İçinde yaşadığımız çağın sihirbazları diyebileceğimiz aktörler, özellikle İslâm’ın genç neslini, Allah’a değil de kendi arzu ve hevâlarına mahkûm etmek için “Özgürce yaşa, hayatın tadını çıkar!” sloganıyla her biri birer araç olması gereken birçok unsuru, gençlerin önüne birer amaç olarak koymuş ve gençlerin bu amaçlara ulaşması için sınır, kural ve hiçbir değer tanımadan mücadele etmesinin bütün yollarını öğretmiştir.

Dünyanın geçiciliğini unutturup, hayatı hızlı yaşayan gençliğin önüne aşkı, malı, makamı, modayı, markayı, fenomen olmayı, müstehcenliği koyup; bunları estetize ederek gençliğin damarlarına enjekte ettiler. Her biri gençliğin hayatında birer şehvete dönüşen bu durumların kıskacında olan gençliğin aklı, ancak gençlik bitip dizlerde derman kalmayınca başına geliyor, o zaman da kendisine bile hayrı olmuyor.

Saydığımız şehvetlere müptela olan gençlerin oruç başta olmak üzere birçok ibadeti derslerine, forslarına ve yaşam tarzlarına uymayan bir engel olarak görmesi de gençler üzerindeki yoğun enformasyon çalışmalarının birer sonucudur. Ruhu, bu şehvetlerin bombardımanı ile tahrip olan gençlerin bedenleri, tabir yerindeyse köle olmaktadır.

Peygamber (sav); ‘Çocuğunuz konuşmaya başladığı andan itibaren ona kelime-i tevhîdi öğretin’ diye telkin ederken anne-baba ve büyükler olarak biz, üniversiteyi kazanıncaya kadar onun İslâm’ı öğrenmesinin önüne sansür koymaktayız. Sınava hazırlanan gençlerimiz spor yapıyor, dizi izliyor, eğlencelere katılıyor, sosyal medyayı kullanıyor ama söz konusu oruç tutma, Kur’ân okuma, sohbet programlarına katılma ve Allah’ın dinine hizmet etme olunca bunlar eğitim hayatının önünde bir engel olarak görülüyor.

Bu zamanın Müslüman gençleri şunu iyi bilmelidir ki hazzı, hızı, hevâ ve hevesi Müslüman gencin önüne koyup gaflet içinde bir gençlik çağı yaşaması için gösterilen gayretleri boşa çıkarmak, gençliğimize Oruç Aşısı yapmakla mümkün olacaktır. Çünkü Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (Bakara, 183)

Sezai Karakoç oruç hakkında şöyle der: “Oruçta dirilmeyen insan, kör ve zalim bir madde akıntısında can verecek, hem de bildiğimiz ölüme bile hasret çeke çeke ölecek demektir. Güçlenmek ve yıkıcı kuvvetler karşısında yiğitçe direnmek için, orucun gözüyle gören, orucun kulağıyla işiten, orucun eliyle iten, orucu yaşayarak ölümü yenen bir gövdeyle gövdelenen bir oruç insanı… Orucun insanı olmak gerekmez mi?”

Fuat Sezgin bugünün gençliğinin zühd, takva ve Allah korkusu ile şifa bulabileceğini söylemektedir. Peki, bu reçeteyi sunan kim? Dünyanın en büyük İslâm bilim tarihçilerinden biri kabul edilen merhum Fuat Sezgin iyi derecede 27 dil bilen, 18 ciltlik İslâm Bilim Tarihi’nin yazarıdır. İşte onun gençliğe sunduğu reçete; Zühd, Sabır ve Takva…

Yapay zekânın, gezegenlere seyahatin konuşulduğu bir zamanda verilen reçete çok mu gelenekçi? Ezberlerimize, entelektüel yaşantıya ve seküler anlayışa uymayan bir söylem gibi görünüyor değil mi? Aslında hiç de öyle değil. Vahyin diliyle fıtratın ihtiyaç duyduğu reçeteyi sunuyor. Kimliksiz, iradesi ve ruhsuz kalan Müslüman gençliğe tam da gerekli olan ilaç budur. Bu ilacı bünyesinde barındıran da Ramazan ayı ve oruçtur.

