İslam davası, gücünü mü’minlerin birbirine olan güçlü bağlılıklarından alır. Kur’ân-ı Kerim bunu öyle güçlü bir şekilde vurgular ki Müslümanların kardeş olmadıkça Şeytan’ın tuzaklarına maruz kalacaklarını, diğer taraftan küfür ehlinin kardeş olup yeryüzünde ifsad çıkaracaklarını haber verir.

Resûlullah (s.a.s) hicretten sonra çok büyük bir proje olan İslam kardeşliğini İslam’ın ilk nesli olan muhacirun ve ensar arasında gerçekleştirince bir manada yeryüzünde fitne ve fesadın önüne geçecek olan bir öncü nesli oluşturmuş oldu. Böylesine kardeş olan bir neslin yapacağı ilk şey, İslam’ı yeryüzüne hâkim kılmak için omuz omuza vermek olacaktı. İşte muhacirun ve ensar bütün çağlara güzel bir numune olacak İslam kardeşliğini en güzel şekilde tesis edip pratiğini de en canlı şekilde ortaya koydular. Şu ayette vurgulandığı gibi Allah onların arasını sevgi ile birleştirdi: “Ve kalplerinin arasını sevgi ile birleştirdi. Yoksa yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın, yine onların kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah, onların arasını sevgi ile birleştirdi ” (el-Enfal, 63).”

Kardeşliğin olmadığı yerde tehlike vardır ve bu da tıpkı bir ateş çukuruna benzer. Hangi asırda olursa olsun, şayet müminler bu kardeşliği kendi aralarında tesis edemezlerse hem düşmana yem olurlar hem de Allah’ın yardımına mazhar almaktan mahrum olurlar. Zira dünya ve ahiret başarısı için kardeşlik kaçınılmaz bir gereklilik olarak önlerinde durmaktadır.
Yeryüzünde savaşlar oldukça Müslümanlar kardeşliğe gerek duyacaklardır. Buna diğer milletlerden daha fazla muhtaç olacaklardır. Allah (c.c) göndereceği yardımı kardeş olma şartına bağlamaktadır. Nitekim Müslümanlar bunu Medine’de başardıklarında zaferler peş peşe gelmeye başladı. Allah bu ulvi davranışlarından dolayı onları övdü: “Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar, felah bulanlardır.” (el-Haşr, 9)
Dünya döndükçe savaşlar var olmaya devam edecektir. Mü’minler, savaşların verdiği elemi, yokluk ve zorluğu ancak kardeşlik gibi yüce bir ahlakla defedebilirler. Allah’ın yardım ve desteği, gönülleri bir olan mü’min tayfalara geliverecektir. Bu olmadığı takdirde Müslümanlar düşmanlarına yem olacak, türlü hilelerle başkalarının boyunduruğu altına alınacaklardır. Mü’milerin hâkim olmadığı bir dünyada dünya savaşları tüm insanlığı kasıp kavuracaktır.

Bugün Müslümanlar bu kardeşliği tesis edebilirlerse orta çağlarda elde ettikleri izzet ve şerefin aynısını tekrar yaşayabilirler. Saadet asrında Resûlullah (s.a.s) bu büyük projeyle bunu Müslümanlara yaşattı. Zira gönüller bir olmuş, bir mü’min diğer bir mü’min kardeşini kendi nefsine tercih etmiş, kendi için istediğini kardeşi için de isteme şuuruna ermiş ve neticede Rabbani mükâfata erişmişti.

Bugün Müslümanlar böyle bir sınavla tekrar karşı karşıya bulunmaktalar. Çünkü III. Dünya savaşı bütün hızıyla devam etmekte, Müslümanlar milyonlar hâlinde mülteci durumuna düşürülmektedirler. Önümüzde duran tablo şudur: Düşmanları tarafından istihza edilen bir ümmet ile karşı karşıya bulunmaktayız. Düşman tarafı mezhep, sınır ve ırk üzerinden Müslümanları birbirine kırdırma yolunda çok büyük çaba sarf etmekte, bu minvalde her türlü desiseyi yapmaktadır.

