Fehm (Anlayış)
Bu ayki yazıda İmam Hasan El-Bennâ’nın belirlediği yirmi esastan sekizinci maddesi işlenecektir “İbadet ve hukuk gibi fer’î (esasa ait olmayan) konulardaki ihtilaflar tefrika, kin ve düşmanlığa sebep olmuyor (ve olmamalıdır). Zaten, her müçtehide içtihadından dolayı mükâfat vardır. Taassup ve inatlaşmaya varmaksızın, Allah sevgisinin gölgesinde ve hakikate ulaşmak yolunda yardımlaşmak amacıyla bu ihtilaflı konuları saygın ilmi ölçüler dairesinde incelemeye engel yoktur.”
Bu maddede fer’i konularda her zaman ittifakın sağlanamayabileceği, bu konulardaki ihtilafın din ve insan fıtratı ile uyumlu olduğu ve Müslümanların sahip olmaları gereken ihtilaf kültürü işlenmektedir.
İslâm dinini incelediğimizde onun birlik ve beraberliğe, kardeşlik ve dayanışmaya, empati ve hoşgörüye önem verdiğini görüyoruz. Bu hususta ayet ve hadislerden oluşan nasslar sayılamayacak kadar çoktur. Ben sadece bir alıntı ile yetineceğim: “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın size olan nimetini anın. Hani siz birbirinize düşmandınız Allah gönüllerinizi birbirine yaklaştırdı da O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz Allah sizi oradan kurtardı. Doğru yola erişmeniz için Allah size ayetlerini böyle açıklıyor. İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir. Kendilerine açık belgeler geldikten sonra dağılan ve ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Ali İmran, 103-105)
Son ayetteki ‘beyyinat’ vurgusu önemlidir. Çünkü Yüce Allah’ın bizi sakındırdığı ihtilaf, tefrikaya sebep olan ve kesin ilimden sonra heva ve nefsani arzular neticesinde oluşan ihtilaftır. Başka bir ayette de önceki ümmetlerin içine düştüğü ihtilaf eleştirilirken bunun ilimden sonra meydana geldiğine vurgu yapılmış ve şöyle denilmiştir: “Onlar, kendilerine bilgi (ilim) geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler.” (Şura, 14) Her iki ayetten anlaşılıyor ki, yerilen ihtilaf; ictihat ve fikir yürütme alanları dışında açık kanıtların varlığına rağmen yapılan ihtilaftır. Böyle bir ihtilaf, düşünme ve muhakeme ürünü olmaktan ziyade manevi hastalıkların sonucu olup ümmeti tefrikaya düşürür ve Müslümanlar arasındaki kalbî sevgiyi yok eder. Bu ihtilaf, ayet ve hadislerde sakındırılan, Müslümanları birbirinden kalpten uzaklaştıran ihtilaftır. Fıkhı ihtilaflar bu kapsamda değildir.
Sahabe, Allah Resulü (s.a.s) hayatta iken ihtilaf etmiş, ihtilaf ve içtihatları ona ulaştığında kabul görmüştür. Sahabe, vahyin inişine tanıklık etmiş, her şeyiyle örnek bir peygamberin kontrolünde bu dini öğrenmesine ve yaşamasına rağmen ihtilaf etmiş ve bu durum bizzat Allah Resulü (s.a.s) tarafından onaylanmışsa, kendilerinden sonra gelen Müslümanların fer’î konulardaki ihtilafı niye yadırgansın? Bu ihtilaflar nedeniyle Müslümanlar neden birbirini hoş görmesin? Hiç şüphesiz, sonraki Müslümanlar bu hususta sahabe neslinden daha fazla mazerete sahiptirler.
Sahabe ve tabiinden başlayarak başta dört mezhebin müctehit imamları olmak üzere dinin ilk rehberleri (sahabe, tabiin, tebe-i tâbiîn) olan öncülerimiz, ictihada dayalı konularda ihtilafta bulunmuş ve bu durum onların birliğini, dayanışmasını ve kalbi sevgilerini bozmamıştır. Nitekim tarihte onların kendi muhaliflerine karşı gösterdikleri hoşgörü ve nezakete dair nice parlak örnekler mevcuttur.
