Bismillah…
Hamd ü senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (c.c.) mahsustur. O’na hamd eder, O’nu tesbih ederiz. Allah’ın salât ve selamı şükreden kul ve vazifesini hakkı ile yerine getiren elçi Hz. Muhammed’in (s.a.v.), ailesinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…
Giriş
20. yüzyılda yaşayıp umut ve hedefleri 21. yüzyıla taşan çok sayıda düşünür ve hareket öncümüz vardır. Türkiye’de Said Nursi’lerin, Mısır’da Hasan el-Benna’ların, Hindistan-Pakistan coğrafyasında Mevdudi’lerin, Cezayir’de Malik b. Nebi’lerin ve diğer ülkelerdeki İslam davetçisi ve liderlerinin umut ve hedefleri sanki sadece yaşadıkları asırlar için belirlenmiş değildi. Davet tarihlerini okuduğumuzda, 20. ve 21. yüzyılların çok bariz bir şekilde iç içe geçtiğini, her birinin sanki bağımsız bir dönem olmayıp biri diğerinin devamını oluşturduğunu ve ikisinin tek bir serüven gibi tarihi bir akış izlediğini söyleyebiliriz. Bu davet önderlerinin başında hiç şüphesiz Seyyid Kutub gelmektedir. Bu nedenle kimse Seyyid Kutub’a sadece 20. asra hitap eden ve böylece söyleyeceğini söyleyip tarihteki köşesine çekilen bir düşünür gözüyle bakmamalı. Çünkü o işleyen bir süreç, kapanmamış bir kitap, umutlarını ekip aşılayan ve daha hasadını yapmamış bir çiftçi ve henüz son sözünü söylememiş bir meydan eridir. Başta gençler olmak üzere öğrencileri olan İslam davetçileri onlardan aldıkları fikir, enerji ve ilhamla süreci kemale erdirme yürüyüşünü sürdürüyorlar.
Seyyid Kutub, 21. yüzyıl davetçileri için neyi ifade ediyor? O, kavurucu çöl sıcağında Kur’an’ın gölgesine sığınmak ve nice maddi zorluk ve işkencelere rağmen manen huzur yaşamaktır. O, cahiliyenin ve modernitenin bunca hüküm sürmelerine rağmen duru tevhidi haykırmak; ilkesizliğin, pragmatizmin, sabitesizliğin kol gezdiği bir dönemde tavizsiz davet yolculuğudur. O, idam kararını duyduğunda “Elhamdulillah”, niçin mahkemede tüm sorulara net cevaplar verdiniz diyenlere “Öncüler ruhsatlara sarılamazlar, net olmalıdırlar” diyebilme erdemidir.
Davet Mektebi dergimizin Ağustos ayı dosya konusu şehid Seyyid Kutub’a ayrılmıştır. Ben bu dosya çalışması kapsamında değerli şehidin birkaç yönünü açığa kavuşturmaya çalışacağım. Aslında şehidin hayat serüveni ve sözleri son derece nettir ve böyle bir şahsiyetin hemen herkesçe çok yüksek bir oranda ihtilaf olmaksızın bilinmesi beklenir. Fakat maalesef, vakıa böyle değildir. Kendisinin hiç ilgili olmadığı cephe ve konularda ona konum belirleyenler olduğu gibi onu net olan çizgisinin dışında gösterenler de vardır.
Seyyid Kutub ile ilgili sözünü ettiğimiz kafa karışıklığının sebeplerinin başında onunla ilgili güvenilir kaynaklardan yararlanmamak gelmektedir. Ben bu makalemde yorum dışındaki bilgileri Ürdünlü meşhur tefsir âlimlerinden ve Seyyid Kutub konusunda iyi bir uzman olarak kabul edilen Salâh Abdülfettâh el-Hâlidî’nin “Seyyid Kutub Mine’l Mîlâd ile’l İstişhâd”1 adlı altı yüz sayfalık detaylı ve kanıta dayalı yüksek lisans tezinden alacağım. Bu kitabı temel kaynak olarak kabul etmemin sebebi yazarın bu çalışmasının bilimsel araştırma yöntemi ile yazılmış olması, jüri heyetinde bizzat Seyyid’in, manevi mirasçısı olarak belirttiği İslam düşünürü Muhammed Kutub’un bulunması ve onun bu çalışmaya dair takdiridir. Muhammed Kutub bu tezi değerlendirirken şöyle not düşmüştür: “Son derece başarılı bir çalışma. Seyyid Kutub’a dair yapılan çalışmaların en kapsamlı, en titiz ve en olgunlarından birisi…”
1. Seyyid Kutub’un Ailesi
9 Ekim 1906’da Mısır’ın Asyût vilayetine bağlı Mûşâ köyünde doğan Seyyid Kutub, Ebü’l-Hasan Ali en-Nedvî ile görüşmesinde altıncı dedesinin Hindistanlı olduğunu ifade etmiş, fakat kardeşi Muhammed Kutub bunu kabul etmemiştir. Müslümanın milliyeti inancıdır diyen Seyyid Kutub’un nazarında gerçek soy İslam olduğuna göre böylesi bir ihtilaf lafzi olmanın ötesine geçmez elbette.
