İslam İçin Çalışanların Ortak Bir Düşüncede Buluşması Zorunluluğunun Gereği Olarak İmam Hasan El-Benna’nın Belirlediği 20 Esas ve İhvan’ın İslam Anlayışı

Bismillah…
Hamd ve senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (cc) aittir. Allah’ın salât ve selamı kulu ve elçisi Muhammed’in (s.a.s), alinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…
İslam dini ilmi, bilgiyi ve bunları edinme yol ve yöntemlerini benimsemiş ve önemsemiştir. Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ilmi ve öğrenmeyi özendiren nice nasları barındırır. İlmin ve öğrenmenin her asırdaki tartışmasız en önemli aracı olan okumanın, Kur’an-ı Kerim’in inen ilk emri olması İslam dininin bu konuyu ne kadar önemsediğini gösterir. Keza, İslam dininin zirve amellerinden birisi olan cihat konusunun geniş bir şekilde ve ciddi uyarılarla işlendiği Tevbe suresinde, surenin sonlarına doğru ilme ve dini öğrenmeye zaman ayırmanın öneminin yitirilmemesi için yapılan dikkat çekici uyarı ilmin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.
(Ne var ki) müminlerin hepsi toptan (cihat için) seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve (cihattan) döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar. (Tevbe, 111) Ayetten anlaşılıyor ki, cihat zamanında bile Müslümanların kendilerini aydınlatacak ve gerekli durumlarda uyaracak derin bilgi sahibi kimseler yetiştirmek için üzerlerine düşeni yapmaları ihmal edilmemesi gereken bir görevdir.
Ömer b. Abdülaziz (ra) ilimsiz amel hususunda şöyle buyurmuştur: “İlimsiz çalışanın bozacakları ıslah edeceklerinden fazla olur.” Hz. Süleyman’ı Hz. Davud’a üstün kılan onun derin fehmi/anlayışı idi. ‘Biz hüküm vermeyi Süleyman’a kavratmıştık. Zaten her birine hükümranlık ve ilim vermiştik…’ (Enbiya, 79)
İbni Abbas, küçük yaşına rağmen derin fehmi/kavrayışı sayesinde Ömer b. Hattab’ın meclis heyetinden olmuştu.
İbni Kayyım ‘İlam’ul Muvakkiin’ adlı değerli eserinde şöyle der: “Doğru anlayış ve iyi niyet Yüce Allah’ın kullarına verdiği en büyük nimetlerdendir. İslam nimetinden sonra her ikisinden daha büyük nimet bilmiyorum.”
İmam Hasan el-Benna İhvan davasını on temel (Fehm, ihlâs, amel, cihad, fedakârlık, itaat, sebat, tecerrüt, kardeşlik ve güven) üzere kurdu ve bunların ilkini fehm (İslam’ın doğru anlaşılması) kıldı. O bununla yetinmeyerek fehmi yirmi maddede açıkladı. İmama el-Benna, “Davamız İslam’dır”, “Çizgimiz Kur’an ve Sünnet çizgisidir” veya “Yolumuz ehlisünnet vel’cemaattir” gibi her tarafa çekilebilecek ifadeler kullanmak yerine İslami anlayışını net bir şekilde açıkladı. O, İslam için çalışanların her şeyden önce dinin esaslarını bilmelerinin zorunluluğunun ve ortak bir düşünceye sahip olmalarının gerekliliğin farkında idi. Çünkü doğru anlayış doğru çalışmaya, doğru uygulamaya ve hatalardan korunmaya yardımcı olur.
Burada vurgulanması gereken önemli bir durum vardır: İslam dini rabbani bir dindir, hiçbir âlim veya liderin onda değişiklik, azaltma veya artırma yapma yetkisi yoktur. Âlim veya liderler İslam’dan ne anladıklarını veya İslami çizgilerinin ne olduğunu insanlara ilan edebilirler. Dolayısıyla el-Benna bu çalışmasıyla İslam’ın esaslarını değil; İslam’a dayalı hareketinin esaslarını belirlemiştir.
İmam el-Benna fehmi yirmi maddede açıklayarak kendisinden sonra gelenler için apaçık bir çizgi bırakmıştır. Böylece kendisinden sonra gelip farklı mecralarda olmalarına rağmen kendilerini İhvan çizgisinde göstermeye çalışanların çabalarını engellemiştir. Bir liderin veya öncünün yapması gereken en önemli işlerden birisi davetini, düşünce ve çizgisini net bir şekilde ortaya koymasıdır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de hakkı apaçık bir şekilde beyan etmiştir. Böylece dileyen iman eder, dileyen de iman etmez. Resulullah (s.a.s) de ilahi bir yönlendirme ile Sünnet-i Seniyye’de hakkı apaçık bir şekilde beyan etmiştir. Bu çerçevede İmam el-Benna’nın davasını genel ifadelerle yetinmeyerek, detaylı bir şekilde madde madde açıklaması takdire şayan bir başarıdır.