Akaidle ilgili temel meselelerde ve işareti açık olan nassın (ayet ve hadisin) bulunduğu konularda ittifak etmek gerekir. İmam Şafii’nin başını çektiği ekol, “Nassın bulunduğu yerde ictihat caiz değildir” kuralını getirmiş ve ictihadı daha çok kıyastan ibaret görmüştür. Buna mukabil, başta Hanefîler olmak üzere birçok müçtehide göre, nassın bulunduğu yerde de “Delâlet-fehm: Nassın neye delalet ettiği, neyi ifade ettiği ve nassın yorumu” ile “İstihsan: Örneğin maslahat, örf ve zaruret sebebiyle nassın farklı yorumu” ictihatları yapılır. Sonuçta hem ictihat alanını daraltan Şafii ekolü ve hem de bu alanı biraz daha geniş tutan Ebu Hanife ekolü; ictihadın mümkün ve caiz olduğu alanlarda fıkıh usulüne uygun olarak zamanın ihtiyaçlarını karşılayan açıklamaların ve doğal olarak da ihtilafın olabileceğini ifade etmişlerdir.
İctihada kapalı konularda hangi isimle adlandırılırsa adlandırılsın, ihtilaf caiz değildir ve geçersizdir. Bunun dışındaki konularda ittifakın sağlanması için çalışmak güzel olmakla beraber, bunun her zaman gerçekleşemeyebileceğini bilmek ve bizim gibi düşünmeyenleri olgunlukla karşılamak önemli bir erdemdir. Bu husus, tüm Müslümanların kavraması gereken temel bir bilinçtir. Bu hususta İslâmî kültürel bir altyapı oluşturulmalıdır. Başta Yusuf el-Karadavi olmak üzere İhvan kökenli alimlerin çabaları ve telifleri bu alanda önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Nida Yayıncılık’tan çıkan Üstad Yusuf el-Karadavi’nin ‘İhtilaf ve Tefrikalar Karşısında İslâmî Tavır’ adlı eseri örnek olarak verilebilir ve ortak bir bilinç oluşturma çabası amacıyla okunması yaygınlaştırılabilir. Keza, Dünya Müslüman Alimler Birliği’nin bu konudaki çabaları takdire şayandır.
İmam Hasan el-Bennâ ‘Davetimiz’ adlı risalede ‘Dinî İhtilaflara Karşı Tavrımız’ şeklinde bir bölüm oluşturmuş ve Müslümanların bölücü değil; birleştirici olmaları gerektiğini en başta vurgulamıştır. Devamında, fer’î konularda ihtilafın tabiî ve kaçınılmaz bir durum olduğunu, bazı sebeplerden dolayı ayrıntılarda ve mezhebî görüşlerde birleşmenin mümkün olmadığını açıklamış ve aşağıdaki sebeplerden dolayı ihtilaftan her zaman kaçınılamayacağını yazmıştır:
1. Kapasite farklılığı: İnsanların aklı; hüküm çıkarma, delilleri anlama, anlamların derinliklerine inme ve gerçekler arasında bağlantı kurma gibi konularda birbirinden farklıdır. Din, temelde âyet ve hadislerden oluşur. Tüm bunları akıl, dil ve dinî kurallar çerçevesinde yorumlayıp açıklar. İnsanların akli güçleri farklı olduğu için bu metinleri yorumlamada ihtilafa düşmek de kaçınılmazdır.
2. İlmî farklılık: İnsanlar ilmî birikim bakımından da birbirinden farklıdırlar. Kiminin ulaştığı ilmî seviyeye başkası ulaşamaz; kimisinin bildiğini başkası bilemez. Nitekim İmam Malik, Müslümanları aynı görüşte birleştirme teklifine karşılık Abbasi Halifesi Mansûr Ebû Cafer’e şöyle karşılık vermiştir: “Hz. Peygamberin (s.a.s) sahabeleri değişik bölgelere dağılmış ve hepsinin yanında ilim vardır. Eğer insanları bir görüşte birleşmeye zorlarsan, fitneye sebep olursun.”
3. Çevre farklılığı: İnsanlar, yaşadıkları çevre bakımından da birbirinden faklıdırlar. Bu yüzden uygulama, çevreden çevreye farklılık gösterebilir. Nitekim İmam Şafiî (r.a.), Irak’ta “kadîm”, Mısır’da ise “cedîd” görüşe göre fetva vermiştir. O, her iki durumda da “hakikat”i aramış; “hakikat” olduğuna inandığı ile hükmetmiştir.
4. Rivayetlere güvenme farklılığı: Bir mezhep imamı, bir râvîyi sağlam ve güvenilir bulduğu için rivayetini gönül rahatlığı ile alırken başka bir imam, o râvîyi sağlam bulmayabilir. Dolayısıyla rivayetini de kabul etmez.
