Bismillah…
Hamd ve senâ âlemlerin Rabbi olan Allah’a (cc) aittir. Allah’ın salât ve selamı kulu ve elçisi Mu-hammed’in (s.a.s), âlinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…
Dergimizin mart sayısı için zihnî bir hazırlık yapmıştım. İş, bunu yazı düzeyinde tasarlamaya ve dizmeye varmıştı ki şubat ayının ilk haftasında okuduğum iki risale ve onların bende oluşturdukları çağrışım, planımı alt üst etti. Artık bu iki risale ısrarla bizi gündeme al demeye başladı. Hazırladığım önceki zihnî taslağa baktım. Onu sönük, medeni cesareti kırılmış, ‘sıramı başkasına verebilirsin’ ruh haleti içerisinde gördüm. İzin istemek için ona yöneldiğimde, onu eşyalarını toplamış, köşeye çekilmiş halde buldum. Bunun üzerine onu daha sonra değerlendirmek üzere tavan arasına bıraktım.
Bazı insanlar bilirim ki iyi konuşamazlar, kendilerini iyi bir şekilde ifade edemezler; fakat masa başına geçtiklerinde veya iş, düşünceyi yazıya dönüştürme aşamasına vardığında nerede ise mükemmeldirler. Bu insanlara hep gıpta ile bakmışımdır. Düşünce ve duygularını yazıya aktarmada kendimden daha kötüsünü bilmiyorum. Bazen zihnimde mükemmel (bana göre) bir yazı planı oluşuyor, fakat iş onu yazıya aktarmaya geldiğinde saha gözümde kararıyor, düşünce ve duygular kaçışıyorlar ve onları derleyip toplamak/toparlamak nerede ise imkânsız oluyor. Fakat elden ne gelir ki… Yazarlık veya yazmak bazen işinizin bir parçası haline dönüşebiliyor ve o zaman bu ağır imtihana katlanmaktan başka seçeneğiniz olmuyor. Tıpkı dişi olmayandan leblebi yemesinin istenmesi gibi…
Bu iki risaleden biri İhvan Hareketi’nin kurucusu şehid İmam Hasan el-Benna’nın babası Muhaddis Ahmet Abdurrahman el-Benna es-Saati’ye, diğeri ise İhvan Hareketi’nin şimdiki başkanı Muhammed Bedii’ye aittir. Her iki risale bende derin bir etki bıraktı ve İnşirah suresini daha anlaşılır kıldı. Çünkü Mekke’nin o zor şartlarında ve İslami davetin tabir yerinde ise zahiren çıkmaz sokakta olduğu bir dönemde yüce Allah habibine (s.a.s) verdiği bazı nimetleri bu sûrede sıralarken en başta şerh-i sadr nimetini buyuruyor. Demek ki terazinin bir kefesinde iç huzur, itminan veya sekine diye tabir edilen şerh-i sadr nimeti; diğer kefede ise dünyevi tüm sıkıntılar olsa, birinci kefe ağır basar ve ruh haletimizi yansıtır.
(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Senin şânını yükseltmedik mi? Şüphesiz (sınırlı) güçlükle beraber (nice kolaylıklar) vardır. Gerçekten, (sınırlı) güçlükle beraber (nice kolaylıklar) vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. (Sadece) Rabbine yönel. (İnşirah, 1-8)
Bu kanaati Kur’an-ı Kerim ve Sünneti Nebevi’den çok sayıda örnekle açıklamaya çalışmayacağım. Bunu, sadece Felak ve Nas surelerindeki istiaze/sığınma üslubu ile açıklayacağım. Bu üslup çok zarif bir üsluptur. Felak suresinde yüce Allah’tan tabir yerinde ise bir dilekçe ile dört istekte bulunmak bize öğretilirken; Nas suresinde ise üç dilekçe ile bir istekte bulunmak bize öğretilmiştir. Dikkat edilirse Felak suresindeki her dört zararlı faktör haricen yani dışımızda cereyan ederken; Nas suresindeki tek faktör ise dâhili olarak yani içimizde cereyan eder.
Keşke huzur ve başarıyı elde etmede ve tersinden de korunmada kolaya kaçmayıp ağırlıklı olarak iç faktörlere odaklansaydık ve her iki halimizi de bununla açıklasaydık! Bugün gerek birey ve gerek toplum/ümmet olarak içinde bulunduğumuz durumun baş sebebi dahili faktörlerdir. Bunları görmeyip, sadece dış faktörlere (İslam düşmanlarının hile ve planları, güçlü olmaları…) odaklanmak kolaya kaçmaktan başka bir şey değildir.
De ki: “Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım. (Felak, 1-5)
De ki: “Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlah’ına sığınırım.” (Nas, 1-6)
Bir lider düşünün ki; otuz yedi yaşındaki en büyük oğlu şehid edilmiş, başkanı olduğu hareket yasaklanmış, hareketin tüm mal varlıklarına el konulmuş, hareketin on binlerce üyesi tutuklanmış ve yüz binlercesi de sürgün edilmiştir. İlginçtir ki 1943 doğumlu Üstat Muhammed Bedii’nin oğlu Ammar’dan bir gün sonra İhvan’ın kurucusu şehit İmam Hasan el-Benna’nın torunu Halid Firnas el-Benna da dedesinin şehit düştüğü yerde şehadete erdi ve dedesi gibi sessizce toprağa verildi.
Aslında Mısır’daki Batı destekli askeri darbenin oluşturduğu yıkımı tasvir etmekten aciziz. Sisi cuntası haddini o kadar aşmıştır ki zulümde Firavun’u aştığını söyleyebiliriz. Yaptığı işkence ve katliamlarla Ashab-ı Uhdud’u geçmiştir. O, tarihe Hares-i Cumhuri katliamıyla mı yoksa Nahda Meydanı katliamıyla mı geçecektir? Ya Rabia Meydanı katliamı? O Rabia Meydanı katliamı ki eğer Kur’an’dan önce gerçekleşseydi Kur’an’da zikredilmeyi hak ederdi.
İşte böyle bir atmosferde yaşayan bir liderin ruh hali nasıl olur? İman dışında kişiyi bu kadar dirençli, ümitvar ve huzurlu kılan ne olabilir? Kulluğu ve Yüce Allah’a teslimiyeti tadan bir zat şöyle demiştir: “Krallar ve prensler, içinde bulunduğumuz mutluluğu bilselerdi, onu kapmak için bizimle kılıçlarla savaşırlardı.” Müstekbirler, zalimler ve bilumum tağutlar fiziki şartlar bağlamında ne kadar üstün olurlarsa olsunlar, iç âlemlerinde yeniktirler ve huzursuzdurlar.
Yüce Mevlamız! Bize ihsanınla iman kaynaklı huzur nasip et. Âmin…
Selam ve Dua dileği ile…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?