Depremin enkazında kalbim kaldı, ruhum kaldı ve nice canlar kaldı. Ardında nice umutlar enkazda kaldı. Suskunum… Sesim soluğum kesildi o gece. Kelimeler kifayetsiz kaldı. Bedenim sarsıldıkça sarsıldı, bu sarsıntı ruhumu sarstı, yüreğimi sarstı ve bedenimin feri çekildi.
Evet, ne oluyordu bana, bilmezlerdeydim, aydınlıktan karanlığa çaresiz keşmekeşin hazin bir sona mı sürüklüyordum o an acaba? Yatağındaki yaşlı annemin, o an dilinden dökülen dualar evin içinde yankılanıyordu. Onu öyle görünce bir heyecan ve korku oluştu bedenimde. Ev sallandıkça annemin sesi de yükseliyordu. Belki bu pir-i fani annenin hürmetine, Allah zelzeleyi hafifletir diye umut ederken deprem sanki sarsıyor dünyayı, uyuşmuş ruhumuzu canlandırıyor gibiydi. Katılaşmış kalbimizi debeleterek uyandırmaya çalışıyordu.
Pencereyi açtım tekbirlerle: Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber… Tüm mahalleye nidada bulunuyordum. Hanım da diğer pencerede La ilahe illallah, La ilahe illallah, La ilahe illallah… Kelime-i tevhidle bu çıkmazda, tek sığınak ve tek dayanak olan Allah’a yakarmaktı o an tüm derdimiz.
İnsanlar kıyamda ve herkes kıyametini yaşar gibi sokakta ve caddelerde bağrışmalar ve sesler birbirine karışmış kimse kimseyi fark etmiyor bile. Ayağında ayakkabı olmayan ve üstünde giysisi olmayanlar. Şaşkın şaşkın dolaşanlar, o an gözler normalin dışında sanki bir görememezlik vardı herkeste. Evet, küçük kıyametin provasını yaşıyorduk. O gece canını kurtaran sanki kurtuluyordu. Bir çıkmaza sürüklenenler vardı. Haberler tez geldi.
Yakınımızda bina yıkıldığını duydum. Soluğu orada aldım. Eyvah eyvah eyvah! Kocaman bina yok olmuştu. Hüzün ve kırılgan bedenimle yardıma koştum. Herkes elinden geldikçe molozu elleriyle kaldırıyordu, elleriyle kazıyorlardı. Ama çaresizliğin ve tükenmişliğin son anına kadar herkes seferber olmuştu.
O gece saat 4.17’de 7,7 şiddetindeki depremde nice solukları kesilmiş hayatlar sona erdi. Sarsıntılar durmadı ve durmak bilmiyordu, ne olacaktı? Sarsıntı bitecek mi acaba? Deniz kardeşim aradı; toplandık ve Ofis Mahallesi’ndeki yıkıntı binaya gittik. Yedi Başak arama kurtarma olarak. Ah ah! Bu bina da içler acısıydı. Katlar üst üste yığılmıştı ve nice canlar vardı enkazda; bazıları da kurtarılmıştı. O kocaman bina, nice umutları ve hayalleri enkazda bıraktı. Nice ibretler bıraktı bize. Onlar molozlar içinde soluksuzlardı biz ise soluklu ama benzi solmuşlardık artık. Biz mi enkazdık yoksa onlar mı enkazdaydı?
Kimin kimi kurtaracağı belli olmayan bir kıyameti yaşıyorduk. Saat 13.24’te 7,6 şiddetinde depremle yine sarsıldı yer; beşik gibi sallanıyordu yine; bağrışmalar ve ölümden kaçış tekrar başladı. Araçlar sallanıyordu. Yine acı sesler yükseliyordu. Yüreklerin donduğu anlardı depremin hali. İmtihan çok ağırdı, nice canları aldı ve birçok umutlar da enkazda kaldı.
Peki, kalplerdeki enkazı nasıl kaldıracağız? Kararmış ve pas tutmuş kalbimizi neyle temizleyeceğiz? Belki depremi kalbimizde yapmalıyız… Hem de en yüksek şiddette… Ruhumuza, ruh depremleri belki çare olur. Bizi bize getirecek bir emare yeterken Allah bu depremi bize gösterdi. Kendimizi silkeleme zamanı gelmiş olabilir mi?
Ya Rabbi, ne oluyor bize? Affet Allah’ım! Bize bir çıkış yolu göster. Bizi bize bırakma… Âmin…. Âmin…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?