1.1. Babası
Babası Kutub İbrahim eş-Şâzelî, siyasi bilinci bulunan kültürlü bir aydındı. Dini vecibelerini titizlikle yerine getirir, ailesinin eğitimini önemser ve oğlu Seyyid’i beraberinde camiye götürürdü. Kendisine ithaf ettiği “Meşâhidü’l Kıyâme fi’l Kur’an”2 adlı eserinde babasından ne denli etkilendiğini ifade eden Seyyid Kutub şunları yazmıştır: “Ben daha küçük bir çocukken gönlüme kıyamet günü bilincini yerleştirdin. Bunu, öğüt vererek, yasaklayarak değil, ahiret gününü hesaba katarak, onu vicdanında ve dilinde taşıyarak ve bana örnek olarak sağladın. Yaptıklarını ve yapmadıklarını bu bilinçle açıklıyordun.” Babasının en çok dikkat ettiği şeyi, “bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti” cümlesiyle ifade etmiştir.3
1.2. Annesi
Validesi dindar, cömert, gayretli ve ehl-i Kur’an birisi idi. Kendisine ithaf ettiği “Et-Taṣvîrü’l Fennî fi’l Kur’an”4 adlı eserinde Seyyid Kutub şunu ifade eder: “Anneciğim! Bu kitabımı sana ithaf ediyorum. Sen, genellikle Ramazan ayı boyunca köydeki evimizde hafızlar tarafından okunan Kur’an’ı perde arkasından dinlerdin. Ben ise senin yanında gürültü yapmaya başladığımda, manalı bir işaretle ve kararlı bir fısıltı ile beni engellerdin. Bunun üzerine ben de seninle birlikte okunmakta olan Kur’an’ı dinlerdim ve manasını anlamasam da kalbim onun mûsikîsiyle dolup taşardı.
Beni köyümüzdeki ilkokula gönderirken bir tek amacın vardı: Allah’ın ihsanıyla Kur’an’ı ezberlemem ve onun bana bahşedeceği güzel sesle sana her zaman Kur’an okumamdı. Amacının bir kısmı olan Kur’an’ı ezberlemek gerçekleştikten sonra, beni, hâlen üzerinde bulunduğum yeni bir yola sevk ettin.
Anneciğim! Aramızdan göçüp gittin. Hayalimde sabit kalan son resmin şudur: Evde radyo başında oturmuşsun, güzel bir şekilde okunan Kur’an’ı dinliyorsun; o mükemmel yüz hatların ise -engin kalbin ve derin duygun sayesinde- Kur’an’ın hedeflerini ve gizli nüktelerini anladığını gösteriyor.
Anneciğim! İşte o küçük yavrunu, o büyümüş genci sevk ettiğin yolun semeresi sana aittir! Oğlun, Kur’an’ı güzel bir sesle okumayı başaramamışsa da, umulur ki onu güzel bir şekilde yorumlamayı başarmıştır. Allah, huzurunda hem seni hem de beni korusun!”
1.3. Kardeşleri
Seyyid Kutub’un ikisi erkek, üçü kız olmak üzere beş kardeşi vardı. Nefise, Emine ve Muhammed’in edebî ve ilmî çalışmalar yanında İslamî çalışmalara da katkıları oldu ve bunun neticesi olarak imtihandan paylarına düşeni aldılar. Muhammed Kutub iki defa tutuklanmış, ağır işkenceler görmüştür. Öyle ki bir defasında gördüğü ağır işkenceler sonucunda uzun süre bilincini kaybetmiş ve öldüğü haberi aileye ulaşmış; fakat daha sonra yaşadığı anlaşılınca ona “yaşayan şehid” denilmiştir. Muhammed Kutub yaklaşık yedi yıl tutuklu kaldıktan sonra 1972’de Mekke’deki Kral Abdülaziz Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak göreve başladı ve vefat edinceye kadar orada yaşadı. Önemli bir düşünür olan Muhammed Kutub yirmiden fazla kitap yazdı ve çok sayıda ilmî makale yayınladı. Abisinin fikrî mirasını sürdürdüğünü ve onun kendisine dair öngörüsünün gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Seyyid Kutub, kardeşi Muhammed Kutub’a ithaf ettiği “Eş-Şâtıü’l Mechûl” adlı şiir divanında kendisinin kısa, kardeşinin ise uzun bir ömür yaşayacağını ve onun kendisinin devamı ve halefi olacağını ifade etmiş ve Seyyid’in kardeşiyle ilgili bu öngörüsü gerçekleşmiştir. Çünkü kendisi altmış, kardeşi Muhammed (1919-2014) ise doksan beş yıl yaşamıştır.
