Bismillah…
Hamd ü senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (cc) mahsustur. O’na hamd eder, O’nu tesbih ederiz. Allah’ın salât ve selamı şükreden kul ve vazifesini hakkı ile yerine getiren elçi Hz. Muhammed’in (sav), ailesinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…
Kur’ân’ın mahiyeti nedir? Bunu gerçek anlamda idrak edebiliyor muyuz? Bize verilen bu nimetin farkında mıyız?
Kur’ân’ın Allah’ın (c.c.) kelamı oluşu, O’na nispet edilmesi şeref olarak ona yetmez mi? Kur’ân, yeryüzünün gökyüzü ile buluşup onurlanma vesilesi, insanlığın gökyüzünün rahmetine, ikramına ve hidayetine mazhar kılınması, arştan arza aralanan namütenahi nimetler kapısıdır.
Bir Müslüman’a düşen ilk görevlerden birisi Yüce Allah (c.c.) tarafından kendisine nimet olarak verilen Kur’ân-ı Kerim’in, bu kutsal kelamın değerini bilmektir. Bu da onu okumakla, okutmakla, üzerinde tefekkür edip onu yaşamakla olabilir. Yüce Rabbimiz (c.c.), insanlığın hidayeti için indirmiş olduğu bu son kitabını, Kur’ân’ın değişik ayetlerinde farklı şekillerde isimlendirmiştir.
Kur’ân-ı Kerim, Yüce Allah’ın (c.c.) ifadesi ile şu şekillerde tanımlanmıştır: “Hidayet kitabı, dosdoğru kitap, hatırlatıcı, hikmet öğreten, hayat veren, tüm insanlık için beyanname, kalp gözünü açan kitap, büyük haber, çok kıymetli (kerim) kitap, hak kitap, zikir, en güzel kıssaları anlatan kitap, nimet, uyarıcı kitap, rahmet, hak ile batılı birbirinden ayıran (furkan) kitap, öğüt veren kitap, sağlam ip, şifa, bütün insanlığa sunulan mesaj, doğruyu yanlıştan ayıran gerçek söz, mübarek kitap, üstün ve güçlü kitap, nur, tekrar tekrar okunan kitap, müjdeleyici kitap, hiçbir çelişki ve çarpıklık barındırmayan kitap…”
Kur’ân-ı Kerim, İslâm âlimleri tarafından ise ortak bir ifadeyle şu şekilde tanımlanmıştır: “Yüce Allah (c.c.) tarafından gönderilen, Mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nas suresiyle biten, benzerini getirmekten insanların ve cinlerin âciz kaldığı mu’ciz bir kelamdır.”
Üstad Yusuf Karadavî, Kur’ân’a dair şunları yazmıştır: “Sadece biz Müslümanlar beşeriyetin hidayetle buluşması için Allah’ın (c.c.) son kelamını içeren, her türlü değişimden ve lâfzî-manevi bozulmuşluktan korunan semavi bir kitaba sahibiz. Çünkü Yüce Allah (c.c.), bu kitabın korunmasını hiç kimseye bırakmamış; onun korunması işini bizzat kendisi üstlenmiştir. Yüce Allah (c.c.), bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: ‘Kur’ân’ı biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız’1 Bu Kur’ân, yüzde yüz ilahi bir kitaptır. Yüce Allah (c.c.), bu hususta da şöyle buyurmaktadır: ‘Elif. Lâm. Râ. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır.’2 ‘Kendilerine Kitap geldiğinde onu inkâr edenler (şüphesiz bunun sonucuna katlanacaklardır). Hâlbuki o, eşsiz bir kitaptır. Ona önünden de ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir.”3
