Her şey 2011 yılında Suriye’deki iç savaşın kızışması neticesinde 2011 Nisan sonu, mayıs başı Türkiye sınırına yürüyerek sığınan ilk muhacir kardeşimizin ülkemize göç edişi ile başladı. Ben bu yazımda Suriyeli kardeşlerimize yönelik, mülteci, sığınmacı, düzenli /düzensiz göç eden, iltica eden gibi kavramları kullanmak istemediğimden “Muhacir Kardeşlerimiz” ifadesini kullanacağım. Bir Müslümanın kendisine sığınan kardeşleri için bu kelimeleri kullanmaması gerektiğini düşünüyorum.
Dünyada 80 milyona yakın mültecinin olduğu söyleniyor. En fazla sığınmacıya da ülkemiz kapılarını açmıştır. Ülkemizde, sığınmacı diye tabir edilenlerin büyük çoğunluğunu Suriyeli Muhacir Kardeşlerimiz oluşturuyor. Göç idaresinin 28 Nisan 2022’de açıkladığı verilere göre ülkemizde geçici koruma statüsünde olan kayıtlı Suriyeli sayısı 3.762.686’dır. Güncel diğer veriler www.goc.gov.tr internet adresinde mevcuttur. Yeri gelmişken geçici koruma statüsü nedir ve buna kimler alınabilir? Bunu açıklamakta fayda olduğunu düşünüyorum. Çünkü ülkemizdeki tüm Suriyeliler (vatandaşlık alanlar ve yasal kalma süresi içinde kalanlar dışında) bu kapsamdadır.
Geçici Koruma: 2004 tarihli ve 100 No’lu Birleşmiş Milletler Yürütme Komitesi kararına göre ‘Uluslararası bir sınıra doğru dikkate değer sayıda insan hareketliliğinin olması, bunun devam etmesi ve ev sahibi (karşılayan) devletin yakın dönemde mevcut bireysel sığınma prosedürlerini uygulamayacak hâle gelmesi. Bu unsurları içeren kitlesel akının sürebilir hâle gelmesi durumunda Geçici Koruma sağlanmaktadır.
Ülkemizdeki Geçici Koruma kapsamına alınan Suriyeli Muhacir Kardeşlerimizin çoğunluğu İstanbul (542.602), Gaziantep (462.897) ve Hatay (433.124)’da bulunmaktadır. Adana’da 1, Hatay’da 3, Maraş’ta 1, Kilis’te 1 ve Osmaniye’de 1 olmak üzere yedi tane Geçici Barınma Merkezi oluşturulmuş ve 26 Mayıs 2022 tarihi itibariyle bu merkezlerde kalan Suriyelilerin sayısı 50 bin 351 kişi olarak açıklanmıştır. Bu sayı 21 Nisan 2022 tarihinde 50 bin 702 kişi, 2021’in başında 58 bin 752 kişi, 2020’nin başında 63 bin 247 kişi, 2019’un başında 143 bin 558 kişi, 2018’in başında ise 228 bin 251 kişiydi. Bu da gösteriyor ki, burada kalan insanlar ya Suriye içindeki güvenli bölgelere ya da ülkemiz içerisinde değişik yerlere göç etmişlerdir.
Ülkemize göç eden Suriyeli kardeşlerimiz, ilk geldiklerinde çoğu zaman yürüyerek, acele ve hiçbir şeylerini alamadan, belki gecenin bir vakti, canlarını koruma amacıyla, savaşın birkaç ayda biteceği ve kendi ülkelerine geri dönecekleri düşüncesiyle geldiler. Ancak İŞİD, Haşdi Şabi, PYD vb. örgütlerle Rusya, ABD ve İran gibi ülkelerin iç savaşa dâhil olmasıyla savaş uzadı ve bu kardeşlerimiz burada kalmak mecburiyetinde kaldılar. Kimse durduk yere veya can sıkıntısından ülkesini, evini, toprağını, tüm mal varlığını geride bırakarak başka bir ülkede kimsesiz, hiçbir şeyi olmadan, meçhule duçar olup mülteci durumuna düşmek istemez. Bazen TV’lerde veya sokak röportajlarında: “Suriyeliler gitsin mi? Kalsın mı?” diye soruyorlar. Tuzu kuru olanlar, empati kurmayanlar, “Neden ülkelerinde savaşmıyorlar, onlar kaçıyor, bizim askerlerimiz onların yerine savaşıyor. Gitsinler çünkü artistlik yapıyorlar. Gitsinler, çünkü ben işsiz kalıyorum, ucuza çalışıyorlar.” diyorlar. İnsanlıktan nasibini almamış bu tür insanları görünce insanlığımızdan utanır hâle geliyoruz. Bu insanlar İslam’dan ve insanlıktan nasıl bu kadar uzaklaştı diye düşünüyor ve üzülüyoruz.
