Endülüs İslam mimarisinin en önemli yapıtlarından biri olan Elhamrâ Sarayı, Benî Ahmer (Nasrîler) Devleti’nin idare merkezi olan Gırnata’da (Granada) yer almaktadır. Günümüze kadar ulaşabilen Endülüs eserlerinden biri olan bu saray, bir taraftan kudretli bir devletin gücünü, diğer taraftan da Endülüs’ün zevaline sebep olan entrikaların merkez üssünü temsil etmektedir.
Elhamrâ’nın temelleri IX. asırda Arap-Müvelled (İslamı kabul eden yerli Müslümanlar) çatışmaları esnasında Arap lider Sevvâr b. Hamdûn el-Kaysî tarafından atılmıştır. El-Kaysî, Darro nehrinin sol yakasında ve Sebîke tepesinde [736 m. uzunluğunda ve yaklaşık 200 m. Genişliğinde] “el-Kal‘atü’l-hamrâ, el-Hısnü’l-hamrâ” ismiyle bir kale inşa etmiştir. Çeşitli dönemlerde bu kale genişletilmiştir.
Elhamrâ’nın ismi Benî Ahmer (Nasrîler) Devleti’nin kurulmasıyla öne çıkmıştır. Devletin kurucusu olan Gālib-Billâh Muhammed b. Yûsuf, Sebîke tepesinde bugünkü Elhamrâ’nın kurulmasını istedi. Aynı yıl surları tamamlanan Elhamrâ’ya, Darro nehrinden su kanalları yapıldı. Elhamrâ, emîr ve yakınları ile devlet ricalinin yaşayacağı şekilde bir saltanat şehri olarak projelendirildi. Farklı Nasrî emîrleri tarafından tadilattan geçirilen ve büyütülen saray 150 yılı aşkın bir sürede tamamlanmış ve nihai şekline XV. asrın ilk yıllarında ulaşmıştır.
Elhamrâ Sarayı üç kısımdan oluşmaktadır; emîr ve yakınlarının yaşadıkları “saray”, sarayın askerî garnizonu olarak hizmet veren, askerî personelin ve muhafızların kaldıkları “el-kasaba” ve bir kısım idareciler ile esnafın yaşadığı “şehir”. Bazı Araştırmacılar el-Medinetü’l-Hamrâ veya Kasrü’l-Hamrâ isminin Nasrîler’in atası olan Ahmer’e dayandırsa da, daha önce de ifade edildiği üzere, bu isim IX. asırda da kullanılıyordu. Elhamrâ ismi “kızıl” anlamına gelmektedir. İnşaatında kullanılan kil harcının kızıla çalan renginden dolayı bu isim verilmiştir. Elhamrâ’nın yukarı kısmında yazlık bir saray olan Cennetü’l-arîf (Generalife) II. Muhammed döneminde (1273-1302) yapılmıştır.
Nasrîlerin son sultanı Ebû Abdullah’ın (Boabdil) 2 Ocak 1492’de Elhamrâ’nın anahtarlarını Katolik Krallar’a (Fernando ve İsabel) vermesine kadar iki asır boyunca bu saray istilâya uğramamıştı. Kardinal Pedro de Mendoza, el-Kasaba bölümünde bulunan Gözetleme Kulesi’ne (Torre de la Vela) ünlü Gümüş Haç’ı dikerek İspanya’da İslam hâkimiyetinin tamamen son bulduğunu ilân etmiştir. Son sultan Ebû Abdullah ise, Gırnata yakınlarındaki Padul tepesine gelerek halen Ultimo suspiro del Moro (Arab’ın son ahı) denilen yerde, Gırnata’ya son kez bakarak veda etmiştir. Gırnata’nın işgalini gerçekleştiren Katolik Krallar, Elhamrâ’nın korunması maksadıyla, devlet himayesine almış ve kraliyet sarayı ilan etmiştir. Fakat İspanya kralı Şarlken’in (V. Carlos), Gırnata’yı ziyareti (1526) Elhamrâ için tam bir facia olmuş, Elhamrâ’nın ortasına Rönesans üslubuyla bir saray inşa ederek Elhamrâ’nın bütünlüğünü bozmuştur. Fakat bu sarayı ikmal edecek maddi kaynaklardan yoksun olduğu için saray tamamlanamamıştır. Ayrıca Şarlken, Mersin ağaçları Avlusuna (Patio de Arrayanes) bitişik mescidi, kiliseye çevirmiştir. 1581’de II. Muhammed’in yaptırdığı büyük cami yıkılarak yerine Juan de Vega’nın eseri olan Santa Maria kilisesi yapılmıştır.
