Tarih insanlık ile birlikte farklı devirlerde farklı karanlık çağlara şahit olmuştur. Skolastik düşüncenin hakim olduğu Ortaçağ karanlığından tutun, Dünya Savaşları’nın yaşandığı dönem ve günümüz kaos ortamı ile oluşan karanlık çağ buna örnek teşkil eder. Bu karanlık devirler insanlığın sıkışıp kaldığı, çözümün hayal olduğu ve sorunların sorun ürettiği dönemlerdir. Ve her sancılı devirde dönemine şahitlik eden yenileyiciler doğurmuştur.
Farklı yerlerde yemek yedikten sonra artıkları temizlemeden kalkıp gittiğinizi düşünün. Kısa bir süre sonra oralarda bölük bölük, bölge bölge karıncalar türeyecektir. Karıncalar birbirine benzer, bütün oluşumlar aynıdır ve bulunduğu bölgeyi kemirip temizlemek gibi ortak bir hedefe sahiplerdir. Osmanlı’nın Eski Roma’nın kolaylaştırıcı etkeni ‘divida et imperia’ parçala ve yönet siyaseti ile parçalandığı ve bölge bölge ortak hedefe yönelmiş kemirgenlerin türediği, Ulus-Devletlerin yükselip toplumsal çürümenin başladığı karanlık dönemin şahididir Hasan El Benna…
Hasan El Benna’nın fikir ve sözleri her insanın anlayacağı kadar kolay, fakat çoğunun söyleyemeyeceği kadar zordur. Üstad’a kendisini tanımlanması istendiğinde şunları söylemiştir: ‘Ben gerçeği arayan bir izci, insanların içinde insanlığın izlerinin araştıran bir insan, vatanı için yüce İslam’ın sancağı altında özgürlük, istikrar ve güzel bir hayat isteyen bir yurttaşım. Ben varlığının sırrını bu çağrıda bulan biriyim. De ki ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben Müslüman olanların ilkiyim.’ Ben buyum. Peki, sen kimsin?’ Kendisi hakkında yaptığı bu tanımlamayla genel olarak insanlığın anlamını üzerinde taşıdığı, ülkesinin sorunlarını dert edindiği, kalkınmanın hedefleriyle uğraştığı, insanın evrendeki yerini ve hayattaki önemini anladığı ve İslam’ın güzel bir hayat sağlayacağına inandığı anlaşılmaktadır.
Fakat ne yazık ki ümmetin birçok nesli ile Hasan El Benna’nın fikirlerini ve davasını tanıma arasına setler çekilmiştir. Genç kuşak ile, Üstad Hasan el Benna’nın çizdiği sağlam yolda yürümek arasına engeller koymak için çabalayanların sayısı da oldukça fazladır. Çeşitli yerlerde Hasan el Benna’nın davasından ve fikirlerinden kurtulmak isteyen bazı hasta düşünceler yeşermiştir. Bu sebepten dolayı bu nesillerin hakkı, Üstad el Benna’yı tanımak ve hakkıyla tanıtmaktır.
Davetçiler İmamı olarak da anılan Üstad El Benna, kurduğu Müslüman Kardeşler Cemaatini bilinenin aksine silahlı bir direniş örgütü olarak değil, Islah Hareketi olarak kurmuştur. İslam’ı hakim kılmanın yolunun tabandan tavana ıslah temelli bir davet ve İman hakikatlerini yayma çalışmasından geçtiğini savunmuştur. Kardeşlerin hedeflerini; Müslüman fert, Müslüman aile, Müslüman toplum, Müslüman devlet ve İslami Hilafet olarak belirleyen Hasan el Benna, ‘Gayemiz Allah, Önderimiz Resulullah, Yolumuz Cihad, Anayasamız Kuran, Allah yolunda şehitlik en yüce arzumuzdur’, prensipleriyle temellendirmiştir. Ehli Sünnet Vel Cemaat çizgisini benimseyen El Benna, farklı düşüncelere ve fıkhi ihtilaflarla ‘İttifak ettiğimiz konularda yardımlaşırız, İhtilaf ettiğimiz konularda ise birbirimizi mazur görürüz’ diyerek hoşgörü çizgisini oluşturmuştur. İttihad-ı İslam’dan yana duruşu ve tekfircilikten uzak duruşu vasat (orta) bir yol izlemesini sağlamıştır.
Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve akabinde Hilafetin kaldırılması ile İslam Beldelerine kümelenen sömürgeci hareketler ortaya çıkmıştır. Kuzey Amerika ve Avrupa’nın kendilerini özne, dünyanın geri kalanını nesne olarak gördüğü bu sömürgen düzene karşı Hasan el Benna, ‘Gevşemeyin, üzülmeyin, ümidinizi kesmeyin, boyun eğmeyin. Yeryüzü ne Amerika’nın, ne Rusya’nın, ne İngiltere’nin, ne de Fransa’nındır. Bütün yeryüzü Allah’a aittir. O’nun istediği kullarına verir. Zalimlere, haddi aşanlara ve haklara tecavüz edenlere değil iyi son, Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlara hazırlanmıştır. Sözünden dönmeyecek olan Allah’ın vaadine güvenin.’ diyerek, dünyaya meydan okuyan batılı küresel soyguncu ve sömürgenlere karşı İslam Beldelerini harekete çağırmıştır. Bu öyle bi çağrı olmuş ki, Hasan el Benna’nın nefesi nereye ulaşmışsa orada İslam ve Müslümanların canlılığı görülecektir. Bu nefesin ulaşmadığı yerlerde ise uluslar arası şer güçlere ve onların zalim yerli uşaklarına korkunç bir teslimiyet içerisinde bulunulduğu görülecektir.