“Dünyada ister dinî ister dünyevi olsun, hiçbir kitap Kur’ân gibi değiştirilmekten ve bozulmuşluktan korunamamıştır. Hiç kimse bu kitaba bir harf ekleme veya ondan bir harf çıkartma gücünü kendisinde bulamaz.” “Bu kitabın ayetleri, Yüce Allah’ın (c.c.) Rûhu’l-Emin (Cebrail) vasıtasıyla Hazreti Muhammed’e (s.a.v.) indirdiği şekliyle okunur, dinlenir, ezberlenir ve açıklanır. Dünyada binlerce hatta on binlerce insanın ezberlediği Kur’ân’dan başka bir kitap yoktur. Ezberlenmesi ve öğüt alınması için Allah (c.c.) onu kolaylaştırmıştır. Kur’ân’ın sadece mana ve lafızları değil; okunmasındaki edası yani harflerin mahreçleri, gerekli olan med, gunne, izhâr, idğam, ihfâ ve iklabı da korunmuş ve bunlarla ‘Tecvit ilmi’ ilgilenmiştir.” “Resm (yazım) ve imlâ kuralları gelişmesine rağmen Resmü’l-Mushaf, Halife Osman b. Affan’ın resmettiği (yazdığı) şekliyle günümüze kadar korunmuş ve bu hâliyle basılmıştır. Şimdiye kadar hiçbir Müslüman, hükümet veya bilim kurulu Resmü’l-Mushaf’ı değiştirmeye, yazılıp basılan kitap, risale, gazete ve benzerlerine uygulanan yazı kurallarını ona uygulamaya cüret edememiştir.”4
Canlılık, sevinç ve yenilenme dönemi olan baharın sembol ayı olarak kabul edilen nisan ayı, Ramazan’la buluşarak coşkusunu doruğa çıkardı. Böylece fiziki ve manevi baharlar buluşmuş oldu. Mümin gönüller bu iki bahara Kur’ân baharını da ekleyerek saadetin zirvesini yaşayabilirler. Nisan ayında yeryüzünde meydana gelen fiziksel değişimlerin baharın habercisi olması gibi Ramazan ayında toplumun genelinde kulluk ve ibadet bilincinde görülen değişimler de manevi baharı müjdeler. Kur’ân ise ruhun baharıdır ve Ramazan ibadetlerine derinlik katmaktadır.
Ramazan ve Kur’ân kadar birbirini destekleyen, tamamlayan, biri diğerinin idrakine derinlik ve anlam katan başka iki nimet var mıdır? Ben bilmiyorum. Kur’ân’ın Ramazan’da inmesi bir tesadüf müdür? Allah Resûlü’nün (s.a.s.) Ramazan’da Kur’ân’a özel bir önem vermesi salt sevap artırma çabası mıdır? Kesinlikle hayır!
Ramazan ayı, içinde çokça Kur’ân okunan ve ibadetlerimizi arttırdığımız bir ay olmanın ötesinde çok daha derin anlamları ihtiva eden bir aydır. Bu ayı, anlamını bilmeden salt hatim indirdiğimiz ve indirdiğimiz hatimlerin çokluğuyla övündüğümüz bir ay olarak düşünmek büyük bir yanılgıdır. Ramazan’ın biz müminlere olan katkısı bunun çok ötesindedir. “Şöyle ki, Ramazan’da yeme-içmeden vazgeçer, bedenin istek ve arzularıyla savaşır, oruç, namaz, ibadet ve Kur’ân’la Rabbine yönelirsin. Bu manevi gıdayla ruh hoşnut olur, kişilik lezzet alır, düşünce arınır ve basiret gözü açılır. Böylece kişi, olayları olduğu gibi görür ve her şeyi Yüce Allah’ın (c.c.) yarattığı fıtrata uygun olarak yerli yerine koyar. Ramazan sizi etkilemeye başladığında, dünyevi araçların ve fani malların haddizatında hedef olmadığını ve yalın olarak değer taşımadığını göreceksiniz. Bunların iyilikte kullanıldığında değerlendiğini, kıymetsiz hususlarda harcandığında ise zayi olduklarını ve değerden düştüklerini gördüğünde mutlu ve istekli bir şekilde cömertliğe ve Allah (c.c.) yolunda harcamaya yönelirsin.”5
Ramazan’dan önce insanın maddi boyutu manevi boyutuna egemen olur, kalbi ve aklı esir alan nefs, idrakin üstünü kalın bir tabaka ile örter ve böylece onun nefes alması, sahibine hatırlatmalarda bulunması ve vazifesini yerine getirmesi zorlaşır ve hatta bazen imkânsızlaşır. Maneviyatın üstünün kapatılması ve etkisini göstermesinin önlenmesi bir katarakt hastalığına benzetilebilir. Katarakt hastalığında gözde bulunan, görevi görüntüyü retina tabakası üzerine odaklamak olan göz merceği bozularak saydamlığını kaybeder, buzlu cam hâline gelir. Saydamlığını kaybeden mercek, ışık ve görüntünün retina tabakasına ulaşmasını engeller ve bunun sonucunda görme kaybı yaşanır.
