Ferdiyetçilik, genellikle bireycilik olarak bilinmekte olup felsefe, ekonomi ve toplumbilimlerinde sık sık kullanılmaktadır. Her bilim dalında özgün bir tanımı bulunmakla birlikte daha çok şahsın özgürlüğünü önemli gören, bireylerin kendi kendine yeterli olduğunu, kendi kendini yönlendirmesi gerektiğini ve özgürlüğünü savunan bir düşünce sistemi olarak bilinmektedir.
Ferdiyetçilik, Ortaç Çağ Avrupa’sında hâkim olan baskıcı ve otoriter Hristiyanlık anlayışına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış, zamanla geliştirilmiş bir dünya görüşü ve temel felsefi yaklaşımlardan biri olmuştur. Tepkisel veya destek anlamında birçok akımın ortaya çıkmasına neden olduğu söylenebilir. Birey ile toplumu adeta bir rakip olarak görür, bireyi ilgilendiren konuların toplumsal olandan öncelikli olduğunu ve bireyin hâkim olması için gerekli olan süreçleri sistematik hale getirir.
Ferdiyetçilik üzerine çalışma yapanlar bunun bir akım veya düşünce sistemi olması halinde kamusal ahlaki erdemleri ve genel anlamda ahlak ve insanî değerleri bozabilecek bir yaklaşım olduğu değerlendirmesinde bulunmuşlardır. Çünkü bu düşüncenin temel bakış açısının, özgürlük sağlama dışında kişileri kendi zihinlerinde devleştirdiği, diğerlerinden ayrıştırmaya neden olduğu dile getirilmektedir.
Avrupa merkezli bu yaklaşımın dini anlayışla ilgili olan tarafı da dini vicdanlara hasretmesidir. Öyle ki bu akıma göre insanların Allah ile olan ilişkisi herhangi bir aracı olmadan, bireylerin kendisi tarafından belirlendiği için, kişi dini konularda özgürce düşünme ve tartışma hakkına sahiptir. Dolayısıyla dilediği dine ve topluluğa girebilir. Vahiyden ziyade akıl ve duygularıyla herhangi bir eğilim oluşturabileceği gibi mevcutlardan birini de tercih edebilir.
Ferdiyetçi anlayış, insanın doğal yapısını aşan sun’i bir düşünce sistemidir. Bu sistemde fert her şeyin nihai öznesi mesabesindedir. Bu düşüncede bireyi önceleme, kutsama öyle bir hal alır ki, onu kibir abidesi haline getirir. Mümkün olduğu kadar bireyler Allah aşkının otoritesinden koparılmaya çalışılmaktadır. Allah inancının yerine her insan, biricik ve mutlak otorite sahibi kabul edilmektedir. Bu anlayışta bencillik kutsanmaktadır. İnsanın başarısının buraya dayandığı safsatası empoze edilmektedir. İnsanın kendisini düşünmesini temsil eden bireyci anlayış neticede gelişimi de sağlayacağı varsayımına inandırılır. Hatta birey anlayışının Batı kültürünün önemli başarılarından biri olduğu da dile getirilir.
Bu anlayışta bireyin özerk olması ve hatta mutlak özgürlüğü ön planda tutulmaktadır. Kişi, hayatının temel esaslarını kendisi belirlemekte ve yaşamak istediği hayat tarzını kendi özgür iradesi ile tercih etmektedir. Herkes kendi yolunu, yöntemini belirlemekte ve kendisi için önemli gördüğü hususlarda kendisi karar vermektedir.
Bu anlayışın benimsendiği eğitimde; din, geleneksel yapı, aile, toplumsal beklentiler insanı sınırlandırdığı için bunlardan kurtulmak gereklidir. Birey kendi değerlerini ve ilkelerini özgürce belirleyebilecek kapasitededir. Bu anlayışa göre insan büyülü bir varlık olarak görülmekte ve kendinden önce gelenler tarafından veya kutsal olarak değerlendirilen emir ve yasaklar tarafından şekillendirilmesinin zamanının geçtiği ve insanın da bunları kabul edebilecek durumu çoktan aştığı iddia edilmektedir. Bu anlayışta fertlerin özgürlüğü her şeyin üstündedir. Toplum ve temel değerler bu özgürlüğü destekliyorsa kabul edilir. Yani toplum, ferdin varlığını sürdürmek için gerekli bir araçtır, ferdin özgürlük alanıdır sadece. Bireyin maslahatının toplumun maslahatının önünde olduğunu, temel dini öğretilerin dahi eleştirme konusu olduğu bu yaklaşıma göre bireyin arzularının önü artık alınamaz olur. Birey o kadar önemlidir ki kendi ilahını kendisi belirlediği gibi dinin(in)kutsallarını da kendisi belirler. Buradan hareketle ferdiyetçi anlayışın en önemli hedeflerinden birisi bireyi din ve metafizikten uzaklaştırma olduğu söylenebilir.
İnsanoğlu yeryüzünde var olan diğer bütün varlıklardan farklıdır. Çok yönlü arzu ve istekleri, duyguları, ihtirasları vardır. Bulunduğu ortamlarda sosyal çevresini veya doğal ortamını değiştirebilecek ihtiraslara sahiptir. Her bir insana bu özelliklerini ön plana çıkarma ortamı oluşturulduğu takdirde hayatın rengi değişebilir. Oysaki insanın hem yaşadığı toplum hem de diğer fertlere ve tabiata karşı istek ve arzularını sınırlandırması beklenmektedir. Çünkü sınırsız arzu ve isteklerinin esiri olan insan, farkında olmadan bunları üstün güç vasıtası olarak kabul edebilmekte ve yaşamının parametrelerini ona göre belirlemektedir. Zaman içinde onu dengeleyen bir yapı olmadığı takdirde zarar odağı haline gelebilmekte, başta kendisi olmak üzere toplumu fıtrî yapısından uzaklaşabilmektedir.