Seyyid Kutub iki defa evlenmeye teşebbüs etti, fakat her ikisi de nasip olmadı ve evlenemedi.
Seyyid Kutub’un, çocukluk sonrası edebî ve fikrî süreçlerde yer yer savrulmalar yaşamakla beraber yaşantı ve fikirde İslamî istikametten ayrılmamasında güçlü aile altyapısının katkısının olduğu unutulmamalıdır. Bundan yola çıkarak şunu ifade etmek istiyoruz: Davetçiler sağlam bir kişilik oluşturmak için ailenin önemini daha fazla vurgulamalı ve aileyi korumayı önemli ve öncelikli bir hedef olarak belirlemelidirler.
2. Seyyid Kutub’un Fiziki Yapısı ve Kişiliği
Sözü güçlü ve tavırları net olan yazarların fiziki yapılarını tasavvur ettiğimizde ciddi bir şekilde yanılabiliriz. Şehidin hayatını inceleyenler ve kitaplarını okuyanlar onu iri yapılı, uzun boylu, geniş omuzlu, haşin bakışlı olarak tasavvur edebilirler. Oysaki kendisi esmer, orta boylu ve nahif bedenli idi. Ali Tantavî Şam’da iken kendisiyle sert edebi tartışmalara girişmiş ve Kahire’ye gidip onu görünce şunu yazmıştır: “Allah’a yemin ederim ki şok yaşadım. Onu, gördüğüm şekil hariç binlerce portre şeklinde zihnimde düşünebilirdim. Gördüğüm kişinin Seyyid Kutub hariç herkes olabileceğini beklerdim. Bu deneyimim bana şunu öğretti: Yazısından yola çıkarak yazarın ve şiirinden yola çıkarak şairin portresini çizemeyiz.” Benzer bir deneyimi Ebu’l Hasan en-Nedvî ve dönemin Mısır başbakanı M. Mahmut Paşa da yaşamıştır. Başbakanın sert bir demecine güçlü bir makale ile karşılık veren Seyyid Kutub başbakanlık ofisine çağrılır. Hiddeti yüzüne yansıyan başbakan, kendisini görünce şok yaşar ve şaşkınlığı geçtikten sonra aralarında şöyle bir diyalog geçer:
— Bu yazıyı siz mi yazdınız?
— Evet.
— Niçin bu denli sert bir dil kullandınız?
— Benim düşüncem ve tarzım böyledir. Bunun üzerine kendisinden memnun kalan başbakan ona şöyle der: “Serbestsin, dilediğin gibi yazabilirsin.”
Seyyid Kutub güçlü, tavizsiz, dinamik, duygusal, nazik, idealist ve gayretli bir kişiliğe sahipti. Kişiliğinin bu yönleri eğitim sürecinde, düşünce yürüyüşünde ve başta cezaevi olmak üzere hareket ve davet yolculuğunda kendisini gösterir. İlkokulda küçücük bir öğrenci iken de idam sehpasına yürürken de aynı Seyyid Kutub’la karşılaşıyoruz. Şöyle ki kendisi ilkokul 2. sınıf öğrencisi iken okul öğretmeni ve aynı zamanda Kur’an Kursu hocası olan kişinin resmi görevine son verilir ve yerine yeni bir öğretmen atanır. Görevden alınan hoca velileri okula karşı kışkırtır ve çocukların kendisine ait fahri Kur’an kursuna gönderilmesini sağlamaya çalışır. Bu konuda Seyyid’in babasından kerhen de olsa olur alır. Seyyid Kutub ve annesi bu karara karşı çıkmalarına rağmen baba ısrar eder. Okula devam konusunda ısrarlı olan Seyyid Kutub, ertesi gün babasını kararından vazgeçirmek için okul müdürüne giderek yardım talep eder. Okul müdürünün aracılığı başarılı olur ve Seyyid Kutub okuluna devam eder. Babasının Kur’an hıfzı hususundaki kaygısını gidermek için ona okulla beraber Kur’an’ı ezberleyeceğini söyler. Sekiz yaşında başladığı hıfzını on yaşında tamamlar. Bu hikâyenin kahramanı henüz sekiz yaşında bir ilkokul ikinci sınıf öğrencisidir.