Bu saydığımız oyunların üstesinden gelmenin yegâne çaresi olarak Resûlullah’ın (s.a.s) çerçevesini çizdiği ve dünyada eşi ve benzeri görülmemiş bir proje olan kardeşleştirmeden başka bir yol da bulunmamaktadır. Müslümanlar çok zengin petrol ve gaz rezervlerine sahip olabilirler. Ellerinde devasa maddi imkânlar bulunabilir. Şayet birbirlerini kardeş bilmez, aradaki duvarları kaldırmak için çaba sarf etmez, kardeşlik hukukunun gereklerini yerine getirmezlerse küfür ehlinin oyuncağı olmaktan ve mülteci durumuna düşürülmekten kurtulamazlar. İslam, en büyük gücümüzün kardeş olmaktan geçtiğini bize öğretmiştir. Bu konudaki naslar çok güçlüdür. Bunları pratiğe döktüğümüz zaman bütün insanlığa huzur ve selamet getireceğimiz muhakkaktır. Bu yüzden bütün insanlık âleminin selametini Müslümanların kendi aralarında ortaya koyacakları kardeşlikte görmekteyiz.

Araplar, Türkler ve Kürtler olarak el ele verip bütün insanlığa rehberlik etmenin zamanı gelmiş ve geçmiştir. 20. Yüzyılın sonlarında Hristiyan Avrupa, Berlin’deki utanç duvarını kaldırmayı başarabilmişken Müslümanların arasına duvar örenler, bu cesareti Müslümanların sessizliğinden ve ısrarlı bir çalışmanın içerisinde olmamalarından almaktadır. Şayet Müslümanlar gür bir sesle, “Türkiye ile Suriye (ki ben Bilad-ı Şam demeyi tercih ediyorum) arasına duvar öremezsiniz. Sınıra inşa ettiğiniz bu duvarın arkasında bulunan halkla bu taraftaki halklar kardeştirler” demedikçe sair komşularımızla da aramıza betondan duvarlar örülecek, ümmet paramparça edilmekle karşı karşıya kalacaktır.

Bunlar şer cephesinin, ümmeti parçalama ve birbirine kırdırma yolundaki çalışmaları olup coğrafyamızı ateşe vermekten başka bir şey değildir. Bu duvarı ortadan kaldıracak olan tek güç sınır üstü ve sınır altı halkların birbirlerini kardeş bilmeleri ve yakınlaşmanın yollarını aramalarıdır. Biraz önce ifade ettiğimiz gibi teorik olarak çok güçlü ve benzersiz naslara sahibiz. Fakat işin pratiğini ortaya koymada zaaf içindeyiz.

O hâlde bütün muvahhid yazarlarımız, akademisyen ve vaizlerimiz, hatip ve öğretmenlerimiz Türklerin, Kürtlerin ve Arapların kardeşliğini her platformda, her sınıfta, her hutbede dile getirmeli, ümmetin yekvücut olması yolunda en gür seda ile kardeşlik çağırısını dillendirmelidirler. Mü’minler bu hususta asla korkmayacak, çekingen davranmayacak ve ümmetin izzet dolu günlerine tekrar dönmesinin kardeşlikten geçtiğini zihinlere kazıyacaktır. Zira böylesine bir amel onun namazı kadar ehemmiyet arz etmekte, ümmetin tüm varlığının hedef alındığı bir dünyada en yüce ödev olarak önünde durmaktadır.

O hâlde ülkemizde çıkarılmaya çalışılan Suriyeli-Türkiyeli ayrım ve çatışmasının ciddi bir tuzak ve emperyalist bir oyun olduğunu fert fert bütün mü’minler fark etmeli, bunun büyük bir tuzak olduğu her ortamda dillendirilmeli, bu yolda İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürecek olanların sözlerine karşılık verilmeli ve kardeşlik mefhumu azami derecede vurgulanmalıdır. Bunun yanında Suriyeli vatandaşlarımızın eğitimine çok önem verilmeli, eğitilmiş insanların akl-ı selimle hareket edecekleri unutulmamalıdır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?