Ramazan’da insanın maddi yönü zayıflayıp manevi yönü güçlendiğinde ve gönül, oruçla arınıp yüceldiğinde Kur’ân’ın anlamları, gayeleri, hedefleri, mertebeleri ve sırları anlaşılmaya ve görünmeye başlar. Böylece oruçla terbiye edilip hakikat ve nur âlemine varılmadan ulaşılamayan sırlara vâkıf olunur ve olaylar başka bir gözle görülmeye başlanır.
“Oruçlu kişi, nefsinin oruçla aydınlanması oranında engin Kur’ân denizinin yüce hakikatlerini keşfeder. Bu nedenle Ramazan, Kur’ân aydır. Bu nedenle Allah Resûlü (s.a.v.) Hira Dağı’nın mağarasında iken ilk ayet nazil olmuştur. Çünkü o sırada gönlü ve ruhu ibadet, halvet, riyazet ve adanmışlıkla nice geceler boyunca arınmıştı ve bu hâli Ramazan’a denk gelmişti. Bundan ötürü Kur’ân ve oruç kıyamet gününde kul için birer şefaatçidirler.”6
Ramazan ve Kur’ân ilişkisini anladığımızda aşağıdaki hadis-i şerifi daha iyi kavrarız. İbn Abbas (r.a.) şöyle dedi: “Allah Resûlü (s.a.s.), insanların en cömerdi idi. O’nun cömertliğinin coşup taştığı zamanlar Ramazan’da Cebrâîl’in, kendisi ile buluştuğu vakitlerdi. Cebrâîl, Ramazan’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ile buluşur, (karşılıklı) Kur’ân okurlardı. Bu sebeple kendisi, Cebrâîl ile buluştuğunda, hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgârlarından daha cömert davranırdı.”7
Oruç ve Kur’ân, kıyamet gününde ihtiyaç duyacağımız birer şefaatçidirler. Öbür âlemde şefaatlerini elde etmek istiyorsak bu dünyada değerlerini bilmeliyiz. Abdullah b. Ömer’den (r.a.) rivayetle Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Oruç ve Kur’ân kıyamet günü kulun günahlarının bağışlanması için ona şefaat edeceklerdir. Oruç diyecek ki: ‘Ya Rabbi, ben onu gündüzleri yiyip içmekten ve zevklerinden alıkoydum. Bunun için onun hakkındaki şefaatimi kabul buyur.’ Kur’ân da şöyle konuşacak: ‘Ya Rabbi, ben onu geceleri uykusundan alıkoydum. Bunun için onun hakkındaki şefaatimi kabul buyur.’ Bunların her ikisinin de şefaati kabul edilir.”8
Değerli kardeşlerim, madde baharını, gönül baharını ve maneviyat baharını beraber yaşıyoruz. Bunun için Yüce Allah’a (c.c.) çokça hamd etmeliyiz. Ramazan ayında gönüllerimizi özgür kılmak, manevi kişiliğimizi diriltmek ve yıl boyu canlı tutmak için çaba sarf etmeliyiz. Bu mübarek ayı fırsat bilerek Kur’ân’la dirilmeye çalışmalı ve bu hâlimizi diğer aylarda da muhafaza etmeliyiz.
Bu münasebetle Kur’ân-ı Kerim’e karşı olan bazı sorumluluklarımızı şöyle sıralayabiliriz:
1. Kur’ân-ı Kerim hususunda bilgili ve bilinçli olmalıyız. Kur’ân’ı sevmeli ve onu yakınlarımıza ve çevremizdekilere de tanıtıp sevdirmeli, Kur’ân-ı Kerim’e saygının İslâm’ın şiarlarından olduğunu bilmeliyiz. Kur’ân kalbin baharı, gözün nuru, ruhun hayatı, gönlün çırası, ağzın güzel kokusu, dilin isteği, akıl ve düşüncenin gıdasıdır. Onu sabah akşam okumalı, anlamalı, anlatmalı, öğretmeli ve emirlerini uygulamalıyız.