5. Delilleri değerlendirme farklılığı: Mezhep imamlarının delilleri farklı şekilde değerlendirmeleri, ihtilafların bir başka nedenidir. Mesela bir İmam, sahabe uygulamasını ahad (bir kaynaktan gelen) habere tercih ederken başka bir imam, onun bu tercihini kabul etmez ve ahad haberi daha kuvvetli bulur.”
Yukarıdaki açıklamalardan sonra el-Bennâ, fer’î konular üzerinde birleşmenin dinin tabiatına da aykırı olduğunu ifade etmiştir. Çünkü Allah, bu dinin insanlar arasında yerleşmesini ve varlığını devam et-tirmesini, her zaman ve mekâna uyumlu olmasını istemiştir. Bu yüzden İslâm dini kolay ve esnektir; donuk ve katı değildir.”
Daha sonra el-Bennâ, sahabe döneminde bile ihtilafın meydana geldiğini, onların fer’î konularda kendilerine muhalif davrananları kötülemediklerini ve birbirini olgunlukla karşıladıklarını aktardıktan sonra konuyu şöyle tamamlamıştır:
“Bazı fer’î konularda bize muhalefet edenleri samimiyetle mazur görüyor; bu tür basit ihtilafların hiçbir zaman aramızdaki kalbî bağları koparmayacağına, sevgi ve saygıyı yok etmeyeceğine, hayır ve iyilikte yardımlaşmaya engel olmayacağına, İslâm’ın bizi ve onları en geniş sınırları ve en kapsamlı anlamı ile kuşatacağına inanıyoruz.
Biz Müslüman değil miyiz? Onlar da böyle değil mi? Gönüllerimizin hoşnut olduğu hükümle amel etmek istemiyor muyuz? Onlar da bunu istemiyorlar mı? Biz, kendimiz için istediğimizi kardeşlerimiz için neden istemiyoruz? O halde nedir bu anlaşmazlık? Onların görüşü bize göre tartışmaya açık olduğu gibi neden bizim görüşümüz de onlara göre tartışmaya açık olmasın?
İşte Hz. Peygamberin (s.a.s) sahabeleri… Onlar da fetvalarda birbirlerine muhalefet ederlerdi. Ancak bu durum, onların kalplerini birbirinden ayırdı mı? Aralarındaki bağı koparıp birlik ve beraberliklerini bozdu mu? Allah’a andolsun ki, hayır! Benî Kureyza’daki ikindi namazı olayını hatırlayınız! Böyle esastan bir meselede dahi Müslümanlar birbirlerine muhalefet etmemişlerdir. Öyleyse bize şimdi neler oluyor?
Peygamberlik dönemine daha yakın olan ve hükümlerin illetlerini (sebeplerini) daha iyi bilen sahabiler bazı konularda ihtilaf etmişlerse, basit ve önemsiz ihtilaflar yüzünden neden birbirimizi boğazlayacak duruma gelelim? Allah’ın kitabını ve Hz. Peygamberin (s.a.s) sünnetini daha iyi bilen mezhep imamları ihtilaf etmiş ve birbirleriyle tartışmışlarsa, bizim de ihtilafa düşmemiz normal değil mi? Onlar için doğru olan bizim için de doğru değil mi?
Günde beş defa okunan ve hakkında açık hadis ve rivayetler bulunan ezan gibi herkesçe bilinen apaçık fer’î meselelerde görüş birliği sağlanmamış ve ihtilafa düşülmüşse, akıl ve bilgiye dayalı hassas meselelerde elbette ihtilafa düşülecektir.
İyi düşünülmesi gereken bir başka durum da şudur: Geçmişte insanlar ihtilafa düştüklerinde halifeye veya vekiline başvurur; onlar da aralarında hüküm verip anlaşmazlıkları bu şekilde çözerlerdi. Ama şimdi, halife veya vekili nerede? Öyleyse, Müslümanların öncelikle bir hâkim bulmaları sonra da sorunlarını ona götürüp çözmeleri gerekir. Aksi halde yetkili merciler tarafından çözülmeyen ihtilaflar, daha büyük ihtilaflara yol açacaktır.”
Netice itibarıyla diyebiliriz ki, Müslümanlar ittifak ettikleri konularda yardımlaşmalı, ihtilaf ettikleri hususlarda birbirini mazur görmelidir. İhtilaflı konulardan ziyade ittifak edilen konular, Müslümanların gündemi olmalıdır. Bu hususun kültürel alt yapısı için çaba sarf edilmelidir. Bu hususta sahabe, tabiin ve öncü Müslüman müctehid âlimler örnek alınmalıdır. O zaman Müslümanlar vahdete doğru yol almış ve başarı yolunda adım atmış olurlar. Böyle bir durum yüce Allah’ın yardımını çekecektir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?