Bizi yoktan var eden, varlığından haberdar eden Allah’a (c.c) hamdolsun. O Allah ki kâinatı yarattı, kâinatın içinde eşref-i mahlûkat olarak insanı yarattı ve insanlardan bazılarını da Müslümanlar kıldı. O Allah ki Müslümanlar arasında kardeşliği tesis etti ve bazılarını Müslüman Kardeşler olarak bir araya getirdi. Bizleri özel olarak bir araya getiren ve kardeşler kılan Allah’a Hamdolsun. Resûlullah’a (sav), ailesine, O’nun ashabına, O’na tabi olanlara, O’nun tertemiz davasını üstlenenlere, O’nun davası uğruna mallarını, makamlarını, evlatlarını, ailelerini, yurtlarını ve canlarını feda edenlere selam olsun. O’nun kutlu yolunda nice yiğitler can verdi ve nice yiğitler de can vermek için can ata ata sırasını bekliyor. Sırasını bekleyenlere de selam olsun.
Aziz kardeşim,
Hepimiz bir gemideyiz ve bu gemiyi ya selamete çıkarmakla veya bu uğurda can verene kadar yüzdürmekle mükellefiz. Bu gemide belki hepimiz dümende olmayabiliriz ama; bu geminin içinde mutlaka bize uygun bir görev vardır ve bu görevi yapmak mecburiyetindeyiz. Üzerimize düşeni yapmadığımız takdirde sadece kendimizi değil, bizimle beraber olanları ve geleceğimizi de cezalandırmış oluruz. Çünkü bize doğru bir deli rüzgâr esiyor! Rüzgâr ama nasıl bir rüzgâr? Rüzgâr değil, belli ki bu bir hışım! Fırtınayı geçmiş boraya dönüşmüş! Hortum, tayfun derken kelimelerin anlatmaya yetmeyeceği bir felaket ile kaşı karşıyayız. Bu dehşet denizinden sıyrılıp çıkmak durumundayız. Yoksa bu deniz gemimizle beraber bizi yutacaktır. Dizde derman, gözde fer, başta akıl, kalpte iman, ellerde imkân varken yeisten, karamsarlıktan, alınganlıklardan ve küskünlükten sıyrılıp özümüze dönmemiz gerekecektir.
Aziz kardeşim
İnsanların birbirinin kuyusunu kazdığı ve -fakında olarak veya olmayarak- kendi kazdığı kuyuya düştüğü, akrabasının, komşusunun, arkadaşının hatta kardeşinin bile iyiliğini istemediği ahir zamanda yaşıyoruz. Görüyorsun ki kardeşi kardeşe kırdırıyorlar. Daha çok kan ve gözyaşı dökülsün diye birkaç koldan karşı karşıya gelmiş kardeşleri güya destekleyerek ateşe benzin döküyorlar. Ve biz; vaazlarda, sohbetlerde, konferanslarda İslâm kardeşliğinden, kardeşliğin zirvesinin yaşandığı zamanlardan konuşur dururuz. Bilesin ki o devir geçti ve bir daha gelmeyecektir. Bir daha, “iki eşim var, istersen beğendiğini boşayayım onunla sen evlen” olayı yaşanmayacaktır. Biz onlardan ders alıp o medeniyeti tekrar canlandırmalıyız. Biz Müslümanlar olarak birbirine geçirilmiş tuğlalar gibi kenetlenip birbirimizi desteklemezsek kim bize destekçi olacaktır? “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!” (1) fermanının muhatabı biziz. İmanın zirvesini istiyorsak kardeşliğin de zirvesini yaşamalıyız. Birbirimizin acılarına, sevinçlerine, endişelerine, korkularına, sırlarına, cennetine kardeş olma zamanı gelmedi mi?
Kardeşim,
Yerin altının yerin üstünden daha hayırlı olduğu döneme doğru hızla gidiyoruz. Hani, tozu dumana katıp gelecek olan, gözün gözü göremez olacağı, her yanın karanlık bir bulutun saracağı gün yakındır. Fitne sekiz kollu ahtapot gibi her yanımızı sarmış bir durumdadır. Kötülükler ve fitneler yanardağlardan akan ateş seli gibi üzerimize doğru akmaktadır ve bu ateşten selin önüne set çekilmemektedir. Karınca misali bu ateş seline bir damla da olsa su taşımamız ve bu ateş selinin etkisini azaltmamız üzerimize bir vazifedir. Bu günler gelmeden önce bir hazırlık içinde olmamız gerektiğini çok iyi idrak etmişiz. Can pazarının yaşandığı o dehşetli demde yaptığının karşılığını bulmakla sevinen, nur gölüne dalıp çıkan, nurdan ve billurdan köşklere doğru akıp giden, dünyada iken iman ettiklerine ve Allah’ın vaat ettiklerine kavuşan; arkasında ter bataklığına boğazına kadar batmış, dünyayı yüklenip gelmiş, dünyada iken yaptıklarının yazıldığı defter solundan veya arkasından verilen, meşakkat üstüne meşakkat yaşayan, dünyada taptığı madde ve madenlerin kendisine eriyik bir içecek olarak içirilecek olan bedbahtları bırakıp giden sen olmak istemez misin?