3. Seyyid Kutub’un Eğitim Hayatı
İlköğrenimini köyünde tamamlayan Seyyid Kutub, Kahire’ye taşınarak dayısının yanına yerleşti. 1921’de Öğretmen Okulu’na başladı ve 1926’da mezun olarak ilkokul öğretmenliği hakkını elde eti. Başarılı bir öğrenci olması ona Dârü’l Ulûm’un hazırlık bölümüne5 girme hakkını sağladı. Dört yıllık eğitimin ardından Dârü’l Ulûm’un Arapça Dili ve Edebiyatı lisans bölümünü okudu ve 1933’te bu bölümü bitirdi. Dârü’l Ulûm lisans eğitiminde İslami ilimler, Arapça, mantık, kelam, felsefe, İbranice, Süryanice, tarih, ekonomi vb. dersler gördü.
Seyyid Kutub, Dârü’l Ulûm’da okurken sıradan bir öğrenci gibi davranmadı, edebî ve ilmî okumalar yaptı, fakültenin müfredatının değişitirilmesi önerisinde bulundu ve hocalarının takdirini kazandı. Öğrencilik yıllarında girdiği Vefd Partisi’nden 1942’de ayrılarak Sa’diyyîn Partisi’ne üye oldu. 1945’te siyasi partilerle ilişkisini tümüyle kesti.
Mezun olduktan sonra altı yıl kadar ilkokul öğretmenliği ve müfettişlik yaptı. Eğitim sisteminin düzelmesi için çeşitli reform taslakları hazırladı. Dürüst kişiliği, doğru bildiğinden ödün vermemesi, titizliği ve bürokratik formalitelerden uzak durması, yöneticilerle arasının bozulmasına yol açtı.
Dârü’l Ulûm’daki öğrencilik yıllarında ünlü edebiyatçı Abbas Mahmûd el-Akkad ile tanıştı. Sık sık Akkad’ın kütüphanesine uğradı, haftalık edebî toplantılarına katıldı ve görüşlerinden etkilendi. Üniversitedeki öğrenci hareketlerine katıldı. Edebiyatla yoğun bir şekilde ilgilendi. Dönemin meşhur edebiyatçıları olan Taha Hüseyin, Mustafa Sâdık er-Râfiî, Tevfîk İsmâîl el-Hakîm ve diğerleri ile tanıştı. Seyyid Kutub’un yoğun edebiyat ilgisi, onun ünlü edebiyatçılara âşık olmasına ve onları taklit etmesine yol açmadı. Tanışmanın ve edebî okumaların başlangıcındaki takdir zamanla onda ilmî bir eleştiriye dönüştü. Bu süreci Abbas Mahmûd el-Akkad örneğinde incelediğimizde; onun başlangıçta bir öğrenci gibi davrandığını ve yoğun okumalarda bulunduğunu, devamında kendisinin hocasına yoğun bir tutkuyla bağlandığını ve bir nevi edebiyat müridi gibi davrandığını; fakat zamanla eleştiri boyutunun devreye girdiğini ve onun bağımsız bir düşünür gibi hareket ettiğini ve hocasına sert edebî ve ilmî eleştiriler yönelttiğini göreceğiz. Özetle Seyyid Kutub, Abbas Mahmut Akkad’ın edebiyat öğrencisi ve müridi olarak çıktığı yoldan seçkin bir Kur’an eri olarak mezun oldu. Kur’an’a yönelişinin başlangıcında edebiyat merakı güçlü bir saik iken zamanla bu saik yerini Kur’an’ı anlamaya ve yaşamaya bıraktı.
4. Seyyid Kutub’un Amerika Yolculuğu
Seyyid Kutub eğitim bakanlığında müfettiş olarak çalıştığı dönemde hükümetin eğitim politikalarına sert eleştirilerde bulunuyor ve başta bakanlık olmak üzere hükümet yetkililerini rahatsız ediyordu. Eleştirilerinden kurtulma amacı ve Batı etkisinde kalıp değişeceği umuduyla eğitim araştırmaları yapmakla görevlendirilen bir heyet içinde 1948’de Amerika’ya gönderildi. Kendisinin ABD’ye gönderilmesi ne birilerinin sandığı gibi akademik bir çalışma ne de solcuların iddia ettiği gibi Sosyalizme karşı yetiştirilmek amacıyla idi. Hâlâ bazı kitaplarının kapaklarında isminin başına “Prof. Dr.” unvanının kullanılması bu husustaki cehaleti ifade etmektedir. Özetle Mısır rejimi, zamanla sistemden uzaklaşan bir dâhinin Batıya hayran olmasını sağlamak, onda ahlaki bir yozlaşma meydana getirmek ve İhvan’la yolunun kesişmesini önlemek için onu ABD’ye gönderdi. Kendisinin ABD serüveni detaylı bir şekilde incelendiğinde bu durum net bir şekilde görülecektir.