2011’de 14 yaşında iken anne, baba ve 9 kardeşiyle gecenin bir yarısı apar topar ve 4 saat yürüyerek Türkiye’ye sığınan Rawda Nur Cuma’nın verdiği mücadele ve beyanları beni çok etkilemişti. Şöyle diyordu Rawda: “Biz gecenin bir yarısında, çok yakınımızda top ve silah seslerinden kaçarak Türkiye’ye sığındık. Babam birkaç aya her şey düzelir, geri döneceğiz ülkemize, hadi çabuk kaçalım dedi ve yanımıza hiçbir şey almadan yerimizi yurdumuzu terk etmek zorunda kaldık. Ben Mülteci olarak doğmadım, kimse mülteci olmayı istemez ve mülteci olmanın ezikliğini her daim yaşıyorum.” Rawda şimdi, mültecilerin haklarını savunan, özellikle yetim çocuklar ve genç yaşta evlendirilen Suriyelilerin en güçlü sözcüsü ve savunucusu durumuna gelmiş ve her fırsatta ülkemizin kendilerine gösterdiği yakınlık, destek ve mihmandarlığı dile getirmekte ve bunun için teşekkür etmektedir.
Suriye’deki iç savaş önce Ortadoğu’yu, daha sonra tüm Avrupa’yı etkiler duruma geldi. Özellikle, Aylan bebeğin sahile vuran cansız bedeni hepimizi derinden sarstı. Aslında sahile vuran cansız beden Aylan bebeğin bedeni değil, tüm insanlığın, tüm Müslümanların cansız bedeniydi. Vicdanlarda derin yaralar açtı bu olay. Maalesef belirli bir süre konuşuldu, sonra unutuldu. Öte yandan, Ege denizinde zalim Yunan askerlerinin batırdığı botlara, kara yoluyla gelenlerin çırılçıplak soyularak soğukta bırakıldığı durumlara, Avrupa’nın sınırına dayanan mültecileri silahla öldürmelerine ya da insanlık dışı işkence ve hakaretlerine ne demeli? Avrupa’nın ne kadar ikiyüzlü olduğunun ve insanlıktan nasibini almadığının göstergesi olmuyor mu bu? Sınırlı sayıda kişiyi, kalifiye elemanı, ya da Hristiyan olanları veya Hristiyan yapabilecekleri insanları almalarına ne demeli? Bazı ülkelerde bu çocuklar ailelerinden koparılmakta ve Hristiyan yapılmakta. Organ mafyalarının tuzağına düşürülen çocuk veya yetişkin birçok kayıp var, sözüm ona medeni, ikiyüzlü Avrupa’da.
Öte yandan 2022 Şubat ayında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşında Avrupa ülkelerinin çifte standardı ve ikiyüzlülüğü açık bir şekilde ortaya çıktı. Nitekim Bakara suresinin 120. ayetinde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”
Ukraynalı mültecilere tüm Avrupa hatta tüm dünya acıdı, sınır ve kota koymadan, şart sunmadan, ayırım yapmadan hepsini aldılar. Öte yandan aynı Avrupa, Müslümanlara gelince üç maymunu oynuyor. Şunu asla unutmayalım, Hristiyanlar ve Yahudiler dinlerine girmedikçe bizden razı olmayacak ve asla bizi sevmeyeceklerdir.
“Bu kavga, Olimpos Dağı’nın çocukları ile Hira Dağı’nın çocukları arasındadır. Ama Olimpos tek yürek, Hira mahzun… Olimpos Dağının çocukları Hira Dağı’nın evlatlarını asla kabullenmeyecekler… Bütün Kur’ânları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın! Olimpos Dağı’nın çocukları Hira Dağı’nın çocuklarını hep bu gözle gördü…” (Cemil Meriç, Ümrandan Uygarlığa)
Özetle; şu an ülkemizde 4 milyona yakın Suriyeli Muhacir kardeşimize ev sahipliği yapıyoruz. Yani biz Ensar onlar da Muhacir. Hem İslam hukuku hem insanî ve vicdanî olarak kardeşlerimizi kovmak, onlara hakaret etmek, onlardan nefret etmek yerine, onları kardeş bilip bağrımıza basmamız gerek. Ayrıca bu kardeşlerimizin çoğu yetim, öksüz, yaşlı, dul, kadın, sakat, hasta…
11 yılda yaklaşık 650 bin çocuk ülkemizde doğdu, bazıları bebek ve çocukken ülkemize geldiler, büyüdüler ve şu anda bizimle okullarda, hastanelerde, AVM’lerde, parklarda, trafikte hülasa aynı şehirde beraber yaşıyorlar. Bu saatten sonra bu yeni sosyoloji ile yüzleşmeli, birlikte yaşama kültürü geliştirmeliyiz. Çünkü kardeşlerimizin yakın zamanda geri dönüşleri mümkün görünmemektedir.
Kardeşlerimiz bizden, Ensar ve Muhacir kardeşliğini beklemiyor. Evimizi, arabamızı, tarlamızı, mal varlığımızı vs. paylaşmamızı istemiyor. Onlar; hor görülmemeyi istiyor. Başlarını koyabilecekleri bir ev, silah ve bomba seslerinin olmadığı, namuslarının çiğnenmediği, insanlık dışı işkencelere maruz kalmayacakları güvenli bir yer istiyorlar. Çok mu şey istiyorlar? Bu işin bir de ahiret boyutunu unutmayalım lütfen. Ahirette hesabımız çetin olacak!
Rabbim tüm Ümmet-i Muhammed’e birlik ve beraberlik nasip etsin. Başta Filistin olmak üzere Suriye, Arakan, Irak, Afganistan vs. tüm kardeşlerimizin yar ve yardımcısı olsun. Âmin.