Bismillah… Hamd ü senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (c.c.) mahsustur. O’na hamd eder, O’nu tesbih ederiz. Allah’ın salât ve selamı şükreden kul ve vazifesini hakkı ile yerine getiren elçi Hz. Muhammed’in (s.a.v.), ailesinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…

Anı yaşamak, içinde yaşanılan zamanı idrak etmek, yaşadığımız zaman diliminin bize yüklediği sorumlulukların farkında olup onları ıskalamamak veya farîzatü’l-vakt bilincine sahip olmak, hayatımızı bereketlendirir, Yüce Allah’ın razı olacağı bir hayat yaşamamızı sağlar, çevremize karşı sorumluluklar hususunda geçer not almamıza yardımcı olur ve hayatımızın hüsn-i hâtime ile tamamlanmasına vesile olur.

İslamî sorumluluk ve ibadetleri tasnif ettiğimizde birisinin diğerinden üstün olduğunu söyleyebiliriz. Anneye iyiliğin babaya iyilikten daha faziletli olduğu, cihad ve namazın diğer ibadetlerden üstün olduğu gibi. Fakat bu mutlak üstünlük bazen zamanın sağladığı önceliğe takılabilir. Yani, zaman ve şartlar bir ibadet veya sorumluluğu önceleyebilir. Kur’an okumak, ne dediğini çözmeye çalışmak ve manaları üzerinde tefekkür etmek büyük ibadetlerdir. Fakat bir Müslümanın cenaze işlemleri ortada iken bunlar bırakılır ve cenaze işlemlerine öncelik verilir. Özetle, zaman ve şartların öncelik sağladığı sorumluluk ve vecibelere farîzatü’l-vakt denir. Yapabileceğimiz çok sayıda sorumluluk varken hangisine öncelik vereceğiz? Hiç şüphesiz, zaman ve şartların önceliğini göz ardı etmeyeceğiz. Örneğin, bir Müslümanın giderebileceğimiz sıkıntısından haberdar olduğumuzda veya bizden destek istendiğinde bununla ilgilenmeyip zikir vb. ibadetler ve amellerle uğraşmak doğru olur mu?
İnsan nefsi, doğası gereği bir işi zamanında yapmayı pek sevmez, hatta öteleyebildiği kadar ötelemek ister. Özellikle bir mazereti varsa sağdan ve soldan deliller toplayarak bu isteğinde diretir. Örneğin, lise veya üniversite sınavlarına hazırlık yapan bir öğrenci gerek ibadet gerekse sosyal sorumluluklar hususunda ihmalkâr davranmak ister. Ne de olsa mazereti vardır! Sınava hazırlık yılında Kur’an-ı Kerim’i ve İslamî kitapları okumayı ihmal eder, namazlarını çok özensiz eda eder, başta ebeveynler olmak üzere sosyal çevresine karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu sorumluluklarından kaçınır, İslamî davet çalışmalarından geride durur… Tüm bunlar için geçerli bir özrü vardır! Sınavdan sonra tüm bunları telafi edecek ve kendini temize çıkaracaktır. Peki, öyle mi? Onun sınav sonrasına yetişeceğine kim garanti veriyor? Sorumluluklarını ötelediği zaman dilimine selametle varacağını nereden biliyor? Bu durum inşaatta çalışan bir işçi veya mevsimlik bir tarım çalışanı ve diğerleri için de geçerlidir.

Evet, bunların hiçbirisinin garantisi yok. Kaldı ki bunların garantisi olsa bile şu anki azim ve iradenin devam edeceğinin teminatını veren yok. İşlerin zamanında yapılması, bize sevap kazandırması ve bizi sorumlu olmaktan kurtarması açısından ne kadar kıymetli ise sonraki hayatımıza yön vermesi ve istikamet üzere bir hayat yaşamamıza vesile olması açısından da o kadar önemlidir. Erteleyen kişi, ertelenen zaman geldiğinde kendisinde sağlam bir azimet ve güçlü bir irade bulamayabilir ve bu durum yaptığının cezası olabilir. “İman edenlerin, Allah’ı anmak ve vahyedilen hakikati düşünmekten dolayı kalplerinin heyecanla ürperme zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilmiş ve üzerlerinden uzun zaman geçip kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu yoldan çıkmışlardır. Bilin ki Allah, ölmüş toprağa yeniden hayat verir. Şüphesiz biz, düşünesiniz diye delilleri size açıklamışızdır.” 1

Yukarıdaki ayetlerde Yüce Allah vahyin muhataplarından, emirlerine karşı duyarlı ve canlı olmalarını, istenilenleri ötelememelerini, merhamet tonu ağır basan bir ifadeyle emretmektedir. Aksi takdirde, akıbetlerinin yoldan çıkmış Ehl-i kitap gibi olacağını, kalplerinin katılaşacağını ve yoldan çıkmışlardan olacaklarını ifade ediyor. Kalpler katılaştığında, zaman ve mekân ne kadar uygun olursa olsun iş ve sorumlulukları yapma mecali olmaz. O zaman hiçbir sorumluluk ötelenmemelidir. Hiç olmazsa asgari düzeyde yerine getirilmelidir. Ne İslami çalışmalar gençlikten esirgenip orta yaşa ve yaşlılığa bırakılmalı ne de infak, zenginlik haline ertelenmelidir.

Müslümana yakışan, her an ölebilecekmiş gibi (ki öyledir) davranması ve içinde yaşadığı zamanı iyi değerlendirmesidir. Her anımızın son anımız olabileceği idrakiyle yaşamalıyız. “Namaza durduğunuz zaman veda edenin namazı gibi namaz kılınız.” 2 diyen Allah Resûlü’ne salat ve selam olsun. Evet, her an defterimiz dürülebilir, dünya sürecimiz tamamlanabilir. O zaman içinde yaşadığımız anı Allah’ın (cc) razı olacağı bir zaman dilimine dönüştürmeliyiz.

Yaşadığımız anı değerlendirmenin diğer kritik bir yönü şudur: Her Müslümanın, peşinde koşması ve sürekli olarak rabbinden talep etmesi gereken durumlardan birisi hüsn-i hâtime yani iman üzere dünya hayatını tamama erdirmedir. Hüsn-i hâtime sadece temenni ile olmaz. Bunu isteyen yaşadığı anı iyi değerlendirmeli ve farîzatü’l-vakt bilinciyle yaşamalıdır. Her anını, istikametten şaşmadan ve takva yolundan çıkmadan yaşamalıdır. Aşağıdaki ayette hüsn-i hâtime (“..ve ancak Müslümanlar olarak can verin!”) peşinde koşmamız emredilirken öncesinde takvaya bürünmemiz istenmektedir. “Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” 3

Takva üzere bir hayat yaşamak bizim için hüsn-i hâtime sağlayabilir ve hayatımızı bereketlendirir, kolaylaştırır. “Kim Allah hususunda müttaki olarak davranırsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir. Ve ona hiç beklemediği yerden rızık verir.” 4
Selam ve dua dileği ile…

Kaynakça
1) Hadid, 16-17. 2)İbn Mâce, Zühd, 15.
3) Âl-i İmrân,102. 4)Talak, 2-3.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?