Şöyle ki kendisi ABD seferi boyunca belli bir üniversite veya kurumda herhangi bir programla görevlendirilmiş değildi. Hatta sefer süresi ve dönüş tarihi bile belli değildi. Orada yapacakları hususunda son derece özgür bırakılmıştı ki hiçbir devlet görevlendirmesi bu şekilde yapılmaz. Kendisi oraya vardığında ilk birkaç ay ağırlıklı olarak İngilizce eğitimi aldı. Bu hususta kendisini geliştirdikten sonra ülke içerisinde bazı yolculuklar gerçekleştirdi. Bu ziyaretleri sayesinde Batı hayat tarzını yakından tanıma imkânı buldu. New York ve Colorado’da eğitimle ilgili araştırmalarda bulundu, bazı yükseköğretim kurumlarında derslere katıldı, Amerika’nın değişik eyaletlerini gezdi. Mısır’a dönüşü sırasında İngiltere, İsviçre ve İtalya’ya uğradı. Düşüncelerinin değişeceği beklentisiyle gönderildiği Amerika’dan Ağustos 1950’de Batı sisteminin en keskin karşıtlarından biri olarak döndü. Bir süre Maarif Bakanlığı’nda murakıp yardımcılığı yaptı. Bundan sonra görev yeri sık sık değiştirildi. 18 Ekim 1952’de bakanlıktaki görevinden istifa etti.
Seyyid Kutub’un ABD seferine dair edindiği izlenim, Batı ile ilgili duygu ve düşünceleri Salâh Abdülfettâh el-Hâlidî tarafından derlenmiş, kitap olarak basılmış ve Türkçeye de “Seyyid Kutub’un Gözüyle Amerika” ismiyle kazandırılmıştır. Gemiyle yaptığı yolculukta başta deniz olmak üzere kâinat üzerine yaptığı tefekküre detaylı bir şekilde değinmiştir. Kutub, duygularını şöyle ifade etmiştir: “Ben ABD’ye sıradan biri olarak, sadece yeme-içme derdinde olan, zevk ve eğlence peşinde koşan birisi olarak mı gideceğim? Yoksa İslam’a ve onun adap ve ilkelerine sımsıkı bağlanarak belirginleşmeli miyim? Ben bu yolculukta ikincisine karar verdikten sonra yüce Allah beni imtihan etti. Şöyle ki bu duyguyu yaşadığım gece geminin güvertesinde tefekküre dalmıştım. Uyku vaktinde odama geçtim. Biraz sonra kapım çalındı. Kapıyı açtığımda uzun boylu, güzel, yarı çıplak, sarhoş ve her şeyi fitne kokan bir kadınla karşılaştım. Ben şaşkınlık hâlinde iken, “efendime bu gece misafir olabilir miyim” diye söze başladı. Ben oda tek kişiliktir ve bir yatak barındırıyor dememe karşılık “bir kişilik yatak iki kişiye yeter” dedi içeri girmeye çalıştı. Bunun üzerine kapıyı sertçe üzerine kapattım ve çarpmanın etkisi ile yere düştüğünü duydum. Böylece yüce Allah’ın beni sınadığını hissettim.”
Bu ve benzeri çok sayıda olay gösteriyor ki hem yolculuk esnasında hem de ABD’de kaldığı zaman zarfında ahlakî ve fikrî yönden kuşatılmak istenmiştir.
Seyyid Kutub, İhvan genel merkezinin bulunduğu Kahire’de yaşamasına rağmen yoğun edebiyat çalışmaları ve diğer bazı sebeplerden dolayı Hasan el-Benna ve İhvan’la yolu kesişmemiş ve tanışmamıştır. Fakat ABD’de tanık olduğu iki olay kendi ifadesiyle dikkatini İhvan hareketine yöneltmiş ve onu İhvan’a yaklaştırmıştır.
Birincisi, Müslüman olduğunu ve adını “Cemaleddin” olarak değiştirdiğini iddia eden İngiliz istihbarat elemanının kendisini ABD’de sık sık ziyaret etmesi ve Mısır’ın, İhvan’ın yönetimine geçmesi durumunda felaketi yaşayacağını ve kendisi gibi kültürlülerin ve aydınların buna karşı çalışmaları gerektiğini sürekli telkin etmesidir. Seyyid Kutub, bu şahsın sürekli olarak İhvan hakkında kendisiyle görüştüğünü; İhvan’ın amaçları, hedefleri ve araçları hakkında detaylı bilgiler paylaştığını ve kendisini sürekli uyardığını belirtmiştir.
