1400 yıldır kendisini yenileyen bir kitap olan yüce kitabımız Kur’an’ın hâlâ aramızda olup ilk günkü tazeliğiyle kendisini koruması ve kıyametin kopuşuna kadar gelecek zamanda da yine bütün zamanlara hitap etme özelliğinin bulunması, İslam’ın bilime ne kadar değer verdiğinin bir göstergesidir. Özellikle son iki asırda tembellik gösterip yüce dinimizin bizlere emri olan okuma ve araştırmayı yapmamamız, en büyük eksikliklerimizdendir. Yüce Rabbimiz kâinatı yaratmış ve bu âleme mükemmel bir nizam vermiştir. Bu mükemmel nizamda, yine sebepler çerçevesinde insanoğlunun aklının kavrayabileceği şekilde bilim ile insanoğlu nice yeni buluşlar yapmıştır ve bu buluşlar dünya düzeni var olduğu müddetçe devam edecektir.

Tarihe baktığımız zaman İslam’ın hâkim olduğu devletlerde camiler başta olmak üzere farklı ilim merkezleri kurulmuş olup bu merkezlerde Kur’an ve Hadis ilimlerinden başlayarak fen ilimlerine de gerekli ehemmiyet verilmiştir. 721 yılında doğmuş olan Cabir b. Hayyan, İslam-Bilim tarihinde fen bilimlerinin temelini atmıştı. Meşhur ilim adamı Harezmi; astronomi, coğrafya ve matematik alanlarında yaptığı yenilikler ile tanınmıştır. Matematikte ikinci derecede denklemler diye bilinen sistemi Harezmi oluşturmuştur. Harezmi matematikteki cebir ilminin kurucusu ya da atası olarak kabul edilir. Harezmi’nin kitapları 16. yüzyıla kadar Avrupa’daki üniversitelerde temel matematikte ders olarak okutulurdu.

Kur’an’ın hiçbir ayetinde bilime ters düşen bir bilgi bulunmamaktadır. Bunun aksine ilim ve bilimi teşvik eden ayetler olmasına rağmen, batıl fikirler Kuran ve İslam hakkında konuşurken sanki İslam bilime karşıymış gibi beyanlarda bulunarak, İslam’ın çağlar öncesinde kaldığını söyleyerek öyle bir propaganda yapıyorlar ki, İslam denince insanların aklında çağdışı bir inanış bırakmaya çalışıyorlar. İslam dinini az da olsa araştıran birisi, Kur’an’ın ilk emrinin ‘‘Oku’’ olduğunu görür. Kur’an’ın farklı ayetlerinde de Rabbimiz bizleri araştırma, öğrenme ve bilgi sahibi olmaya yönlendirmiştir. ‘‘De ki: “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer, 9) ayetinden anlaşıldığı gibi bilenlerin, bilgi sahibi olanların, bilmeyenlerden ayrıldığını görmekteyiz. Bilen, bilgi sahibi insanların varlığı bir bahçedeki meyve ağacına benzer. Ağaç, meyveleri ile nasıl insanların ihtiyaçlarını karşılıyorsa, bilge insanlar da öylece insanlığın ihtiyaç duyduğu alanlarda icatlar geliştirerek insanoğlunun dünyadaki işlerini kolaylaştırır. ‘‘Eğer bilmiyorsanız bilgi sahibi olanlara sorun’’. (Nahl, 43) ayetinde yine bilgiye ulaşmak için sorma ve araştırmanın yapılması gerektiği bizlere öğretilmektedir. Bilgi sahibi olanlara sorun ki, bilgi nesilden nesle dolaşsın ve yeni bilgiler de bilime eklensin.

Müslümanın her türlü bilgiye ulaşması ve bilgi sahibi olması gerektiğini Peygamberimizin (s.a.s) hayatında da görmekteyiz. Hz. Muhammed (s.a.s), Medine İslam devletini kurduğunda özellikle dil öğrenme konusunda yetenekli bazı sahabilerini İbranice ve Rumca gibi farklı dilleri öğrenmeleri için yönlendirmiştir. Bedir savaşında müşriklerden esir edilenlere, okuma yazma biliyorlarsa, Müslümanlardan okuma-yazma bilmeyen on kişiye okuma yazma öğretmek şartıyla esaretlerinin biteceği söylenmiştir.