Cemil Meriç‘Bu Ülke’ adlı eserinde ‘Tefekkür vuzuhla başlar, kurtuluş şuurla’ başlığı altında şöyle der: “Kelimeleri tarif etmeden girişilecek her tartışma kısır kalmaya mahkûmdur.” Son dönemin önemli düşünce ve kültür adamı Cemil Meriç ne güzel ifade etmiştir! Sözler, ideolojiler, kavramlar, düşünceler ve mesajlar net, apaçık, anlaşılır olmadan kısır döngülerden ve bocalamalardan kurtaramayız kendimizi.
Temel Konularda Düşünce Birliğinin Gerekliliği ve Zorunluluğu
İslam için çalışanların temel konularda ortak bir düşünceye sahip olmaları gerekli bir husus olduğu kadar kritik bir önem de arz eder. Şöyle ki, davetçilerin temel konularda ortak bir düşünce ve anlayışa sahip olmaları onları aynı amaç ve hedefler çerçevesinde hareket etmeye, birbirlerini desteklemeye ve güçlerini birleştirmeye sevk eder. Bunun aksine, temel konularda farklı düşünce ve yaklaşımlara sahip olmak davetçilerin birbirleriyle uğraşmalarına, enerjilerini amaç ve hedefe odaklamak yerine birbirlerini engellemede harcamalarına sebep olur.
Bu durumu bir örnekle açıklayalım.
Yirmi kişilik bir davetçi topluluğunun Kur’an-ı Kerim dersi vermek üzere A şehrinden B şehrine doğru yola çıktığını düşünelim.
Bu yirmi kişilik topluluğun verilecek Kur’an-ı Kerim dersi ve içeriği hususunda hemfikir olduklarını, fakat bazı temel konularda (Örneğin; ümmet – milliyetçilik, tekfir, öncelikler, Sünnet bilinci, itikadı ve fıkhı mezhepler yaklaşımı, …) birbirinden farklı düşüncelere sahip olduklarını düşünelim.
Bu topluluk yolculuk ve görev esnasında sadece Kur’an-ı Kerim dersine mi odaklanacaktır? Bu topluluk temel konulardaki farklılıklarını bir kenara bırakıp tüm enerjisini ve birikimini Kur’an-ı Kerim dersine mi verecektir? Yoksa yolculuğun başından itibaren birbirleri ile mi uğraşacaktır?
Gerçekçi bir yaklaşımla olayı incelersek; bu topluluğun enerji ve birikimini Kur’an-ı Kerim dersine vermek yerine ihtilaflı konulara vereceğini, hatta Kur’an-ı Kerim dersi için gelen talebeleri rakiplerinden soğutmaya çalışacaklarını,
‘Şu akidesi bozuk adamdan ders almayın!’,
‘Şu tekfirci adamdan ders almayın!’,
‘Şu ırkçı adamdan ders almayın!’
‘Şu bid’atçi adamdan ders almayın!’
gibi nahoş cümlelerin havada uçuşacağını söyleyebiliriz.
Dikkat edilirse yapılacak işte ittifak söz konusu olmasına rağmen diğer alanlardaki ihtilaf, ittifak edilen işin görülmesine engel teşkil ediyor. Bu basit örnek bile İslam için çalışanların temel konularda fikir birliğine sahip olmalarının bir zorunluluk olduğunu bize anlatıyor.
Detaylarda Düşünce Birliği Sağlanabilir mi?
Hiç kuşkusuz, detay/içtihada dayalı konularda düşünce birliğini sağlamak imkânsızdır. Bunu sağlamaya yönelik yapılacak çaba ve çalışmalar abesle iştigal kapsamında değerlendirilmelidir. Bu kapsamda yapılan çalışmalar tarih boyunca verimsiz kalmıştır.
Dinin anlaşılması ve algılanması, kabiliyet, ilgi, ihtiyaç ve beklenti gibi insan yapısından kaynaklanan sebepler; vahyin kullandığı üslup ve anlaşılması kolay olmayan “müteşâbih” ayetler gibi dini metinlerden kaynaklanan sebepler;değer yargıları, eğitim durumu, bilgi düzeyi, olaylara bakış açısı gibi kültürden kaynaklanan sebepler; kıyafet, yemek-içmek, gelenek ve görenek gibi coğrafyadan kaynaklanan sebepler; keza siyasi ve sosyal yapıdan kaynaklanan sebepler insanların farklı düşüncelere, bakış açılarına ve yaklaşımlara sahip olmalarına yol açmaktadır.