Karınca örneğinde ki gibi küresel sömürgenlerle birbirine benzeyen ve ortak hedefe yönelmiş, toplumu içten çürüten yerli yönetici sömürgenlerde türemiştir. Yemenli Alim Abdulmecid Zındani bu sömürgeci yöneticileri şu şekilde tanımlar: ‘Adı bizimki gibi olan, teni bize benzeyen, soyu bizde olan fakat bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi yaşamayan ve bizi istemeyen yöneticilerdir bunlar.’ Bu konuda Üstad el Benna, ‘Yaratana isyanda yaratılmışa itaat yoktur’ diyerek zalim yöneticilerle zalimlikten vazgeçinceye kadar mücadele edilmesi gerektiğini savunmuştur. O dönemde başlayan bu mücadele günümüze kadar süregelmiştir.
Geçmişte başlayıp günümüzde de devam eden bir diğer yerli sömürgenlerde, sözde İslam’a hizmet ve sözde İslam Devleti kurma yolunda İslam’a en büyük zararı verenlerdir. Tıpta ‘otoimmünite’ diye bir durum vardır. Otoimmünite, vücudun savunma sisteminin kendi dokularına dönmesi ve onu düşman bilmesi durumudur. Bildiğiniz gibi vücudun, dışarıdan gelen mikroplara karşı bir savunma sistemi vardır. Bu sistem mikroplarla savaşarak bünyeyi korur. Sağlıklı kalmayı sağlayan vücudun askerleri, otoimmünite durumunda kendi organını düşman olarak görür ve onunla savaşmaya başlar.
Vücudun askerleri için artık o organ bir düşmandır ve diğer düşmanlar gibi mücadele edilmesi gerekir. Yani dış tehditlere karşı savaşması gereken savunma birlikleri kendi kalp gibi, dalak gibi, karaciğer gibi hayati organlarla savaşıp onu yok etmeye çalışır. Bu otoimmünite hali, İslam toplumlarında kendilerine alan bulmuş sözde İslam’a hizmet edenler ve sözde İslam Devleti kurmak isteyenlerin özetidir.
İslam Dünyasını ‘Ilımanlar’ ve ‘Radikaller’ arasında eritmeye çalışan bu yapılara karşı en büyük mücadele dili, Hasan el Benna’nın metodu ile verilecektir. Günümüzde bazıları bir yada birkaç grup adamla İslam Devleti’nin kurulabileceğini zannediyor. Bu doğru bir şey değildir. Ustad el Benna bu konuda şöyle der: ‘ Sizin bu yolunuzun adımları çizilmiş ve sınırları da tesbit edilmiştir. Ben de gayeye ulaşmak için en sağlam yol olduğuna tamamen inandığım bu sınırlara muhalefet edecek değilim. Evet uzun bir yol olabilir. Fakat ortada başka yol yoktur. Yiğitlik ancak, sabır, devamlılık, ciddiyet ve gayretli çalışma ile ortaya çıkar. Aranızda kim olgunlaşmadan önce meyveye acele etmek yada zamanından önce çiçeği koparmak isterse ben bu işle onunla beraber değilim. Kim de benimle, tohum gelişip ağaç oluncaya ve meyvesi olgunlaşıp koparma anı gelinceye kadar sabrederse, bundaki mükafatı yetişecektir. Ya zafer ve üstünlük, yada şehadet ve mutluluk…
İslam Dünyasını bu şekilde iki kutuplu bir yapıya çevirip kendi içerisinde eritmeye çalışanlar, Çağdaş İslami Hareketin Teorisyeni Hasan el Benna’nın vasat(orta) yol çizgisini karşılarında bulacaklardır. İslam beldelerine meydan okuyan, bizzat İslam’a meydan okuyan yerli ve batılı küresel soyguncu sömürgenlere karşı; İslam coğrafyası yeni siyasal iklimlerde ‘orta yol’ sosyal ve siyasal alternatiflere yönelme eğilimindedir. Bu yöneliş doğrudur. Çünkü Müslüman toplum, sosyal hayatta, siyasette ve ekonomide, Amerika ve batının çifte ve çoklu standartları yerine, tüm insanlığı kapsayan, yeni küresel standartlar üretebilecek mirasa sahiptir. Ve yakın gelecekte, İslam Coğrafyasının değişim potansiyelinin neleri alt-üst edeceği henüz bilinmemektedir.
Ömer Deniz ÖVÜN