Tıp ve Eczacılık alanları eskiden olduğu gibi günümüzde de kıymetli ilim dallarıdır. 9. ve 10. Yüzyıllarda yaşamış olan Ebû Bekir Muhammed bin Zekeriyyâ er-Râzî tıp ve eczacılık alanlarında meşhur bir bilim adamı olup kitaplarının hepsi Latinceye çevrilmiştir. Tıp alanında yazmış olduğu “Havi” adlı kitabı 17. Yüzyıla kadar bir başvuru kitabı olmuştur. Yine bununla benzer özellik taşıyan ve batıda Avicenna olarak tanınan, 980-1037 yılları arasında yaşayan ünlü tıp bilgini İbn-i Sina, dönemin en önemli doktoru, astronomu ve düşünürü olarak tanınmıştır. İki yüze yakın yazılı eser bırakan İbn-i Sina’nın el-Kanun Fi’t-Tıb adlı kitabı 17. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. 18. yüzyılda yaşamış olan İbrahim Hakkı Hazretleri, yaşadığı dönemde astronomi ilmi konusunda derinleşmiş bir âlimdir. Onun için “İbrahim Hakkı, gökyüzünü Tillo’dan daha iyi tanıyor” denmiştir. Tüm bunlar gösteriyor ki İslam, bizleri ilme ve araştırmaya yönlendirmiştir. Müslümanlar İslam’a ve Allah’ın emirlerine sıkı sıkıya bağlandıklarında ilme de gereken önemi vermişler. Bilgi ve dindarlık bir araya geldiğinde dünyadaki nizam da Müslümanların eline geçmiş, güçlü devletler kurmuşlardır.

Endülüs Emevi Devleti kurulduğunda, bilime verdiği önem neticesinde Abbas İbn-i Firnas adındaki bilim adamı 9. yüzyılda uçan araba denemesinde bulunmuştur. Uçuşların birinde Kurtuba Ulu Cami üzerinden dünyadaki ilk paraşütle atlayış denemesini yaparak yaklaşık on dakika havada kalmayı başarmıştır. Abbas İbn-i Firnas, uzayı temsil eden bir gök küresi kurmuş ve sonraları Avrupa’da astronominin gelişmesinde önemli bir tesiri olmuştur. 930 yılında Kurtuba şehrine yakın bir yerde dünyaya gelen Ebu Kasım ez-Zehravi’nin yazmış olduğu et-Tasrif adlı tıp kitabı otuz bölümden oluşmuş olup 17. yüzyılda Avrupa’da tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Yazmış olduğu bu kitapta, iki yüze yakın cerrahi aletin kullanılışını göstermiş ve resimlerini de çizmiştir. Ayrıca ilk defa fıtık ameliyatını da yapan Zehravi, ilimde birçok yeniliğe imza atmıştır. Endülüs Emevi devletini yıkıp harabeye çeviren Avrupalılar, Müslümanlara ait kütüphanelerin çoğunu yaktılar. Bazı bilim adamları derler ki “Endülüs kütüphaneleri yakılmasaydı günümüzde teknoloji çok daha ileride olabilirdi.”

Son olarak şunu söyleyebiliriz: Müslüman bilim adamlarının bilimsel araştırma yaparkenki amaçları insanlığa faydalı icatlar kazandırmak iken Müslüman olmayan bilim adamlarının bazıları ise icatlarında insanlığı nasıl yok edebilecekleri arayışına girişmişlerdir. Müslüman bilim adamlarının insanlığa faydalı icatlar geliştirme fikri, yine İslam’ın emridir. İslam dini, insanoğlunun bu dünyadan güzelce faydalanması akabinde asıl yurdunun ahiret yurdu olduğunu bizlere sık sık hatırlatır. Ahiret inancı olan bilim adamlarının insanlığı felakete götürecek, insanlara zararı olan icraatlar yapmaları düşünülemez. Yüce dinimiz İslam’ın, dünya düzeni içerisinde adaletli ve insanlığın kurtuluşu için tek çare olduğunu dünyaya haykırabilmek için gençlerimizin her türlü bilimsel çalışmaların içinde olmaları gerekmektedir. Müslüman gençlerimiz şunun farkında olmalıdırlar: Gençliği hiç kimseye faydası olmayan farklı alanlarda ve gereksiz mecralarda oyalayarak bize tahakküm sağlayanların kurmuş olduğu düzen yerine, kendi fikir ve değerlerimize sarılarak ancak dünya ve ahiret mutluluğunu kazanabiliriz.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?