İslam dininin içtihadı, yasama (teşri’) kaynağı olarak kabul etmesi detay konularda fikir birliğinin her zaman sağlanamayacağını göstermektedir. Bizzat, Resulullah (s.a.s) zamanında ehil sahabeler içtihatta bulunmuş ve bu durum (hoş karşılanmış) takrir edilmiştir. Benî Kurayza hadisesinde yaşanan namaz olayı ve onunla ilgili yapılan sahabe içtihadı sünnet kaynaklarında geniş bir yer bulmuştur. Biz sadece İmam Buhari’nin rivayeti ile yetinelim.
“Resûlullah (s.a.s) Hendek savaşından evine döndüğü zaman Cebrail (as) gelmiş, kendisinin meleklerle birlikte Benî Kurayza’ya gideceğini, Resûl-i Ekrem’in de oraya gitmesi gerektiğini, bu hususta Allah Teâlâ’dan emir aldığını bildirmişti. İşte bu olayın cereyan ettiği sırada Resûl-i Ekrem henüz çıkardığı zırhını tekrar giymiş ve ashabına hitap ederek; “İkindi namazını Benî Kurayza dışında kılmayın” emrini vermişti. Resûl-i Ekrem’in bu emrini değerlendiren sahabelerden bir kısmı yolda namazlarını kılmışlar, diğer kısmı da emrin zahirine bakarak ikindi namazını tehir ederek ancak yatsı sonrası kılabilmişlerdi. Her iki grup bu davranışlarından dolayı kınanmamışlardı’’ (Buhârî, meğazi)
Ben bu seri yazı ile İmam el-Benna’nın yirmi maddede belirttiği fehm (İslam’ın doğru anlaşılması) konusunu işleyeceğim. Temel kaynak olarak Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’den yararlanmakla beraber yer yer diğer İslami referanslara da başvuracağım. Zengin İhvan kaynaklarından yararlanacağımı ifade ederken özellikle bir kaynaktan söz etmek istiyorum. O da İhvan’ın önemli referans yazar ve âlimlerinden olan merhum Cuma Emin Abdulaziz’in ‘Fehm’ul İslam Fi Zilal’il Usul’il İşrin Lil İmam Eş-şehid Hasan’ul Benna; Şehid İmam Hasan el-Benna’nın Yirmi Esası Çerçevesinde İsalam’ın Alnlaşılması’ adlı eseridir. Bu eser 600 sayfalık hacimli ve kapsayıcı bir çalışma niteliğindedir. İhvan fikrinin öğrenilmesinde bu eser ciddi bir boşluğu doldurmuştur ve halen de aranan bir eser niteliğini taşımaktadır.
İmam el-Benna, Risaleler kitabının Eğitim Risalesi bölümünde İhvan’ın tabir yerinde ise mefkûresini açıklamış, fehmi ve yirmi maddesini en başta işlemiştir ve konuya şöyle bir girişle başlamıştır:
“Fehm / Anlayış
Ey samimi kardeşim:
Bu esas ile fikrimizin halis bir İslâmî düşünce olduğuna yürekten inanman ve İslâm’ı çok kısa ve veciz olan şu yirmi (20) esas çerçevesinde bizim anladığımız şekliyle anlamanı istiyorum.”
Burada üzerinde durulması gereken bir vurgu vardır. O da şudur: “Bu esas ile fikrimizin halis bir İslâmî düşünce olduğuna yürekten inanman…” İmam el-Benna ‘Davetimiz’ adlı eserinin ‘İslami Anlayışımız’ başlığı altında, İhvan düşüncesini tanımlayabilecek en kapsayıcı niteliğin ‘İslami’ nitelik olduğunu söyledikten sonra şöyle devam ediyor: “Okuyucu İhvan davetini daha geniş bir şekilde öğrenmek istiyorsa kendisini heva ve heveslerden arındırsın ve Kur’an’a sarılsın. Böylece Kur’an’ı anladığında İhvan davasının bu olduğuna kanaat getirir.” Aslında bu güçlü bir iddiadır. Keşke her âlim veya öncü düşüncesinin Kur’an’dan başka bir şey olmadığını, insanların Kur’an’a yönelmelerinin gereğini ve eğer farklılık görürlerse sadece Kur’an’a sarılmanın gerekliliğini vurgulayabilse!
Selam ve dua dileği ile…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?