2. Kur’ân-ı Kerim’i tecvit kurallarına uygun olarak yüzünden okumayı öğrenmeli ve başkalarına da bu şekilde öğretmeliyiz. Müslüman, mazereti olmadığı hâlde Yüce Allah’ın (c.c.) kelamını bilmemeyi kabullenmemeli, en azından bu hususta çaba sarf etmelidir. Kaldı ki Yüce Allah (c.c.), her konuda bu kitabı kolay kılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.”9 Başka bir hadiste ise Peygamberimiz (s.a.v.): “Kur’ân okuyan mü’mini kokusu ve tadı güzel turunca, Kur’ân okumayan mü’mini tadı güzel ama kokusu olmayan hurmaya, Kur’ân okuyan münafığı kokusu güzel ama tadı acı fesleğen otuna, Kur’ân okumayan münafığı da kokusu olmayan acı yaban keleğine (Ebu Cehil karpuzuna)” benzetmiştir.10 Kur’ân okumanın sevabını ifade etmek için de başka bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Okunan her Kur’ân harfine on sevap vardır. ‘Elif lam mim’ bir harf değil; ‘elif’ bir harf, ‘lam’ bir harf, ‘mim’ de bir harftir.”11
3. Kur’ân eğitimi ve öğretimi hususunda fedakârca davranmalıyız. Halkımızın Kur’ân sevgisini, onları ehl-i Kur’ân kılmada ustaca kullanmalı, Allah Resûlü (s.a.v.) ve sahabesinin Kur’ân eğitimi hususunda gösterdikleri gayreti kendimize örnek almalıyız. Günümüz davetçileri olarak, Ebu’d-Derdâ’nın, İbn Abbâs’ın, İbn Mes’ûd’un ve diğer seçkin sahabenin bu konudaki gayretleri bizler için güzel örneklerle doludur. Bu yıl içinde yoğun bir şekilde Kur’ân öğrenmeye ve öğretmeye zaman ayıralım ve bir kişiye Kur’ân öğrettiğimizde bunun nice bereketlere kapı aralayacağını bilelim. Namaz kılan-kılmayan, içki içen-içmeyen, küçük-büyük, kadın-erkek ayırımı yapmadan herkese Kur’ân öğretmeye gayret gösterelim. Kur’ân’la ilk buluşma aşamasında insanların kusurlarını birazcık da olsa görmemeye ve bu kusurları bu hayırlı işe engel kılmamaya çalışalım. Kur’ân’ın, onu okuyanı doğru yola ulaştıracağına inanalım. Makalemizi öncülerimizin hayatından iki örnekle tamamlayalım.
“Ebu’d-Derdâ’nın Dimaşk Mescidi’nde her gün sabah namazından sonra başladığı ve öğle vaktine kadar devam ettiği Kur’ân dersleri meşhurdu. O, buradaki faaliyetine vefatına kadar devam etmişti. Süveyd ibn Abdi’l- Azîz bu derslere ait müşahedesini şöyle anlatır: ‘Dimaşk Camii’nde sabah namazından sonra kendisinden Kur’ân kırâatinde bulunmak için talebeler Ebu’d-Derdâ’nın etrafında toplanırdı. Ebu’d-Derdâ bunları onar kişilik gruplar hâlinde ayırır ve her grubun başına bir arif (başkan) koyardı. Kendisi de mihraba oturur, gözü ile bütün öğrencileri murakebe ederdi. Hatası olan talebe başkanına müracaat eder, başkan hata eder veya müşkil durumda kalırsa Ebu’d-Derdâ’ya başvururdu. Bir gün talebeleri sayılır ve 1600’dan fazla oldukları görülür.”12
“Abdullah ibn Mes’ûd, Küfelilerin hem kadı ve müezzini hem de öğretmeni idi, orada büyük bir talebe topluluğuna Kur’ân öğretti. Güvenilir âlimlerin nakline göre İbn Mes’ûd’un Küfe’de öğretimini idare ettiği talebelerinin sayısı 4.000’e ulaşıyordu.”13
Selam ve dua dileği ile…
Kaynakça
1) Hicr, 9.
2) Hûd, 1.
3) Fussilet, 42.
4) Yusuf el-Karadavi, Kur’ân’ı Anlamada Yöntem, Nida Yayıncılık, 4. Baskı, sayfa: 19-30.
5) Hasan el-Bennâ, Ramazan’a Nasıl Hazırlanılmalı? Nida Yayıncılık.
6) Hasan el-Bennâ, Ramazan’a Nasıl Hazırlanılmalı?, Nida Yayıncılık.
7) Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 3220; Müslim, Fedâil 48, 50.
8) et-Tergib ve’t-Terhib, 2:84.
9) Buhârî, Fedailü’l-Kur’ân.
10) Buhârî, Fedailü’l-Kur’ân.
11) Tirmizi, Sevabu’l-Kur’ân.
12) Ma’rifetu’l-Kurrâ’, I, 38.
13) Makâlâtu’l-Kevserî, s.18-19.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?