Bismillah…
Bu satırların bir kısmını Adana-Urfa yolunda bir kısmını Adıyaman çadır kentte, bir kısmını ise Kahramanmaraş’ta ısınmak için yakacak bulamayıp kırık bir tabutun ateşi ile ısınırken yazıyorum.
Bazen bir kuş olup uçmak istersiniz acının, hüznün, kederin olmadığı diyarlara doğru… Pazartesi günü 6 Şubat 2023 yılı saat 04.17: Korku ve ümit anı, Maraş merkezli 11 ilde gerçekleşen depremin etkisi ile maddi manevi bir çok kaybımızın olduğu gün…
Yıllar önce koronadan ötürü çıkamadığımız evlerimize, şimdi de deprem ve enkaz altında kalma korkusu ile giremiyoruz. Evet, şikâyet ettiğimiz rutin rahmet olabiliyormuş meğer. Sabah ailecek yaptığımız kahvaltılar, akşam eve dönmem lazım derken dönebileceğin bir evinin olması, nefes alabilmek, namaz için seni uykundan uyandıran annen, her sabah ekmek almaya gönderilmen, kahvaltıda her gün zeytin peynir yemen, ıslak terliğe çoraplı basman, sürekli emir yağdıran patronun hepsi birer nimetmiş…
Anladım ki ne kadar da lüks bir hayatımız varmış. Elimizdekilerin kıymetini bilip kaybettiklerimize üzülmeden, var olan ile mutlu olabilirmişiz…
Düşündüm kendi kendime… Ya Rabbi, sen ne büyüksün! Rahim ve azizsin, bir şeye “ol!” dersin de olmaz mı? Yıllar önce hastalık korkusu ile evlerimizden çıkamayan ve “evde tıkılı kaldık” “sıkıldık” “hapis hayatı yaşıyoruz” naraları atan bizler bu kış günü deprem sebebiyle evlerimize giremedik. Ne kadar da nankörmüşüz, bir kez daha anladım. Ölen binlerce can, geride yarım kalan sevgiler, yapılmayı bekleyen programlar, yarım kalmış çeteleler, yarım kalmış çay ve kahve fincanları, okunmayı bekleyen kitaplar… Ne kadar da çok şeyi ertelemişiz… Sevgiyi, şükrü, kanaati, rahatça yastığa baş koyuşumuzu, kıyamı, rahatça oturmayı, her gün birbirimizi görmeyi…
Resmen bir günde kendi öz yurdumuzda yerli mülteci olduk. Ancak kardeşlerimiz kan ağlarken elim kolum bağlı oturamazdım.
Kahramanmaraş’a teçhiz ve tekfin için gönüllü olarak yola çıkmıştık. Kalbim ağzımda atıyordu. Hâlbuki deprem olduğu gün bu kadar korkmamıştım, kendimden emindim oysaki. Evet, galiba tahmin edebiliyorum korkumun sebebini: Hayatımda ilk defa ölü görecek ve kefenleyecektim. İyi de beni bu korku ile yüzleştiren saik neydi? Empati ve Allah’ın rızası olsa gerek…
Afad çadırlarının olduğu yerde, kefenlenmeyi bekleyen cennet yolcularına doğru gruplar şeklinde ilerledik. Tüylerim ürperdi. Korkup unuttuğumuz, zikretmekten çekindiğimiz hakikat olan ölümün somut hali ile az da olsa yüzleşecektim. Birkaç dakika kaldı. Tam manası ile öğrenmek adına gassal ablalardan uygulamalı olarak cennet yolcularını kefenlemeyi öğrenmeliydik. Ne hikmetse sıra tam bana geldiği esnada grup değişimi oldu. Sonra ilk cenazeyi bir kaç arkadaş ile dualar eşliğinde ve Peygamberimize selam götürmelerini tembihleyerek, gül kokuları ile cennete uğurladık… Korkum biraz geçmişti. Bu esnada beni etkileyen hatırımda kalan, benimle paylaşılan birkaç hâdiseyi ibret babında paylaşmak istiyorum:
Kahramanmaraş’a depremin 5. Günü gitmiştik ve enkaz altından çıkarılan cennet kuşları, direkt yıkanıp kefenlenmeleri için mezarlığa getiriliyordu. Çünkü hastane yaralılar ile doluydu. Mezarlık ise şehirden 17 km uzaklıkta bir ormanın ortasındaydı. Bazı cennet yolcularımızda, uzun süre dışarda kaldıklarından kokular hâsıl olmuştu. Ancak,
Bir teyze getirilmişti, depremin 6. Günü olmasına rağmen tertemizdi. Rahatsız edecek bir kokusu yoktu. Sebebini sorduğumuzda, “Peygamberimizin sünnetlerini hep yerine getirirdi. Gülleri de çok severdi” cevabını aldık. Sübhanallah! Nasıl yaşarsan öyle ölürsün. ..