Ferdiyetçi anlayışta her ne kadar egemen unsurun insanın özgürlüğü ve temel hakları belirleyici olarak gözükse de hakikatte onu yönlendiren temel etmen sınırsız arzu ve emelleri, kişisel eğilim ve menfaatleridir. Yani nefistir. Birey Allah’a kul olmaktan belirsiz, sınırsız hevâsının kulu yapılmaya çalışılmaktadır. Birey kutsanıp aşırı bir şekilde yüceltildiği için aşırı bir kibre kapılır ve çoğu zaman bu çıkmazın farkında bile olmaz. Dolayısıyla onun için önemli olan egosunun tatmin edilmesidir, enâniyet de onun hayat felsefesidir. Kişisel olarak tecrübelerden edinilen bilgilere göre istek ve emellerin sonu gelmez. İstek ve emeller, peşinde koştukça artar, zaman içinde anlamsız, tuhaf kaprislere dönüşür. Bu anlayışta bencillik, sadece kendini görme, başkalarını görmezden gelme, toplumun yararı ve genel ahlakî ilkeleri dikkate almama eğilimi baskındır. Bunun neticesi ahlakî çöküş ve ardından meydana gelecek olan fıtrata aykırı eğilimlerdir. Günümüzde görülen aşırılık, sapkın anlayış ve davranışların temelinde de bu kapris ve ihtirasların yattığı birçok ehl-i insaf tarafından dile getirilmektedir. Bireyin merkeze alındığı ferdiyetçilik anlayışında aşırı bencillik ön plana çıkar. Bu anlayışı esas alıp benimseyenler başkalarını görmezden gelir, toplumun yararı ve önemsediği değerler dikkate alınmaz olur. Böylece toplumun ahlakî yozlaşması neredeyse kaçınılmaz olur.
Sınırsız kişisel özgürlüğün meyvesi olarak yeni taşkınlıkları görmeye devam edeceğiz. İnsanlık hem kişisel huzur ve hem de toplumsal hayatı tehdit eden birçok sorunla karşılaşmaya devam edecektir. İlahi öğretiler ve ortaya koyduğu temel değerler insanın hayatını yönlendiren temel aktörler olmadığı takdirde insanın kendine yabancılaşması, varoluş bunalımları, manevi açıdan boşluk, amaçsızlık gibi problemler yaygınlaşacaktır. Ferdiyetçilik adına nefsinin bitmez tükenmez arzularının esiri olan insanlarda anılan problemlerin daha ötesinde cinsel saplantılar ve şiddet kültürünün yaygınlaşması, tabiatı yok edecek kadar hor kullanma, hayatın her alanında sahtekârlık eğilimlerinin artması, aile kurumunun önemsiz hâle gelmesi, madde bağımlılığı, paranın kutsanması, aşırı derecede nefsine düşkünlük vb. toplumsal ahlakî problemler ortaya çıkmaya devam edecektir.
İslamî anlayışta bireyin şahsiyeti çok önemli görüldüğü gibi üyesi olduğu toplum da aynı şekilde önemlidir. Dinin öğretilerinde bireylere yönelik olanlar olduğu gibi bütün topluma yönelik olanlarda da vardır. Bireysel ve toplumsal mesajlar içerir. Birinin yararı diğerine feda edilemez. Biri diğerine öncelenmediği gibi biri diğerine feda edilemez. İslam dininin temel referans kaynakları olan Kur’ân ve Sünnet bütüncül bir bakış açısı ile incelendiği takdirde mesajlarının birey ve toplum merkezli olduğu, bireysel ve toplumsal emirlerin bir bütün teşkil ettiği, birinin diğerine rakip ve alternatif olarak görülmediği, her birinin varlık ve selametinin diğerinin varlık ve selametiyle bağlantılı olduğu anlayışının egemen olduğu görülecektir. Dinin emrettiği temellerden olan ibadetlerin esas itibariyle bireylerle ilgili olduğu gibi toplumla ilgili yönlerinin de bulunduğu, hatta bu iki boyutun bir bütün olarak dikkate alındığı, genel tasnifte de kul hakları, kamu hakları ve bu iki hakkın birlikte değerlendirildiği haklar şeklinde genel tasnifler olmakla birlikte bunların neticede bir bütün teşkil ettiği görülmektedir. İslam’da bireyin hakları vazgeçilmez olduğu gibi, toplumun yararı da vazgeçilmezdir. Her birinin kutsallığının sınırı diğerinin varlığının sınırlarıdır. Neticede bireyin varoluşu, ahlakî değerleri ilahi düstûr tarafından belirlendiği için insan nerede, nasıl hareket edeceğinin farkındadır. Bilmediği veya unuttuğu takdirde “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker” ilkesi çerçevesinde yapması gerekenler ve sınırlar kendisine hatırlatılır. Bu hatırlatma onun yararına olduğu gibi fıtratına uygun bir şekilde hayat sürdürebilmesinin de teminatıdır.
Birey ve toplumun hak ettiği değerin verildiği, hem bireyin özgürlüğünün hiçe sayılmadığı hem de toplum ve tabiatın varlığının tehdit edilmediği anlayıştan hareket etmek insanlığın selameti için bir gerekliliktir. Hayat rehberimiz Kur’ân ve Sünnet hem birey merkezli hem de toplum merkezli bir anlayışı tesis etmekte, bireyin iç dünyasını fıtratıyla uyumlu hale getirecek öğretiler ortaya koymakta, toplumu da temel insanî hak ve özgürlüklerin teminat altına alacağı bir alan olarak şekillendirmektedir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?