Benim, sizin ve hepimizin şikâyeti var onlardan…”Adam olmazlarmış, işe yaramazlarmış” şeklindeki yaftalamalarımız…”Bunlarda hiç hayır yok, bu nasıl bir gençliktir?” diyen hayıflanmalarımız… “Ah, vah ve tüh” şeklindeki serzenişlerimiz…
Sözlerimizde hep bir şikâyet, davranışlarımızda bir sitem halidir, gidiyor… Sıkıntıyı görüyor, ama sebebini bilmiyoruz, sebebini bilsek de çözüme yanaşmıyoruz. Sadece şikâyet ediyoruz gençlerden… Olumsuz hal ve davranışlarına bakıp tamamen elimizi onlardan çekiyor, okun yaydan çıktığı gibi durumlarının bir daha düzelemeyeceğini düşünüyoruz. Mes’uliyeti onlara yükleyip vebali onlara bırakıyoruz. Olaylara yanlış bakıp tüm bu olanları doğru değerlendiremediğimizin bilmem farkında mıyız?
Gençlerdeki olumsuz halleri ya da sorun gibi görünen durumları tamamıyla gençlere yıkmak bu işin en kolay hali, bu işten sıyrılmanın en rahat yolu… Gençlere yönelik şikâyet ve sitemlerimizin sebebi, aslında bu işin sorumluluğunu almak istemeyişimizdir.
Gençlerde hatalar ve yanlış giden durumlar var ise bunu düzeltmek ve bu işin sorumluluğunu yüklenmek bize aittir. Çünkü genç emanettir. Aileye, aile büyüklerine, eğitimcilere, yöneticilere kısacası topluma emanettir. Onların sorunları, sıkıntıları, hal ve ahvalleri bizim sorumluluğumuz altındadır. Sadece başarılarından mutluluklarından değil, yanlışlarından eğrilerinden, olumsuz durum ve gidişatlarından da sorumluyuz.
Bugün haz ve eğlence peşinde koşan, her türlü olumsuz etkiye açık, gereksiz bilgi, ses ve görüntülerle zihinlerini meşgul eden, bilinçsizlik haliyle bir oradan bir oraya savrulan bir gençlik profili ile karşılaşıyoruz. Zihin ve ruh dünyasını dolduramadığımız her genç bunlarla meşguliyete sürükleniyor. Gençlere sahip çıkmak bizim vazifemizdir. Biz onlarla ilgilenmezsek, onlara sahip çıkmazsak elbette birileri onlara yaklaşacak, zihin ve gönül dünyalarına girecektir. Moda, medya, sosyal medya, zararlı ideolojiler onlardan vazgeçmeyecektir. İlgilenmediğimiz, sahip çıkmadığımız çağın, modanın, medyanın, kültür ve ideolojilerin eline bıraktığımız her genci kaybedeceğimiz de aşikârdır. Gencimizi kaybetmek de geçmişimize, geleceğimize ve neslimize ihanet etmek olacaktır. Bunun vebali ise daha büyüktür.
Şikâyet ve sitem yerine sevgi ve anlayışla, sorumluluktan kaçmak yerine bu işin sorumluluğunu yüklenerek gençlere yaklaşmalı ve onlara sahip çıkmalıyız. El uzatmalıyız, omuz vermeliyiz, gönül açmalıyız gençlere… Dünyalarına açılmalı, gönül ve zihin kapılarından içeri girmeliyiz. Değer vermeli ve onlara değer yüklemeliyiz.
Ali, Mus’ab, Fatma, Aişe, Usame, Enes, Abdullah… Gençken ne değer verildi onlara? Onlar da cahiliyenin içindeydiler, cahiliyenin fikriyle, zikriyle, görüntüleriyle, adet ve ideolojileriyle yetiştiler. Ancak Asr-ı Saadet onları görmezden gelmedi. Ali küçük bir çocuk iken İslâm’a davet edildi. Usame’ye genç yaşta komutanlık verildi. Aişe’ye genç kız iken ilim öğretildi. Mus’ab delikanlı iken bir şehre İslâm’ı anlatmak üzere görevlendirildi. Kavminin yaşça büyükleri gençlerin görüşlerine ehemmiyet vermez iken Abdullah ilim meclislerine dâhil edildi. Onlar da genç idi, muhtemelen onların da yanlış ve sorunlu olan halleri vardı, ama bilinçli olanlar ve bu işin sorumluluğunu taşıyanlar onlardan vazgeçmediler. Gençlerine değer verip onlara değer yüklediler. Ve o gençler bir toplumu, bir beldeyi, bir ülkeyi yönettiler; kimlik, şahsiyet ve ahlâklarıyla insanlığa hizmet etmiş oldular.
Bizim gençlerimiz de neden onlar gibi olmasınlar? Biz bu işi yüklenip onlara yol gösterirsek, ruhlarına hitap edebilirsek, onlar neden düzelmesinler ki! Hoş olmayan hal ve durumlarından şikâyet etmenin, sitemkâr tutum ve yanlış değerlendirmeler içinde gençlere yaklaşmanın ne onlara ne bize bir katkısı vardır. Onların hâli farklıysa bizim yaklaşımımız da farklı olmalıdır. Yanlıştan doğruya giden bir yolda, kötülük yerine iyiliğin bulunduğu bir istikamette yol almak, elbette daha kolay olacaktır.
Bugünün genci yarının efendisidir, yöneticisidir, âlimidir, hekimidir, sanatçısıdır… Onlardan vazgeçmenin vebali büyük, mesuliyeti ağırdır. Olumlu-olumsuz, iyi-kötü her hallerinden bize düşen payeler vardır. Sorunu sadece onlarda görmek, sorumluluğu onlara yüklemek müspet bir durum olmamaktadır.
Gencin olmadığı her yer sönük, her mekân durağandır. Genci ile birlikte olanlar, onların sorumluluğunu yüklenenler, gencine sahip çıkanlar ilerler. Onların hallerinden şikâyet edenler ise yerinde sayar; ne düzelir ne de gelişirler. Acımasız eleştirilerin, şikâyet içeren sözlerin, sitemkâr tutumların hiçbirimize faydası yoktur.
Gencimiz, gençlerimiz bize emanettir. Onlar yanlış yapsalar, hatalı davransalar, sorunlu olsalar da onlardan vazgeçemeyiz. Sorun çıkarıyorlarsa çözüm bulmalı, yanlış yapıyorlarsa doğruyu göstermeli, hatalı davranıyorlarsa hallerini düzeltmeliyiz. Bunları gerçekleştirdiğimiz takdirde şikâyet yerine memnuniyet, sitem yerine hoşnutluk olacak; gencin zihni, ruhu, kişilik ve kimliği hak ettiği değeri bulacaktır.