Başka bir ablayı getirdiler, gusül abdesti aldırılmış ve kefenlenmiş, tertemizdi. Nasipliydi, 2 kefene sarıldı, 2 defa abdest aldırdık. Biz tam kefenleme bitti demek için ailesine haber verecektik ki cennet yolcusunun kardeşi geldi, “Ablam nasıl öldü biliyor musunuz? Ablamı enkazdan sağ çıkardık, 2 gün yaşadı, sonra Sivas’a gönderdik, yolda iken kalbi iki defa durdu, sonra vefat etti ve tekrar buraya getirdik” dedi. Ya rabbi, sen nelere kadirsin. Nasipten öte yol yok…
Namazda secde halindeyken vefat eden bir abla getirilmişti, seccadesine sıkı sıkı sarılmış, bırakmıyor, seccadesinden ayırmaya çalışmışlar ama ayıramamışlar, olduğu gibi defnedilmişti. Ne bahtiyar bir ölüm…
Benim gitmediğim gün arkadaşlarım anlattı: İki kardeş getirdiler, biri kız biri erkek. Birbirlerine sarılmış şekilde cennet yoluna düşmüşler. Ayrılmaları gerekiyor ama uzun süre enkaz altında kaldıkları için kimse dokunamamış onlara, sonra bir abla cesaret edip kendi evlatlarını düşünüp empati kurarak evlatları birbirinden ayırıp kucaklayarak ayırmış… Bazı şeyleri yapmaya bazen sadece anne şefkati güç yetirebiliyor. Kıyametten bir senaryo misali, her kare etkiledi beni.
Evladını, torununu, annesini, babasını, kimisi tüm aile fertlerini kaybetmiş bir şekilde geliyordu, kalbim acıyordu, gözlerim doluyordu. Ah, ne yapabilirdim onlar için sizi anlıyorum diye yalandan bir teselli de veremezdim, zira yaşamadım bu acıyı, teselli de veremezdim hakkıyla… Affedin beni…
Hiç aklıma gelmezdi soğuktan üşürken bir tabutu yakmak mecburiyetinde kalacağım, cenazeleri çok bekletiriz korkusu ile biraz uzakta olan mescide gitmeyip kefen üzerinde namaz kılacağım. Yolculuk esnasında yer sıkıntısından ötürü kefenler üzerinde oturup yolculuk yapmam, önünden geçmeye korktuğumuz mezarlıklarda akşam saat dokuz ona kadar kalmam… Öğle yemeğimiz bir tarafta yerde gömülmeyi bekleyen cennet yolcuları bir tarafta… Mezarlığa ve acı ile bakan gözlere karşı zorla yemeğimizi yemeye çalışmamız… Bunların hiçbiri aklımın ucundan geçmezdi.
Kahramanmaraş’a, şairler şehrine gezi niyeti ile değil de kardeşlerimizin acılarını sarmaya, acılara ortak olmaya gideceğim hiç aklımdan geçmezdi. Acı dolu ilkler…
Lütfen bir kez daha düşünelim:
“Anneee! Akşam için yemek yapmadın mı? Açlıktan öleceğim!” deyip 12 gün sonra aç susuz enkaz altından çıkan çocuğu hayatta tutan şey neydi?
“Offf tamam tamam, süpüreceğim?” deyip hasret kaldığımız, olsa da başımın üstünde taşırım dediğimiz evlerimiz…
“Canım bu yemeği istemiyor” deyip keşke olsa da yesek diye hayalini kurduğumuz yemekler…
“Sizden nefret ediyorum” diye yüzüne haykırdığın ama şimdi toprak altındaki annen baban ve sevdiklerin…
“Keşke ölsem de sizden kurtulsam!” dediğin ama ölümden canhıraş kaçışın…
“Bu eve gelmek istemiyorum artık!” deyişin ama kalacak bir evinin olmayışı…
“Odamı değiştirmek, genişletmek istiyorum, sıkıldım?” diye haykırdığın ama şu an 15 kişi ile aynı çadırda kalışın..
“Arkadaşımın annesi, komşunun kızı, babası…” diye başlayıp yaptığın kıyaslama ve sonunda kıyaslayacak kimsenin ve hiçbir şeyinin kalmayışı…
Bazen elimizdekilerin kıymetini kaybettiklerimize üzülerek değil elimizdekilere şükrederek, kanaat göstererek telafi edebiliriz.
“Mü’min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mü’mine hastır, başkasına değil! Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır! Bir zarar gelse sabreder, bu da onun için hayırdır.” (Müslim ve Buhârî)
Rabbim, kaybettiğimiz her bir cana şehit sevabı yazsın. Bizlere de şehadet nasip eylesin. Âmin…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?