İkincisi ise, 12 Şubat 1949’da Hasan el-Benna şehid edildiğinde kendisi San Francisco’da hastanede yatıyordu. Hastanedeki çalışanların olaya dair sevinçli hâlleri ve ABD basınının konuyu yoğun bir şekilde işlemesi kendisinin İhvan’ı önemsemesine sebep oldu. ABD’nin büyük gazetelerinden birinin “Doğunun en tehlikeli adamı öldürüldü” başlığıyla çıkması, onun dikkatini ciddi bir şekilde İhvan’a yöneltti.
Paulo Coelho’nun yazdığı “Simyacı” romanının kahramanı Santiago’nun yaşadığı imtihanın bir benzerini Seyyid Kutub’un da yaşadığını söyleyebiliriz. Şöyle ki Santiago, Mısır piramitlerinin dibinde kısmeti olan bir hazine olduğunu rüyasında görür. Başlangıçta rüyasını önemsemez; fakat aynı rüyayı defalarca görünce işin peşine düşmeye karar verir. Neticede evinin altındaki hazinenin farkına varabilmek için İspanya’dan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerine varır ve yolculuk boyunca nice zorluklara katlanır. Seyyid Kutub da İhvan’ın genel merkezinin bulunduğu Kahire’de uzun bir süre yaşar. Mısır kamuoyunu ciddi bir şekilde etkileyen nice fikrî ve ictimaî etkinliklerine rağmen yanı başındaki el-Benna’yı ve İhvan’ı fark etmez. Takdiri ilahi, İhvan’ı keşfetmesi ve bu harekete ilgi duyması, ABD yolculuğu sırasında tecelli eder. Nimetin şükrü ve takdiri çoğu zaman çekilen zahmetle orantılıdır. Seyyid Kutub’un İhvan’la tanışıp ona üye olduktan sonra şehadetine kadar istikamet üzere bu hareket içerisinde sebat etmesinde bunun rolü inkâr edilemez.
5. Seyyid Kutub’un Düşünce Aşamaları ve Kayıp Dönem
Seyyid Kutub’un kayıp dönemi veya İslam dışı bir hayatı olmuş mudur? Bu hususta bir kafa karışıklığı söz konusudur. Bazıları kendisinin bir dönem Sosyalizme kaydığını, Ateist olduğunu ve Batı yaşam tarzını savunduğunu iddia ediyorlar. Kendisinin kitaplarındaki bazı ifadeleri de maalesef bu algıyı destekliyor. Seyyid Kutub “Fi Zılal’il Kur’an”, “Yoldaki İşaretler” ve diğer eserlerinde hayatındaki dönüşümden söz ederken Kur’an’la buluşmasından önceki hayatı için kayıp, şaşkınlık, bunalım vb. ifadeler kullanmıştır. Oysaki gerçek öyle değildir. Hayatını objektif ve bir bütün olarak incelediğimizde onun geleneksel İslamî bir ortamda büyüdüğünü, Kur’an’ı ezberlediğini ve küçüklüğünde ibadetlerle tanıştığını; üniversite eğitimi döneminde İslamî yaşantıyla beraber yoğun edebiyat okumaları içine girdiğini, Arap ve Batılı çok sayıda yazarın kitaplarını okuduğunu; çalışma hayatında edebî bir merakla Kur’an’a yöneldiğini, zamanla Kur’an’ın kendisini cezbettiğini, onu etkilediğini ve ondan kazandığı yeni bir ruhla Kur’an gölgesinde bir hayat yaşamaya başladığını; hayat serüveninin İhvan hareketine katılmakla ilerlediğini ve nihayetinde şehadetle taçlandırıldığını göreceğiz.
Seyyid Kutub, kendi hayatı için kayıp dönem olarak 1925-1940 arasındaki on beş yıla işaret etmektedir. Bu dönem geleneksel İslamî yaşantı ile beraber yoğun edebî ve çağdaş fikir akımları okumalarının olduğu bir dönemdir ve bu dönem detaylı bir şekilde incelendiğinde inançta sapma, haramlara düşme ve ahlaki yozlaşmayı gösteren herhangi bir bulgu içermediği görülecektir.