Saygıdeğer kardeşim,
Tarihin tozlu sayfalarına göz gezdirdiğinde nice hayatların yaşandığını ve kendileriyle beraber yok olduklarını göreceksin. Fakat bunların içerisinde belli bir kesim bedenen yok olmalarına rağmen varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bunlar; insanlığa örnek olanlar, davalarına hizmet edenler ve bu hizmetten dolayı Allah’ın rızasını umanlardır. Tarih, bu din ve dava adamlarını nasıl unutmamış ve yazmışsa bundan sonrakileri de yazacaktır. Tarih, bizim örneklerimiz olan peygamberleri, onların devrinde canını feda edenleri, mağara sahiplerini, peygamberimizi ve arkadaşlarını, onlardan sonra gelen nesilleri, İslâm’ı dünyanın en ücra köşelerine kadar götürmek için vatanını, toprağını, eşini ve ailesini bırakıp gidenleri yazmıştır. Tarih; Hasan el-Bennâ’yı ve arkadaşlarını, Ali Haydar Bengi’yi, Melle Xelil’i yazacaktır. Tarih; Rabia Meydanında şehit olanları unutmayacaktır, zindanlarda filizlenen gençleri unutmayacak ve yazacaktır. Filistin’de sapan taşlı çocukları, örtüsü başından alınan anaları ve kızları, kanlar içinde yol kenarlarında boylu boyunca yatan yiğit anaları ve gençleri, dozerlerin paletleri altında ezilen umutları ve hayatları; Suriye’de bedeni toza, toprağa ve kana bulanmış bebeleri, sahile vurmuş cansız bedenleri, beton yığınları altında kalan sessiz çığlıkları; Yemen’de kemikleri sayılabilecek kadar zayıf düşen bedenleri, Arakan’da ateşe ve suya mahkum edilen Müslüman masumları ve dünyanın birçok yerinde akan kan ve gözyaşlarını gördüğünde senin de yüreğin yanıyor ve bunun için sen de kederleniyorsun, dilinden lanet cümleleri dökülüyor. Sen de biliyorsun ki sadece lanetleme ile herhangi bir yere varamayız. Mescid-i Aksâ’ya minber yapan marangoz misali bizim de yapacaklarımız vardır ve bunun için gayret sarf etmemiz gerekecektir. “Hz. Muhammed’i (sav) hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir koyunu kapsa) korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer’den sorulur!” diyen Hz. Ömer’in hassasiyeti bizde mevcuttur. Kardeşim, hiç düşündün mü bu olanların hesabının bizden de sorulabileceğini?
Muhterem kardeşim,
Sen gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin varisisin ve bu mirası gelecek nesillere taşıma görevi senin omuzlarına yüklenmiştir. Peygamberlerden sana kalan bu sahih ve tertemiz mirası zayi etmeye, sadece bir mirasyedi gibi davranmaya hakkın yok. Sana; Yunus (a.s) gibi birilerine kızıp, küsüp, daveti ve çalışmayı terk edip kendi balığının karnına çekilmek yaraşmaz. Oysa asıl olan davadır, davetçinin şahsı değil. Davetçinin canı sıkılabilir ama sıkıntısını yenmeli, sabretmeli ve yoluna devam etmelidir. Davetçi her türlü şartlarda ve her ortamda görevini yapmalı, gerisini Allah’a bırakmalıdır. Üstad Seyyid Kutub’un dediği gibi: “Bu davayı anlayan kimsenin rahat, gevşek ve sakin bir hayata veda etmesi gerekir. Kendisine seslenildiğinde, Resûlullah’ın (sav) dediği gibi ‘Ey Hatice, uyku zamanı geçti!’ demesi gerekir. “Bu çalışmada, gassalın önünde uzanmış meyyit gibi ruhsuz ve hareketsiz durmak sana ve bize yakışmaz. Sen ölü toprakları canlandıran bereketli bir yağmursun. Sen nereye yağarsan Allah’ın izniyle orayı abad edersin. Biz, birbirimizle uğraşmakla, küçük hesaplar peşinde koşmakla ne kadar da birbirimizi ve kendimizi oyalamışız böyle! Ne zaman Müslümanlar birbirleriyle uğraşmışlar, o zaman zillete düşmüşler ve düşmanlarına yem olmuşlardır. Ne zaman ki kardeş kardeşi, rakip bellemiş, kardeş kardeşin kuyusunu kazımış, kardeş kardeşe kastetmişse, leş yiyiciler toprağımıza, mukaddesatımıza, iffetimize ve inancımıza üşüşmüşlerdir. Halbuki yaklaşıyor yaklaşmakta olan ve biz hala gaflet içerisindeyiz. Şu ayetin bugünkü muhatabı biziz kardeşim: “İnsanların hesaba çekilme vakti iyice yaklaştı fakat onlar, an be an yaklaşmakta olan tehlikeye karşı hâlâ umursamaz bir tavır içindeler ve bu yüzden, gerçeklerden inatla yüz çeviriyorlar!” (Enbiyâ, 1) Şimdi kavgayı, rekabeti, sen ben davasını bırakıp, kendini en üstün ve en iyi ilan etmeyi bırakıp, sadece kendi grubunun veya cemaatinin adamı değil, İslâm adamı olma ve böyle adamlar yetiştirmek için çalışma vaktidir. Vakit, verdiğimiz sözü tekrar hatırlama ve sözümüzün gereklerini yerine getirme vaktidir. İslâm cemaatinin içerisinde herkesin kendine ve gücüne göre yapabileceği bir iş vardır. Odun taşıyabilen odun taşır, sakalık yapabilen sakalık yapar, kimisi hitap eder, kimi memurluk, kimi amirlik, kimi liderlik. İslâm’ın ışığını bu çağın ve geleceğin insanına yansıtmak senin çalışman ve gayretinle mümkün olacak, cehalet ve taassup yüzünden oluşan batıl inanç ve uygulamaların önü kesilecek, sen ve senin gibi mü’min yürekler sayesinde ümmet güç kazanacak ve birliğe doğru etkili adımlar atılacaktır.
Kaynakça
1) Müslim, Tirmizî, İbni Mâce