Yaratıcının şahane bir sanatıdır şu tabiat. Her hâliyle güzel, her ayrıntısıyla mükemmeldir. Kusuru, eksikliği, eğriliği yoktur. Yeşili, mavisiyle; taşı, toprağıyla; ağacı, nebatıyla; yer altı, yer üstü zenginlikleriyle eşsizdir.

Tabiat her şeyiyle, her nimetiyle insanın hizmetine sunulmuştur. İnsan, yeryüzüne indirildiği günden bu yana yaşamını doğanın nimetleriyle sürdürmektedir. Toprağını eker, biçer; ürününü hasat eder, sebzesini, meyvesini yer; suyunu içer, ağacını, nebatını tüketir; havasını teneffüs eder, Güneş’inden, Ay’ından, yıldızından, bulutundan, rüzgârından, madeninden istifade eder. İnsan; doğa olmadan, doğanın nimetlerini kullanmada yaşamını idame ettiremez.

Doğanın her nimeti insan içindir; ancak doğanın kaynakları sınırsız değildir. Zira doğada hesap üzerine kurulan bir denge ve düzen vardır. “Yıldızlar da ağaçlar da secde ederler. Göğü O yükseltti, denge ve ölçüyü O koydu ki dengeden sapmayasınız…” (Rahman, 6-8) Bu ayetten anlaşıldığı üzere doğanın denge ve düzenini bozmamak gerekir. Aksi takdirde bu ilahi uyarıyı dikkate almazsak bunun sonuçlarına katlanmak durumunda kalırız. Ozon tabakasının delinmesi, küresel ısınma, buzulların erimesi, çölleşme, kuraklık, bazı canlı türlerinin yok olması, tsunami, sel, deprem, hortum gibi felaketler doğada yaptığımız tahribat ve bilinçsiz davranışlarımızın acı sonuçlarıdır. “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara ­tattırıyor.” (Rûm, 41)

Doğanın her şeyi nimettir ve korunmalıdır. Suyunun her bir damlası kıymetlidir; bir ağacı, bir bitkisi, bir hayvanı, canlı cansız her şeyi değerlidir. Doğada yaşayan her bir varlık ekosistemin parçasıdır; her bir parça hesap üzerine kurulan düzenin unsurlarıdır. Doğaya yapılan her bir tahribat, yıkım, israf doğaya zarardır ve bu zararlar doğanın düzen ve dengesini bozmaktadır.

Doğanın denge ve düzenini korumak her çağın insanı üzerine düşen bir ödevdir. Eğer bu ödevin gereklilikleri yerine getirilmezse insanların ve dünya üzerinde yaşayan diğer canlıların hakları istismar edilmiş olur. Suyunun israf edilmesi, havasının, denizinin kirletilmesi, toprağının hor kullanılması, ağaçlarının kesilmesi, ormanlarının yakılması, bitkisine, hayvanına zarar verilmesi başka insanların ve diğer canlıların haklarını gasp etmektir. Doğa zarar gördükten sonra onu yeniden toparlamak zordur. Yaşadığımız yüzyıl bunu teyit etmektedir. Her ne kadar ulusal veya uluslararası protokoller, antlaşmalar vs. yapılsa, bazı tedbirler alınmaya çalışılsa da bu işin esas önemli kısmı bireysel olarak tedbir almaktan geçer. Her bir birey doğaya karşı hassas ve duyarlı olmalı, içinde hayatını idame ettirdiği doğaya karşı sorumlu davranmalıdır. Eğer bireyler bu sorumlulukları yerine getirirlerse toplumlar da üzerine düşen görevleri yerine getirmiş olurlar.

İslam dini, bireyleri yaşadıkları çevreye karşı sorumlu tutmuş, ona karşı hassas ve duyarlı olmaları için teşvikte bulunmuştur:

“Bir kimse ağaç diker de o ağacın meyvesinden bir insan veya Allah’ın mahlûkatından herhangi bir varlık yerse bu, o ağacı diken kimse için sadaka olur.”1“Kıyamet kopuyor olsa ve birinizin elinde bir fidan bulunsa, kıyamet kopmadan onu dikebilirse bunu hemen yapsın!”2 “Rahatsız edici, eziyet verici şeyleri yoldan atıp kaldırmak imanın yetmiş küsur şubesinden bir bölümdür.”3

