Toplumda yaşayan erişkin ve ihtiyarlar, toplumun hafızası ve arşivi; gençler ise geleceğidir. Erişkin ve ihtiyarlar, geçmişe hapsolmamalı ve kendini güncellemeli; gençler ise özgürlük adı altında geçmişten dersler çıkarmadan anı ve atiyi yaşamamalıdır. Geleceği düşünmeyen ihtiyarlar ebter; geçmişi hesaba katmayan gençler derbederdir. İhtiyarların muktedir olmadığı, gençlerin bilmediği bir toplum; emperyalist dünyanın sofrasında yem olmaya mahkûmdur. Sürülmemiş bir tarla misali olan gençliği, kendi haline bırakmak zararlı otlarla istilasına göz yummak anlamına gelir. Dün, ıslahı için gayret sarf etmediğimiz gençlik; bugün bağımlılığın ve İslâm dışı bağlılıkların pençesine düşmüş durumdadır.
Peki, nerede hata yapıyoruz ya da ne yapmamız gerekiyor? Bunca dernek ve vakıfların, diyanetin gençlik çalışmalarının, imam hatip ortaokul ve liselerinin, din kültürü ve meslek dersi öğretmenlerinin varlığına rağmen neden özlenen “Kur’ân nesli” bir türlü filiz vermiyor? Sosyal medyada bu alanla ilgili paylaşım üstüne paylaşımlara, proje üstüne projelere imza atmamıza rağmen neden gençlerimizde “Muhammedî bir kişilik” oluşmuyor?
1. İhlâsımızı Yitirdik:
Görünür olma, Allah’ın değil; amirlerimizin, bizi takip edenlerin övgüsüne mazhar olma, meşhur olma, yapıyor görünme kaygısından sıyrılarak bu çalışmalar yapılmalıdır. Bunca görünen faaliyetin bereket vermemesi; görünmeyen niyetlerimizin odağında “Allah’ın olmamasından”dır diye korkuyorum. Namaza niyet eder gibi her defasında niyetimizi yenileyerek bu işi sürdürmek gerekir.
Niyetimiz, vakfımızın-derneğimizin, kurumumuzun, görev ve vazifelerimizin önünde olmalı. Sosyal medya beğeni ve paylaşımlarından, amirlerimizin övgü ve takdirlerinden daha çok, meleklerin kayıtlarına ve Allah’ın övgüsüne odaklanarak çalışmalarımızı yürütmemiz gerekir. İşte o zaman; mağaraların kapısını kapayan kayalar, amellerimizle yerinden hareket edecek ve bize kurtuluş ışığı sunacaktır. İşte o zaman zalimlerin orduları, kuvvetleri ve imkânları, Ashab-ı Kehf misali bir elin parmaklarını geçmesek dahi bizim kutlu yolculuğumuza engel olamayacaktır.
2. Yeter Artık Konuştuğumuz:
Seminer üstüne seminer, proje üstüne proje, kamplar, okumalar… Bunlar bir yere kadar eğitir. Artık sahada olma zamanı! Gençleri eğitenler, gençleri de yanına alıp seminerlerden aldıklarını, kamplardan edindiklerini sahaya uygulamalı… Bağımlılığı yeterince anlattık. Artık gençlerle birlikte parklarda, bahçelerde bağımlılara umut olmak, onların kurtarıcısı olmak için pratiğini göstermemiz gerekir. İşte o zaman anlattıklarımız anlam bulur.
Eğitimdeki en büyük handikaplarımızdan biri bu! Anlattıklarımızı dinleyenler, bize itirazda bulunmayanlar… Bir de itiraz edenlerin mekânlarını ziyaret etmemiz gerekir! Davet ile ilgili bir seminerden sonra davet edileceklerin kapısını çalmak için gençlerimizle birlikte sarhoşların, içki satanların, cafe ve barlarda zaman geçirenlerin ayağına gidip davetimizi sunmamız gerekir. O zaman, “Bizler Musab, yaşadığımız yerler Medine” olur. İtiraz eden, tehdit eden, kılıcını kuşanıp gelen Sa’d b. Muaz’lar karşımıza elbette çıkacaktır. Ama davet aşkımızla dilimizden dökülen ilahi kelimeler, öldürmek için gelenleri diriltecektir Allah’ın izniyle!
Gençleri eğitirken hataya düştüğümüz önemli noktalardan biridir bu! Bilgi yükleyip doldurduğumuz hafızaları, bizim öncülüğümüzde sahada çalıştıramadığımızda “bilgi zehirlenmesi ve hafıza donmasına” neden oluruz.
3. Korku Putlarını Yıkalım:
Gençler, okula başlar başlamaz diplomanın, üniversiteyi kazanamamanın, iş-aş-eş bulamamanın korkusundan ayaklarına yüzlerce kiloluk ağırlık bağlanmış kartal misali; göklerde uçması gerekirken maalesef yerde sürünür hale gelmiştir. Bu korkuların girdabına girmeden şu hadisin değindiği eğitim doğrultusunda gençler yetiştirmemiz gerekiyor. Abdullah b. Abbas radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre o şöyle demiştir: Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana: “Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.”