Ramazan tadında bir hayat yaşamayan Müslüman gençler, dünyevi bütün hazlara ulaşsa da iç motivasyonu olmayan biri olarak ruhu tutsak ve rüzgârın önündeki yapraklar gibi savrulmaya mahkûm olacaktır. Şehvete bulaşmış bir gençlik ancak oruç ile disipline olabilir. Şerrin bu kadar yaygınlaştığı ve gençlerin önüne konulduğu bir zamanda ancak Ramazan ayındaki manevi iklim koruyucu olabilir. İmkânların, nimetlerin ve gücün şımarıklığa ittiği gençliği, ancak oruç frenleyebilir. Diploma ve kariyerin, konfor ve karizmanın kurbanı olmuş gençlerin ruhlarını ancak oruç özgürleştirebilir.

Peygamber (sav) ibadet ehli olan gençler için şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, ibadet eden genci meleklerine göstererek şöyle buyurur: “Ey meleklerim, şu kuluma bakınız, şehvetini, lezzetini, yemesini ve içmesini benim için terk etmiştir.”1 Peki, Ramazan ayı ve oruç gençliğe neler kazandırır ya da neleri kazandırmalıdır?

  1. Oruç, Hayatı Düzene Koyar: Ramazan ayı ve oruç; dünyaya dair işlerden Rabbine ibadetin hazzını ve zamanını bulamayan bizlere, 11 ay boyunca kullandığımız zamanı, iki dünyamızı mamur etmek için nasıl kullanmamız gerektiğini öğretir. Ramazan ayı ve oruç; sahuruyla, iftarıyla, gece ve vakit namazıyla, Kur’ân okumasıyla, itikâfıyla hayatımızdan kısmen de olsa tecrit ettiğimiz görevlerimizi, hayatımızı düzene soktuğumuzda nasıl başarabileceğimizi öğretir.

Ramazanda bunu başaranlar, hayatının geri kalanında aynı tempoyla olmasa bile bu aydan azıklanarak meşguliyetlere rağmen “Rabbinin emirlerini yerine getirme konusunda” bir kabiliyet sahibi olur.

Oruç, İradeyi Güçlendirir: İnsanı, diğer canlılardan ayıran temel özellik iradedir. “Doğrusu biz bu emaneti göklere, yere ve dağlara yükledik ama onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular, onu insan yüklendi…” (Ahzâb, 72) ayetinde söylenen “Ancak yerin, göğün ve dağların üstlenmekten kaçındığı, fakat insanın bilerek yüklendiği emanet” iradedir. İrade, değişmeye ve değiştirilmeye müsait bir yapıdadır. İnsanın yapısında müdahalelere en çok maruz kalan da iradedir. İrade bu müdahalelerle ya zayıf düşüp esir olur ya da kudretle birleşip hâkim olur.

İrade vardır bütün dünyaya yön verir; irade vardır basit bir duyguya esir olur. Bundan dolayı diyebiliriz ki, Müslümanı başarıya götüren şey, Rabbinin emrine girmiş olan iradedir. “Güneşi sağ elime, Ay’ı da sol elime koysanız; yine de ben bu davadan vaz geçmem” kararlılığını gösterebilecek bir iradeyi mağlup ve mahkûm edecek bir korku, bir ordu yoktur. Allah’ın emirlerini yerine getirme konusunu savsaklayan, emirleri ağırdan alan, Rabbinin istediği iradeyi ortaya koymuyor demektir. Oruçla birlikte tabir yerindeyse bir irade kampının içine giriyor ve dilimizi, gözümüzü, midemizi, aklımızı ve kalbimizi bize bahşeden Rabbimizin dur dediği yerde durmayı ve irademizi kontrol altına almayı öğreniyoruz.