Seyyid Kutub’un düşünce ve hayat aşamalarını şu şekilde özetleyebiliriz:
a. Geleneksel İslamî bir ortamda yetiştiği dönem: Okul öncesini ve ilkokul yıllarını kapsayan bu dönem köyde geçmektedir ve Seyyid Kutub bu dönemde başta ebeveynleri olmak üzere tamamıyla ailesinin tesiri altındadır.
b. Kahire’ye taşındığı ve edebiyat çevreleri ile tanıştığı dönem: Bu yıllarda yoğun edebiyat okumaları ve Batı düşüncesi ile tanışma vardır.
c. Geleneksel İslamî yapıdan uzaklaşma ve arayış dönemi: Bu aşamada kendi ifadesi ile yaşantıda değil, fikrî zeminde bir kayıp ve bocalama söz konusudur.
d. Kur’an’la yeniden tanışma ve buluşma dönemi: Bu aşamada edebî bir merakla Kur’an’a yöneliyor ve Kur’an onu cezbediyor. 1939’da başlayıp 1947’de biten bu dönemde Seyyid Kutub başta “Kur’an’da Edebi Tasvir” ve “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri” olmak üzere Kur’an’a dair çok sayıda edebî ve ilmî eser vermiştir.
e. Kur’an gölgesinde yaşama dönemi: 1947’de başlayıp 1966’da şehadetle sonlanan ve çoğu cezaevinde geçen bu dönemde Seyyid Kutub, “İslam’da Sosyal Adalet”, “İslam ve Kapitalizm Çatışması”, “Cihan Sulhu ve İslam”, “İslamî Etüdler”, “Din Budur”, “Yoldaki İşaretler” ve “Fî Zılâli’l-Kur’an”6 gibi çok sayıda eser vermiştir.
6- İslamî Hareket Öncüsü Olarak Seyyid Kutub
1953’te Müslüman Kardeşler hareketine katılıp 29.08.1966’da şehadetle taçlanan dönemde Seyyid Kutub, önemli bir düşünür ve yazar olmakla beraber belirgin bir İslamî hareket öncüsü olarak da görev görmüştür. Bu dönem, düşünce ve hareket hayatının istikrar bulup kendisini tam olarak tanımlayan asıl dönemdir. Kendisini değerlendirmek isteyenler bu dönemi esas almalıdır. Önceki dönemler ise çoğu önemli kişilerin hayatında gördüğümüz gibi birer gelişim ve dönüşüm aşamalarıdır. Bu nedenle, bu aşamaları temel alarak onu değerlendirmek yanlış olur.
Bu yaklaşım, onun düşünce yürüyüşü ve kitap tahlilleri için son derece önemlidir. Örneğin, 1947’de yazdığı ve 1949’da ilk baskısı yapılan “İslam’da Sosyal Adalet” kitabı, başta Hz. Osman (r.a.) olmak üzere bazı sahabenin yerilmesine ve kötülenmesine sebep olan doğru olmayan rivayetler içermesi nedeniyle Mısırlı tarihçi Mahmut Şakir tarafından eleştirilmiştir. Bu eleştiriyi gören Seyyid Kutub hatasından dönüş yapmış, kitabın 1964 tarihli 6. baskısında eleştiri konusu olan rivayet ve ifadeleri çıkarmış ve kitabına “İslam Düşüncesi ve Kültür” adlı bir bölüm eklemiştir. Fakat ne yazık ki güncellemeden önceki baskılar birçok dile çevrilmiştir. Seyyid Kutub bu dönemde başta Fî Zılâli’l-Kur’an tefsir çalışması olmak üzere bazı kitaplarını gözden geçirmiş ve bunlarda bazı değişiklikler yapmıştır.
Bu dönemde İhvan hareketi adına önemli görevler icra etmiştir. Müslüman Kardeşler hareketi, 1954’de kendilerine sözcülük edecek “Müslüman Kardeşler Gazetesi” adlı haftalık bir gazete çıkarmayı kararlaştırdı ve genel yayın yönetmenliğini kendisine verdi. Onun başkanlığında 12 sayı çıkarıldı. Hasan el-Benna’nın yaptığı “Salı Konuşmaları” dersi kendisi tarafından devam ettirildi. Suriye’ye 02.03.1953’te gönderilen İhvan heyetine başkanlık yaptı. Şam’da etkili bir konferans verdi, Ali Tantavî ve İsam Attar gibi değerli Suriyeli şahsiyetlerle buluştu. Dönüşte Ürdün’e uğramak istedi; fakat o dönemde Ürdün’e hükmeden İngiliz general tarafından engellendi. 02.12.1953’te Kudüs’te düzenlenen “İslam Kongresi”ne İhvan’ı temsilen katıldı.
