Dinimizin üzerinde çokça durduğu bir mesele olan iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak, dilimize Arapçadan direkt olarak “Emr-i Bi’l-Ma’ruf Nehy-i Ani’l-Münker” şeklinde geçmiştir ki bu da bize bu konunun ne kadar mühim olduğunu göstermektedir.

Bilindiği üzere ma’ruf, iyilik, güzellik, yapmamız durumunda Allah’ın hoşuna gidecek olan amellerdir. Münker ise kötülük, çirkinlik, hoş olmayan, Allah’ın hoş görmeyeceği amellerdir.
İyiliği emredip kötülükten sakındırmak, tebliğ görevi ile eşdeğerdir. Bir davetçide bulunması gereken özellikler iyiliği emredip kötülüğü sakındıran bireylerde de olmalıdır.
Peki, bu amelin dereceleri nelerdir? Ebu Said el Hudri (r.a.), bize Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’den şöyle bir hadis rivayet ederek bu dereceleri bizlere bildirmiştir:
“Sizden her kim bir kötülük veya çirkin bir şey görürse onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirmeye çalışsın. Ona da gücü yetmezse kalbi ile onu hoş görmeyip buğzetsin ki bu da imanın en zayıf derecesidir .” (Müslim, İman, 78)
Bulunduğumuz konum hangisini yapmaya el veriyorsa ona göre hareket etmemiz gerekiyor. Eğer bir yönetici isek kötülüğü elimizle düzeltmeliyiz. Böyle bir durumda zarara uğrayacağımızı düşünüyorsak dilimizle düzeltmeliyiz. Buna da gücümüz yetmiyorsa kalbimizle buğz etmemiz gerekiyor yani bu durum karşısında en azından mutmain olmadığımızı içimizden geçirip hoş karşılamamamız gerekiyor. İmanın en zayıf noktasıdır diye bundan yüz çevirirsek Allah muhafaza aşağıdaki hadiste belirtilen topluluğa benzeriz:
Saadet asrında bir grup insan Peygamberimize (s.a.s.) gelerek:

“Ey Allah’ın Resûlu (s.a.s.)! İyilerin de içinde bulunduğu bir kavim helak olur mu?” diye sorduklarında Peygamberimiz (s.a.s.):
“Evet, helak olur. Sebebi ise isyana ve kötülüklere karşı sükût etmeleri ve bu suretle dine ihanet etmeleridir” buyurmuştur.
Behlül Dânâ, çarşıda pazarda halk içinde dolaşırken insanlara nasihat eder, yanlış hareketlerden sakındırmak için onları ikaz ederdi. İkazları bazı insanların zorlarına gidiyor, gururları inciniyordu. Bir gün, halka doğru yolu göstermek için söylediği sözlerden rahatsız olanlar, Hârûn Reşîd’e gidip Behlül Dânâyı şikâyet ettiler:
“Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi hâlimize bıraksın. Bizi ikaz edip durmasın. Zaten her koyun kendi bacağından asılır.”
Bu şikâyetler üzerine Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ’yı çağırtıp halkın istediğini bildirdi. Behlül Dânâ hiç sesini çıkarmadan sarayı terk etti. Birkaç koyun alıp kesti, bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı. Cahil insanlar, hikmetini anlayamadıkları, sırrını çözemedikleri söz ve hareketlerini gördükleri birine hemen “deli” damgası vururlar. Behlül Dânâ’nın bu hareketini de anlayamayan insanlar gülerek şöyle dediler:
“Deliden başka ne beklenir, yaptığı işler hep böyle zaten!”
Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokuyor, bundan ise bütün mahalle rahatsız oluyordu. Bozulan etlerin kokusundan durulmaz hâle gelince, aynı şahıslar, Hârûn Reşîd’e gidip durumu anlattılar:

“Yâ Emîre’l-Mü’minîn! Behlül’ün astığı koyunların kokusundan duramıyoruz. Bizi çok rahatsız ediyor. Şuna söyleyin de, onları astığı yerden kaldırsın!”
Hârûn Reşîd, Behlül’ün böyle bir hareketi neden yaptığını merak ediyordu. Hem halkın şikâyetini bildirmek, hem de böyle yapmasının sebebini öğrenmek için Behlül Dânâ’yı saraya çağırttı. Behlül gelince, Hârûn Reşîd sordu:
“Ey Behlül! Mahalleye astığın koyunların kokusundan halk çok rahatsız oluyor. Böyle bir şeyi neden yaptın?”
Behlül Dânâ şu cevabı verdi:
“Ey mü’minlerin emîri! Ben bir şey yapmadım! Sadece her koyunu kendi bacağından astım. Fakat görülüyor ki her koyun kendi bacağından asılsa da bütün çevreyi rahatsız ediyor, herkese zarar veriyor. Bir kötünün zararı sadece kendine olmuyor, herkese zarar veriyor. İnsanların bunu anlaması için böyle yaptım. Herhâlde anlamışlardır!”
Bu kıssadan anlaşıldığı üzere hayırlı insan, başkalarına da hayrı dokunan kimsedir. İslam sözlüğünde yer almayan “Her koyun kendi bacağından asılır” atasözü, böyle bir yanlış düşünceye sevk etmemelidir. Mümin, müminden sorumludur.
Hakk’ın hatırı âlidir, hiçbir hakka feda edilemez ve vazifemiz hakkı gür bir seda ile söylemek olmalıdır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?