Yine dinimiz, doğal kaynaklarının korunması, yolların, sokakların, çevrenin temiz tutulması için bireyleri dikkatli olmaları noktasında uyarmıştır: “Nehir kenarında bile abdest alıyor olsanız, suyu israf etmeyiniz.”4 “Lânete maruz kalacağınız şu üç şeyi yapmaktan sakının: Pınar başlarına, yol ortasına ve insanların gölgelendiği yerlere abdest bozmayın!”5

Doğa, Yüce Allah’ın bir nimetidir, onu korumak tüm bireylerin vazifesidir. Doğanın nimetlerini kullanırken, onun üzerinden üretim-tüketim yaparken doğanın belli bir denge ve düzene sahip olduğunu da hatırlamamız gerekir. Eğer bu doğal düzeni bozarsak başka insanların, canlıların, gelecek nesillerin vebalini de taşımış oluruz. Doğa hem bizim hem tüm canlıların hem de gelecek nesillerin ortak yaşam alanıdır.
Çevrenin unsurları olan su, toprak, hava aynı zamanda insanın istifade etmesi için sunulan nimetlerdir. Bu nimetler insan için hayat kaynağıdırlar. Yüce Allah tüm bu unsurlar arasında koyduğu düzenin devamlılığını sağladığı ölçüde insanı bu nimetlerinden yararlanmaya kadir kılacaktır. Aksi takdirde insan, Allah’ın doğada koyduğu düzeni hiçe sayarak doğaya zarar vermekle ve kendi için gerekli hayat kaynaklarını tüketmekle kendi sonunu da hazırlamış olur.

Örneğin, günümüzde plansız yerleşimle tarım arazileri, su kaynaklarının bulunduğu alanlar, yüksek binalarla kapatılarak tüketilmekte, zarar görmekte, ondan sonra da insan, ileriki yıllar için gıda yetersizliği konusunda endişe ederek farklı gezegenlerde yaşam olanağının olup olmadığının araştırılması gayretine girmektedir.

Bir yandan dünyada açlıktan, susuzluktan ölen insanların oranı %10 iken diğer yandan dünyada obezite oranının % 30 olması kaynakların kullanım oranlarındaki adaletin sorgulanmasını gerektirirken insanın Mars’ta koloni oluşturmaya çalışması, dengeyi kaybettiğinin göstergesidir.

İnsanın helal olarak kendisine sunulan gıdalardan beslenmek varken vücuduna zarar veren besinlerle beslenmesi, tarım arazileri ve su kaynaklarını amacı dışında kullanması, sahip olduğu teknolojik gücü yaşadığı çevrenin sağlamlığı konusunda kullanamaması gibi görünen sebepler felaketlerin yaşanmasına neden olmuştur. Elbette ki yaşananlar sadece bu üç sebebe dayandırılamaz, elbette ki görünmeyen ve belki daha yıllar sonra meydana çıkacak farklı sebepler olabilir. Ancak insanların doğada yapmış olduğu tahribat gözle görülür hale gelmiş ve hiçbir insan yaşananlardan insanlığın yanlışlarının etkisin olmadığını iddia edememektedir. Yapılan araştırmalar en çok çevre sorunlarının yaşanmaya başlanmasının İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda olduğunu işaret etmektedir. O dönemde sanayileşme ve tarım alanlarının azalmasıyla ilerleyen sürecin modern dönem diye ifade edilen son çeyrek asırda artarak devam etmesi ve tüm canlıların yaşamını tehdit edecek bir boyuta erişmesi söyleneni destekler niteliktedir.

Dinimizin öğretilerinin evrensel nitelikte olması hasebiyle Müslümanların temsil ve tebliğ hususundaki gayretini sorgulayarak bu gidişatı gözden geçirmesi gerekmektedir. Müslümanların İslami yaşantısı ve Allah’ın yardımı, kendi maddi güçleriyle dünyada söz sahibi olacaklarını sanan birkaç ailenin ve onların insanlık tarihini etkileyeceğini iddia ettikleri yüzyıllık planlarının üzerinde bir etkiye sahip olma gücündedir. Yüce Allah Müslümanların samimi bir şekilde yaşama gayretleri sonucunda dünyanın gidişatında söz sahibi olmalarının yolunu açacak ve İslam’ın genel ahlaki anlayış içerisinde değerlendirdiği çevreye bakış konusunda tüm dinlere örneklik etmelerini sağlayacaktır.

Kaynakça
1) Ahmed, VI, 444. Bkz. Müslim, Müsâkât, 7. 2) Ahmed, III, 191, 183) 3) Müslim, Îmân, 58. 4) İbn Mace, Taharet 48 5) Ebû Dâvûd, Tahâret, 14/26; İbn-i Mâce, Tahâret, 21.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?