Görüldüğü gibi İhvan’a katılmasıyla suyun mecrasını bulup akması gibi istikrarlı bir hayat yaşamış ve şehadetine kadar davasında herhangi bir tereddüt yaşamamıştır. Hem kurucu imama hem de İhvan’a yönelik beğeni ve takdiri artarak devam etmiştir. Tüm zorlu imtihanları büyük bir metanetle geçmiş, birilerinin iddia ettiği gibi yeni bir hareket kurma arayışı olmamıştır. Kendisinin çalışmaları ve başta mahkeme tutanakları olmak üzere söz ve yazıları bu hususta son derece nettir.7 “İhvan, bana göre sömürgeci Batı ve Siyonizm projelerine karşı durabilecek ve alternatifi olmayan tek harekettir. Bunu özellikle ABD’de geçirdiğim sürede anladım.”8 Bana göre Müslüman Kardeşler hareketi son dört asırda tüm İslam beldelerinde ortaya çıkan en başarılı harekettir.”9
7- Şehadet Serüveni
Seyyid Kutub, 1953’te İhvan hareketine üye olarak edebiyat ve düşünce hayatına hareket boyutunu da katmış, bundan dolayı da yerel ve evrensel emperyalistlerin hedefi hâline gelmiştir. 15.01.1954’te İhvan’ın yasaklanma ve kapatılma kararının alındığı günde Seyyid Kutub, başta Genel Mürşid Hasan Hudeybî olmak üzere çok sayıda İhvan üyeleriyle beraber tutuklandı ve yaklaşık dört ay sonra serbest bırakıldı. Cezaevinden çıktıktan sonra çalışmalarına devam eden Seyyid Kutub, 26.10.1954’te ikinci defa tutuklandı, ağır işkenceler gördü ve on beş yıl ağır hüküm giydi.
Hapishane şartlarında sağlığı iyice bozulan Seyyid Kutub cezasının on yıllık kısmını çektikten sonra Irak Devlet Başkanı Abdüsselâm Ârif’in girişimiyle 1964’te tahliye edildi. Hapisten çıktıktan sonra “Yoldaki İşaretler” adlı kitabını yazdı, çeşitli çalışmalara katıldı ve İhvan hareketinin teşkilatını canlandırmak ve yeniden düzenlemek üzere Genel Mürşid Hasan Hudeybî tarafından görevlendirildi. Çalışmaları rejim tarafından yakından takip edilen Seyyid Kutub, 1965’te üçüncü defa tutuklandı ve uzun süren yargılamalar sonunda idam cezasına çarptırıldı. Başta Suudi Arabistan kralı Faysal olmak üzere çok sayıda kişi idam kararının uygulanmaması için uğraştı. Fakat Mısır’daki askeri cuntanın kendisinden İhvan hareketinden ayrılmasını, onu kötülemesini şart koşması ve Seyyid Kutub’un taviz vermemesi arabuluculuk çalışmalarını başarısız kıldı ve 29 Ağustos 1966’da şehit edildi.
Yüce Allah (c.c.) kendisine ve tüm İslam şehitlerine rahmet eylesin, makamlarını âli kılsın ve bizi onların yolundan ayırmasın. Âmin… ■
Kaynakça
1. Salâh Abdülfettâh el-Hâlidî, “Seyyid Kutub Mine’l Mîlâd ile’l İstişhâd (Doğumdan Şehadete; Seyyid Kutub)”, Beyrut 1994, 2. Baskı.
2. Bu kitap Türkçeye “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri” adıyla tercüme edilmiştir.
3. İ. Hakkı Şengüler, “Seyyid Kutub Kimdir?”, Fî Zılâl-il Kur’an, c.I s.9.
4. Bu kitap “Kur’an’da Edebi Tasvir” başlığıyla Türkçeye çevrilmiştir.
5. Çağımızdaki lise eğitimine denk geliyor.


6. Seyyid Kutub 1952’de yazmaya başladı ve 1954’e kadar Kur’an’ın on altı cüzünün tefsirini tamamladı. 1954’te tutuklandıktan sonra cezaevinde yazmaya devam etti ve 1960’ta tamamladı. Düşünce sistemindeki gelişmeye paralel olarak son üç cüzde farklı bir metod izledi ve tefsirini bitirdikten sonra baştan başlayarak on üçüncü cüze kadarki kısmı gözden geçirdi ve yayınladı. Hakkındaki idam kararının uygulanması nedeniyle 14-26 cüzler gözden geçirilemedi.
7. Bu husuta örnek olarak İslami Etütler kitabının son üç makalesine bakılabilir.
8. Seyyid Kutup, “Beni Niye İdam Ettiler” kitapçığı. Bu kitapçık kendisinin mahkemeye sunduğu yazılı ifadelerini içerir.
9. 19.12.1965 tarihli savcılık soruşturmasının tutanak metninden alınmıştır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?