Abdullah b. Abbas yıllar sonra eli kanlı haricilerle konuşmaya gittiğinde “sana zarar verirler” diye uyarıda bulunanlara “Peygamberden (s.a.s.) işittiği bu hadisi” hatırlayıp onlara da hatırlatarak vazifesini korkusuzca yerine getirmiştir.
Her zamanın bir Firavun’u, Nemrud’u muhakkak olacaktır. Bunlara karşı Mûsâların ve İbrahimlerin yanında duran korkusuz gençlerin yetiştirilmesi gerekir. “Firavun ve adamlarının kendilerine kötülük etmeleri korkusuyla, kavminden Mûsâ’ya, bir genç takımdan başka iman eden olmadı. Şüphesiz Firavun yeryüzünde iyice büyüklenmişti ve o çok aşırı gidenlerdendi.” (Yunus, 83)
Gençlerin eğitimini üstlenenlerin de “O ikisi mağarada iken arkadaşına: “Üzülme! Allah bizimledir” diyordu. Allah da ona güven duygusu vermiş, sizin görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş ve inkâr edenlerin sözlerini alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah yücedir, hâkimdir.” (Tevbe, 40) ayetinin işaret ettiği Rabbaniliğin şuuruyla hareket etmesi gerekir. Korkuya esir olanların, korkusuzlar ordusunu oluşturması beklenemez. Maaşının, kariyerinin, çoluk-çocuğunun, makamının endişesiyle Allah’ın dininin “bir kenarından tutanların” eğittiği gençlerden bir şeyler beklemek abesle iştigaldir. Huneyn’deki geçici bozgun esnasında bineğinin üzerinde “Ben Abdullah oğlu Muhammedim, ben Allah’ın peygamberiyim ve buradayım” diyen rehberler ve önderler oldukça gençlerden oluşan “muzaffer ordularımız” da olacaktır.
4. Protokol Örnekliğini Bırakalım:
Gençlerimiz, protokolcülüğü ve protokolü pek benimsemezler. Protokol icabı, eline küreği alıp sonra da işi gençlere bırakmak, bir süre sonra iş sahasından gençlerin de tüymesine neden olacaktır. Mescid-i Nebi yapılırken sahabeler gibi taş taşıyan, hendek kazılırken işveren gibi değil; işçi gibi ter döken, açlığın dayanılmaz bir hal aldığı bir zamanda karnına iki taş bağlayan Peygamber’in (s.a.s.) yetiştirdiği sahabiler, “Anam-babam sana feda olsun” sözünün sancaktarlığını yapmışlardı. Böyle bir örneklik ve rehberliği gösteren Peygamber’in (s.a.s.) ordusunda “Bize şu denizi gösterip dalın diye emretseniz, onu hemen yerine getiririz” diyen sahabiler yetişmişti.
O hâlde, elimizi attığımız işe canları pahasına dahi olsa; onlarca gencin de el atmasını istiyorsak “Gecenin bir vakti duyulan sese doğru gelenler, bizi o sesin geldiği yerden dönerken” görmeliler. Eğittiğimiz gençler, söylemlerimizin değil; eylemlerimizin aynasıdır. Söylemlerimiz sadece kulağa girecektir. Eylemlerimiz, söylediğimiz sözlerin, kalplere nüfuz etmesini ve gençlerin değişimini sağlayacaktır. “O kadar söylememize rağmen gençlerde değişim olmuyor!” kınamasını bir tarafa bırakıp “Bunca şeyi yapmama rağmen eksiğim nedir ki gençler harekete geçmiyor?” modunda çalışmalar yürütmemiz gerekiyor. Slaytlarla hazırladığımız seminerlerden daha etkili olacak olan, bizim sahada ortaya koyduğumuz terimiz, gözyaşımız, gerektiğinde kanımız, malımızdır.
5. Büyüye Karşı Elimizde Âsâmız Olsun:
Cahilî yönetimlerin ve onları ayakta tutmaya çalışan kamuoyunun sihirbazlarına karşı, elimizde bir âsâmız olmalı. Karşımıza çıkacak denizlerde, bize yol açacak bir âsâ ve o âsâ’yı tutacak Mûsâlar… Çünkü keramet, âsâda değil; âsâyı tutan ellerde… Mûsâlar var oldukça âsâ iş görecektir! Zamanın büyücülerini ve büyülerini mağlup edecek âsâ’mız Kur’ân ve Kur’ân’dan beslenen maneviyatımızdır. Gençleri eğitecek olanlar, Kur’ân’ın membaından maneviyatı yudumlayıp gençler için pınar vazifesi görmelidir. Hâkimiyet ve otorite, zamanın tüm etkin araç ve imkânları, Karun ve Bel’amları, büyücüleri Firavun’la birlikte olabilirler. Hiç telaşa ve korkuya kapılmaya gerek yok! Rabbimiz bizimle olduktan sonra karşımızda kimin olduğunun önemi var mı? “Mûsâ birden içinde bir korku duydu. “Korkma!” dedik, “Üstün gelecek olan kesinlikle sensin. Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yalayıp yutsun; onların yaptığı sihirbaz hilesinden ibaret. Sihirbaz ise amacı ne olursa olsun başarıya ulaşamaz. Sonunda sihirbazlar secdeye kapandılar ve “Biz Mûsâ ile Hârûn’un rabbine iman ettik” dediler. (Tâhâ, 67-70)