XVIII. asırda Elhamrâ’nın bakım ve onarımına ayrılan bütçe kısıtlandı ve hatta ortadan kaktı. Bu gelişme üzerine birçok yersiz-yurtsuz kimselerin istilâsına uğradı. 1809’da Elhamrâ, Gırnata’yı işgal eden Napolyon kuvvetlerine ev sahipliği yaptı. Üç yıl sonra burayı terk eden Fransız kuvvetleri, havaya uçurmak maksadıyla tüm kulelere dinamit döşediler. Bu durumu fark eden bir İspanyol asker, dinamitlerin kablolarını keserek Elhamrâ’yı büyük bir felaketten kurtarmıştı.
1870’te Elhamrâ’nın statüsü köklü esaslara bağlandı ve milli anıtlar statüsü verildi. Zaman içinde farklı devlet kurumlarına bağlanmış olsa da 1985’ten itibaren Elhamrâ ile ilgili tüm hizmetler Patronato de la Alhambra y Generalife adlı bir kuruluş tarafından yürütülmektedir.
Sarayın önemli kısımlarından birisi, V. Muhammed döneminde yapılmış (1362-1391) olan Aslanlı Avlu’dur (Patio de los leones). Bu avlu ismi, ağzından sular akan on iki aslan heykelinin bulunduğu fıskiyeli havuzdan almaktadır. Bu havuzdan akan sular, kanallar vasıtasıyla, avlunun etrafındaki salonlara nakledilir. Havuz çanağının üzerine şiirler nakşedilmiştir. Bir şiirde: “Bu havuz emsalsizdir; Allahu Tealâ diledi ki, akılları durduran güzellikte o her şeyden üstün olsun”. Bu avlunun batısında Mukarnaslı Salon (Sala de los Mocarabes) (burası saray girişine yakın olması sebebiyle, muhtemelen lobi veya resepsion olarak işlev görmüştü), doğusunda Krallar Salonu (Sala de los reyes), (burası da şölen ve festivaller için kullanılmıştır) ve güneyinde ise, Benî Serrâ Divanhanesi (Sala de Abencerrajes) (burası müzikli gece eğlenceleri için kullanılıyordu). Krallar Salonu, adını tavanında yer alan ilk on Nasrî sultanına ait olduğu kabul edilen resimlerden almıştır.
Sarayın bir diğer göz kamaştıran kısmı, Gırnata’yı 9 pencereden gören ve 3 m’ye varan kalın duvarlara sahip taht odası olarak da bilinen Elçiler Salonu’dur. 18 m Yüksekliğindeki sedir ağacından yapılan kubbesinin üzerinde mülk süresinde geçen “yedi kat sema” ibaresinden ilham alınarak dizayn edilmiştir. Tezyinatında altın yıldız, sırlı çini ve kırmızı, mavi, sarı gibi sembolik renklerle boyanmış stüko ile sağlanan ihtişam, adeta insanın başını döndürmektedir. Salonun iki yanında Endülüs’lü ünlü şair İbn Zemrek’in birer kasidesi nakşedilmiştir. Bu salonun altında ise, zindan yer almaktadır.
Elhamrâ’nın duvarlarında ciddi anlamda tezyin edilmiş kitabeler mevcuttur. İçlerine ibrikler konulmuş duvar hücreleri kendilerini şu şekilde methederler: “Tâcım ve libâsım ihtişamda eşsizdir. Gökten yıldızlar yukarıdan bana hasretle bakarlar… Sanatkârın eli beni ipekli bir libas gibi işledi… Tacımı da parıldayan mücevherler ile süsledi…”
Endülüs’ten bize kalan masal saray Elhamrâ’nın tüm oda ve salonlarını süsleyen ve Yusuf Sûresi’nden mülhem olan “Ve lâ ğalibe illallah (Allah’tan başka galip yoktur)” sözü, yıkılan ve yakılan Endülüs’ün asırları aşan öğüdüdür. Bu söz yüzyıllardır Elhamrâyı ayakta tutmaya devam etmekte, sadece ve sadece galip olanın Allah olduğunu adeta haykırmaktadır. Nitekim Yahya Kemal Beyatlı İspanya’da elçilik yaptığı dönemlerde 1929’da Elhamrâ ile ilgili olarak kaleme aldığı yazısında şunu demiştir: “Dünyanın hiçbir yerinde Allah adını bu kadar çok zikreden sütun, kemer, kubbe, tavan, kapı ve duvara sahip başka bir saray bulmak mümkün değildir.”
Cennet özleminden esinlenerek bina edilen bu sarayın surlarından içeri girdiğinizde, başka bir âleme girdiğinizi farkedersiniz. Çünkü bulunduğunuz yer, yeryüzündeki cennettir: Elhamrâ.
Kaynakça
1) Mehmet Özdemir, “Elhamrâ”, DİA, XI, 29-31. 2) Engin Beksaç, “Elhamrâ-Mimari”, DİA, XI, 31-33 3) A.Schaade, “Elhamrâ”, İA, IV, 233-234. 4) J.Strzygowski, “Elhamrâ”, İA, IV, 234-237.