  1. Oruç, Dünyevileşmeyi Engeller: Bugün Müslümanın önündeki en büyük tehlike ne Siyonizm ne de onun uzantısı olan emperyal güçlerdir. Ümmet olarak mağlubiyetimizin temel nedeni dünyevileşmedir. Çünkü Peygamber (sav); düşmanın iştahını üzerimize çeken ve bizleri yaşayan ölüler haline getiren sebepleri sayarken “Dünya sevgisi ve ölüm korkusuna” dikkat çekmektedir. Dünyevi kazanım ve arzularımıza yönelik kusursuz bir çaba ve gayretin içine giren bizler, Ramazan ayı ve oruç sayesinde ahiretin, cennetin ve hesap gününün tefekkürü içine girebiliriz.

Harun Reşit bir gün uyuyan Behlül-i Dânâ’yı uyandırınca Behlül, küplere biniyor ve ona kızıyor. Harun Reşit kızgınlığının sebebini sorunca;

Behlül: Rüyada hükümdardım ama sen beni uyandırınca hükümdarlığım bitti, diyor. Bunun üzerine;

Harun Reşit: Uyanmayla son bulacak bir hükümdarlık için bu kadar kızmak olur mu, diye söyler.

Behlül de sonuçta hükümdarlık değil mi! Benimkisi gözümü açıp uyanınca bitti, seninki de gözünü kapayınca bitecek, ne farkı var, diye cevap verir.

Evet, hükümdar da olsak bitecek bir hayatı yaşıyoruz. Rabbimiz ise bizi, oruç tutarak ebedi olan cenneti kazanmaya çağırıyor.

“Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Kıyamet gününde oradan sadece oruçlular girer. “Oruçlular nerede?” diye sorulur. Onlar da kalkarlar. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez.”2

  1. Oruç, Günahlardan Arındırır: İnsanı günaha iten Şeytan ve nefistir. Ramazan ayının girmesiyle şeytanlar zincire vurulur ancak nefis serbesttir. Nefsin zincire vurulması ise ancak oruç ile olur. Anlayacağınız, ezeli ve ebedi olan iki düşmanımızın en etkisiz olduğu zaman dilimidir Ramazan ayı. Böylece günahlardan uzaklaşmak ve var olan günahlardan arınmak için de en uygun ortam oluşmaktadır. Bu fırsatı kaçırmanın izahı olamaz. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: Ramazan girip çıktığı halde günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün”3

Peygamber (sav) başka bir hadiste ise şöyle buyuruyor: Niyet ederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek Ramazan Orucunu tutan kişinin geçmiş günahları affolunur”4

Bir Müslüman, Ramazana eriştiği halde arınmadan Ramazanı terk ederse, arınmamak için direniyor demektir. Yeryüzündeki en büyük kötülüklerden bir tanesi de arınmaya direnmektir. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “And olsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu günahlara gömüp kirleten kimse de zarara uğramıştır” (Şems, 9-10)

  1. Oruç, Sağlık Kapısıdır: Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır: “Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız” 1940 yılında Nobel Tıp ödülünü kazanan ünlü bilim adamı, Dr. Alexis Carrel Le Hamme Cet Inconnu adlı eserinde: “Oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını, sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenilenme olduğunu ve orucun sağlık bakımından çok yararlı olduğunu” söylemektedir.

2016 yılında Nobel Tıp Ödülünü alan Japon Biyolog Yoshinori Ohsumi ise şöyle demektedir: “Vücudun kendini yenileyen sistemleri vardır. Açlık dönemlerinde beynimiz çalışır ama vücudumuza gerekli besini vermeyiz. O açlık döneminde vücuttaki bazı yararlı maddeler ve yararlı hücreler, vücutta yapısı bozulmuş hücreleri açlık anında yok eder. Böylece bağışıklık sistemi güçlenir, kalp dâhil vücudun bütün organları böylece kendini yenileme ve güçlendirme imkânı bulur”

Kaynakça

1) Ahmed b. Hanbel, Müsned. 2) Buhârî. 3) Tirmizî, İbni Hanbel. 4) Buhârî.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?