“Ey insan! Başını kaldır ve gökyüzüne bak! Orada bir uygunsuzluk görebilir misin? Başını bir daha çevir ve yine bak! Orada asla bir uygunsuzluk göremezsin.” (Mülk, 3-4) Bunun için “Allahu Ekber” de! Uçsuz bucaksız çöllere bak ve yine “Allahu Ekber” de! Engin denizleri seyrettiğinde aklına kim gelir? Esen rüzgâra kulak verdiğinde aklına gelecek olan kimdir? Ne kadar uzaklıkta olduğunu bilemediğimiz yıldızları seyrettiğinde aklına hangi güç gelir? Kendi yaradılışını düşündüğünde hangi güç gelir aklına? Bu sorulara senin vereceğin tek cevap Allah’tır, başkası değil. O hâlde “Allah” de ve yere kapan! Secdede kaybol! O’na yönel ve O’nu tefekkür et! O’nu bir an olsun dahi aklından çıkarma! O’nu asla unutma. Şayet O’nu unutursan hayat senin için bir hiçten başkası olmaz. Neden yaşadığına anlam veremezsin.

Bil ki her şey O’na ibadet etmekte. Seni de ibadet için yarattığını haber vermekte. O’na ibadeti tatmadığın an, hayat sana koca bir yük olmaktan başka bir şey olmaz. O’na yönelme, secdeye varma, ona kul olmanın ve önünde eğilmenin tadını aldıkça daha yücelecek ayrıca yaşamın, ölümün ve attığın her adımın onun için olacaktır. İşte onun hem iki kapak arasındaki kitabı hem de kâinat kitabı, onun ne kadar yüce olduğunu, ibadet edilmeye mahsus tek varlık olduğunu en sarih şekilde ortaya koymakta.

Kur’ân’ın sayfaları arasında dolaşırken O’na teslim olmanın, O’na dayanmanın, O’nu İlah ve Rab bilmenin dışında bir şey göremezsin. Aynı şekilde kâinat kitabını tefekkür ile seyrederken de her şey sana O’nu anlatmakta, O’na teslim olmaya davet etmekte ve bu sayede seni yeryüzünün en şerefli varlığı olmanın şuurunda olmaya çağırmaktadır. Şayet bu şerefli mevkii idrak edemezsen hayvandan da daha aşağı bir seviyeye ineceğini unutma!

“O, yerlerin ve göklerin nurudur…” (Nur, 35) Ey insan, şayet yeryüzünde hep nur, hep aydınlık içinde bir hayat sürdürmek istiyorsan gel, O’na yönel ve ubudiyet basamaklarında bir nebi derecesine varmada kapıyı açık tutmuş olan Rabbine sımsıkı bağlan. Zira O, seni işitmekte, seni görmekte ve her an seninle olduğunu haber vermektedir. Sana şah damarından daha yakın olduğunu bildirmektedir (Kaf, 16). Seni hep davet etmektedir. Öyle bir davet ki icabet ettiğinde genişliği yer ve gökler arası kadar olan cennetleri kazanacağını haber vermektedir. Kim istemez ki cennet bahçelerini elde etmeyi! Kim istemez ki O’nun nuruna muttali olmayı!

Hayat ancak Allah’la anlam kazanır. O’nun her iki kitabını okumadıkça da O’nu tanımak mümkün olmayacaktır. Şayet insan kısa bir tefekküre dalarsa zerreden küreye her şeyin O’nu anlattığını, O’na çağırdığını, O’nu zikrettiğini ve O’na işaret ettiğini anlar ve “Ey Rabbim, ben sana teslim oldum ve sadece sana yöneldim” demekten başka bir söz söylemez. Çünkü başta da O vardır, sonda da O. Her nereye yönelirsen yönel karşında O vardır. O yüzden O’nu hep yanı başında bil, O’nu hep kendinle bil!

O’nu bilmeyen kalp, harap olmuştur. O’nu idrak edememiş bir beyin iflas etmiştir. Kafasını taştan taşa vuranlar, derbeder olanlar, kalpleri paramparça olanlar, karanlıklar içinde yüzenler O’nu bulamamış olanlardır. Ey şaşkın ve karanlıklar içinde yüzen kimse! Şu bitip tükenmeyen koca ateş parçası güneş, senin için en kati delil değil midir? Seni Allah’a davet eden en yüce delil, her gün doğuşuna ve batışına şahit olduğun şu koca ateş kütlesi olamamışsa en elim şekilde karanlıklar içinde yüzmeye ve harap olmaya kapı açmış bulunmaktasın. Bu karanlıkların seni götüreceği yer, hep ıstırap, hep tasa ve hep iflastan başkası olmayacaktır. Gel ve içindeki sese kulak ver! Tek ve ezeli olan Rabbine yönel, onun, senin tutan elin, yürüyen ayağın, gören gözün ve işiten kulağın olmasına izin ver. O, senin bu ruhani basamaklarda bu derece yükseleceğini garanti etmektedir. Yeter ki kalbini aç ve inat etme!
Ey insan şu kâinat kitabını günde birkaç saniye de olsa okumayı elden bırakma! Çünkü bu kitap seni yücelerin yücesine ve senin tek dergâhın olan kimseye seni en kesin ve açık şekilde davet etmektedir. Onu okumayı elden bırakma. Esen rüzgâra kulak ver ve de ki: “Ben bu rüzgârın Rabbine ibadet ederim, ben O Rabbin kuluyum.” Unutma ki O, duyanların en iyi duyanıdır, görenlerin en iyi görenidir. Onun için ne yer ne mesafe ne uzaklık söz konusu değildir.

Ey insan! Şu koca kâinat içerisinde senin varlığın bir nokta büyüklüğünde bile değildir. O hâlde senin yapman gereken şey, bütün varlığı elinde bulunduran ve evirip çeviren o güç ve kudrete tam bir teslimiyetin zamanı gelmedi mi? Bil ki kalpler ancak onunla sakinleşir. Kalpler ancak onunla huzura kavuşur. (Ra’d, 28)
Yeter ki sen iste! Sen istedikçe O verecek ve nihayet nimete erdirilmiş olanların imandan aldığı o tada varacaksın. Bunun için çaba sarf et! Kur’ân ve kâinat kitabına bu nazarla bak! Rabbani yolculuğa bu anlayışla çık! Kâinatı seyretmeyi elden bırakma!
Ey insan bil ki! Bilimi Rab edinen nice bedbahtlar, karanlıklar içinde helak oldular. Halbuki kâinat kitabı onları bütün avazıyla Rabbin varlığına davet ediyordu. Fakat onlar bu kâinat kitabını okuyamadılar. Gözleri de vardı ama yine de okuyamadılar. Şayet okuyabilselerdi Allahu Ekber demekten kendilerini alamayacaklardı. Çünkü kainattaki her şey hep bir ağızdan Allahu Ekber demekte ve ancak inat etmeyip kulaklarını açabilenler bunu işitebilmekte…

Ey insan! O’nu kendine dost edin ve bil ki O dost ne ölür ne unutur ne de yanlış yapar. O dostun yüceliği hususunda senin söyleyeceğin tek sözün vardır, o da “Sübhânallahi ve bi-hamdihi, sübhânallahilazîm” sözüdür.
O dostu bulanlara ne mutlu! O’nu kaybedenlere ise yazıklar olsun!

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?