücadelelerini kimi zindanlarda kimi meydanlarda devam ettirmektedirler. Daha 30 yaşında şehadet şerbetini içen Yahya Ayyaş bunlardan biriydi. O da diğerleri gibi kısacık ömründe bereketli bir hayat yaşayarak ölümlerin en güzeli olan şehadete telefonuna yerleştirilen bir bomba ile kavuşmuştur. Biz Müslümanlara örnek olacak hayatına kısaca bir göz atacak olursak almamız gereken nice mesajların olduğunu göreceğiz:

“Filistin’in Rafat köyünde dünyaya gelen ve İslami hassasiyetlere sahip bir aileye mensup olan Ayyaş, 1985 yılında Filistin’de Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları bünyesinde işgale karşı mücadelesini aktif olarak sürdürmeye başlamıştır. Elektrik mühendisi olmasına rağmen patlayıcı mühendisi olarak bilinen, işgalcilerin 1994 yılında Hz. İbrahim Camii’nde katliam yapmalarına karşı ilk kez istişhad eylemleriyle karşılık verme yöntemini geliştiren, yerelde bulunan malzemelerle patlayıcı üreterek el yapımı bomba yapan ilk mühendis olması dolayısıyla, işgalcilere indirdiği ağır darbelerin ardından takibe alınan ve işgal rejimi için hedefteki birinci şahıs konumuna gelen Ayyaş dönemin Siyonist Başbakanı İzak Rabin’in “Ayyaş başkasının sahip olmadığı olağanüstü yeteneklere sahiptir. Onun hayatta olması İsrail’in güvenliği için büyük bir tehdittir” diyerek işaret ettiği kişi olmuştur.

Kendi maddi imkânlarını İslami hareketin hizmetine sunmaktan geri kalmayan Yahya Ayyaş, özel yetenekleriyle de davanın kök salmasına büyük katkılar sağlamıştır. Komutan İzzeddin El-Kassam’ı, Şeyh Ahmed Yasin’i, Dr. Abdülaziz Rantisi’yi çok sevdiğini söyleyen Yahya Ayyaş’ın eşi Ummu’l-Bera’nın verdiği diğer bilgilere göre şehit Yahya Ayyaş eski marşları, özellikle İslam Dergisine bağlı İslami Rabıta grubunun marş ve ezgilerini sevdiğini, “Sürgünde Yaşamak Kaderim” ismiyle kendisinin de bir marş kaleme aldığını ama marş ve ezgilerde isminin geçmesini ise hiç sevmediğini dile getiren eşi, ‘bir keresinde isminin geçtiği bir marşı birlikte dinlerken, ismi geçince tepki vermiş ve kapatılmasını istemiştir.’ dedi.

Ayyaş’ın Filistin’e yeni girdiği halde bilgisayara özel bir ilgi gösterdiğini, diğer bir hobisinin ise silah olduğuna dikkat çeken Ummu’l-Bera bazen kıskanıp “silahı benden daha çok seviyorsun” dediğini hatıra olarak anlattı.
Siyonistler, Ayyaş’ı şehid etmelerini yalanlamadılar. Suikastın ardından, 1996 yılının şubat ve mart aylarında, Ayyaş’ın katledilmesine misilleme olarak yapılan eylemlerde toplam 60 Siyonist öldürüldüğü kayıtlara geçmiştir.
Cenazesine yüzbinlerin katıldığı Ayyaş “Siyonistler beni Filistin’den söküp atabilirler. Ama ben halkın arasında onların kolay kolay atamayacakları kişiler yetiştirmek istiyorum.” diyerek ekmiş olduğu tohumların devam etmesini istemiş ve bu yönde çalışmalarını sürdürmüştür.”2

Temennisi doğrultusundaki çalışmaları semeresini vermiş, ölümünden sonra nice gençler onun açtığı yolda devam ederek Siyonistlere rahat yüzü göstermemişlerdir. Mücadelesine hayran kaldığı şehit Yahya Ayyaş’ın yolunu takip eden ve onun sorumluluklarını üstlenen, onun gibi bir mühendis ve Kassam komutanı olan Abdullah Bergusi, Güney Kore’de yaşarken, vatan topraklarının Siyonistler tarafından işgaline dayanamayarak ülkesine döner ve işgalcilere verdiği zararlar dolayısıyla 67 kez müebbet hapisle ve 5200 seneyle cezalandırılır. 20 yıldır 3 metrekarelik tek kişilik hücresinde tüm imkânsızlıklara rağmen “Eğer direnişe silahla destek olamazsam kalemim ve mürekkebim bu yolda silahımdır.” diyerek bu zamana kadar 17 kitap yazan Bergusi yakalanmadan önce direniş yolunda askerler yetiştirmeye, ayrıca gayret göstererek bereketli yaşantısına devam eder.
Evet, gerek şehidlerimiz ve gerekse de onun yolunun takipçileri, bereketli hayatlarına her türlü zorluğa rağmen devam etmişler ve etmektedirler. Bu kervanın yolcuları hiçbir zaman bitmeyecektir. Önemli olan bizlerinde bu kervana dâhil olabilmek için bereketli bir hayat yaşayabilmemizdir.
Bereketli bir hayat yaşayıp şehid olarak ölebilmek duasıyla…

Kaynakça:
1) II/38 2) Filistin Haber; Eşinin gözüyle Şehid Yahya Ayyaş – https://ilkha/biyografi/sehid-yahya-ayyasrahmet-ve-minnetle-aniliyor-182598.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?