Seyyid Kutub bazı basit düşüncelerin Müslüman zihnini yanlış yönlendirmek maksadıyla telkin ettiği anlayışın aksine, İslâm’ın sırf namaz ve oruçtan, sadece hac ve zekattan ibaret olmadığını, toplumun her alanına müdahale ettiğini, toplumu yöneten bir hukuka sahip olan, uluslararası ilişkiler ve diplomatik münasebetler kurabilen, ümmetin izzeti ve geleceğini düzenleyen bir düşünce ve devlet sistemi olduğunu bütün eserlerinde işlediği için ona tahammül edemeyen zalimler tarafından idam edildi.

Seyyid Kutub sömürüye, işgale ve İslami olmayan ve insan fıtratına aykırı olan düşüncelerin tümüne karşı koyan ve bunları reddeden bir düşünür ve yazardı. İslam’a saldıran ve İslam’ı bir türlü anlayamayan veya anlamak istemeyen kimselere karşı tavrını belirlemiş ve bu gibi düşünceleri redetmiştir. O her zaman ıslahtan yana olmuş ve insanların net bir İslami anlayışa sahip olmaları için “Kur’ân’ın Gölgesinde” İslam düşüncesini yazmış ve anlatmıştır.
İslam dininin istediği ve emredip ön gördüğü yaşama biçiminin dışında bir sistem sunan bütün düzenler cahiliye düzenleridir. En az kötü olanlarından bile insanoğlu, cehaletinin, zaaflarının ve hırsının getireceği sonuçlardan şiddetle etkilenecektir. Çünkü cahili düzenlerde yaşayan insanlar, insanın fıtratıyla karşı karşıya gelecek ve hatta çarpışmak zorunda kalacaktır. Sonra bu cahili sistemler, insanın sorunlarına doğru dürüst çare bulamayan ve toplumun ihtiyaç ve hastalıklarına eksik teşhisler koyan sakat nizamlardır. Bunun için karşımızda iki alternatif sistem vardır:
1. İslâm nizamı ya da diğer bir ifade ile medeni toplum
2. Cahiliye nizamı veya ilkel anlayışa sahip yirminci asrın gerici toplumu
Müslüman, cahiliye sisteminde İslâm dinini Allah’ın istediği gibi yaşayamaz. Zira “Hüküm koymak yalnızca Allah’a mahsustur. O sırf kendisine kul olmamızı emreder. Dost doğru din budur.” (Yusuf, 40).
Cahiliye toplumlarının hepsi aynı ortak özelliği taşımak üzere çeşitli şekillerde ve değişik sistem isimleriyle karşımıza çıkmaktadır. Bu toplum ve sistemlerden birileri, Allah’ın varlığını tanımayan; tarihi, diyalektik ve materyalist açıdan yorumlayan ve sosyal düzen olarak “Bilimsel Sosyalizm” adını verdiği bir modeli uygulayan bir toplum olabilir. Bazen de Yüce Allah’ın varlığını inkar etmeyen, fakat O’nu “Yeryüzü egemenliğinden azlederek” yalnız göklerdeki egemenliğini onaylayan, böylece hayat düzeninde onun şeriatını uygulamayan ve insan hayatı için değişmez olduğunu buyurduğu değerleri geçerli saymayan, havralarda, kiliselerde, mescidlerde, ibadet etmeyi insanlara mübah gören, sosyal hayatta Allah’ın şeriatının hükmetmesini yasaklayan laik bir toplum olarak da karşımıza çıkabilir. Böylece bu toplum, Allah’ın yeryüzü üzerinde ki hâkimiyetini ya inkar etmekte veya askıya almaktadır.
Böylesi bir sistem ve toplum her ne kadar Allah’ın varlığını kabul ediyorsa da ve her ne kadar insanların havralarda, kiliselerde mescitlerde ibadet etmelerini serbest bıraksa da bu yorum ve yaklaşımından dolayı cahiliye toplumudur. (Yoldaki İşaretler, s. 123-124).
Elbette Seyyid Kutub’un cahiliye toplumu ve medeni toplum ya da İslam toplumuna ilişkin çok çarpıcı tespit ve ifadeleri vardır. Bunları neredeyse bütün yazılarında defalarca dile getirir. Fakat onun özellikle “Müslüman” tasavvuru, sosyolojik tahlilleri, siyasi değerlendirmelerinde günümüze ışık tutabilen yaklaşımlarını sürekli dile getirip yeni nesillere anlatmak bizim bir görevimizdir.
Seyyid Kutub, İslâm’ın sistem olarak anlaşılmasında gayret eden çağımızın birkaç düşünce adamlarından birisidir. Belki de ufku en geniş olan düşünürdür.
“İslâm, fesadı, fısk ve fücuru hayat nizamı kabul edenler için can sıkıcı bir nizamdır. Bunun için bunu asla istemezler.” “Müslümanların inandıkları ilkeleri ve prensipleri yaşayabilmesi için İslâm’ın mutlaka hayata hâkim olması ve İslâm dininin tatbik edilmesi gerekir.”
Müslümanların kamusal alandan ve İslâm’ın toplum hayatından silinmesini ve yok olmasını isteyenler olduğunu, İslâm’a düşman olanların başında gelen Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliğinin geldiğini ve İslâm din ve nizamının temellerini yıkmaya çalıştıklarını, Müslümanların cahilî bir hayat sürdürmesini amaç edindiklerini ifade eder.
Seyyid Kutub İslamî yönetim konusuna bir çok İslam düşünüründen daha net bir üslupla yaklaşmaktadır. O şöyle der: “Önce durum ne olursa olsun devletin İslami bir otoriteye sahip olması gerekir. Daha sonra devlet–halk ilişkisini düzenlemek için İslami hüküm ve kurallardan yararlanmak icap eder. Zira İslam hukuku sadece şahsi alanda değil; ceza, ticaret ve aile hukuku gibi, topluma yön ve şekil veren alanlarda da hüküm koyucu ve belirleyici olarak görülmelidir.”
Seyyid Kutub Allah’ın emir ve yasaklarının yeryüzünde uygulanması ve toplum içinde bizzat yaşatılması için çok net ve açık bir ifadeyle şöyle der: “İslam hükmetmelidir. Zira İslam hem insan tabiatını hem de hayatın anlamını iyi bilmektedir. Hükmetmeyen İslam İslam olmadığı gibi, İslamı hükmettirmeyenler de Müslüman değildir.” Zira İslam bütün yönleriyle bir toplumu yönetebilecek özelliklere sahiptir.
Seyyid Kutub kimsenin kimseye zulmetmediği, adaletin hâkim olduğu, şûrâ, yardımlaşma ve nasihatin var olduğu, insanın insana boyun eğmediği ve ehkemu’l-hâkimîn olan Allah’a tam bir itaatin olduğu bir toplumun oluşturulmasını ve bu sistemin sürekli varolmasını istemiş ve bizlere anlatmıştır. Kutub, İslâm’ın ırkçılığa ve sömürüye, baskı ve istibdada karşı olduğunu, başlı başına bir medeniyet öngördüğünü sürekli dile getirmiş ve her yazdığı eserinde mutlaka bu konuya dokunmuştur.
La ilahe illallah Ne Demektir?
Seyyid Kutub çağımızda İslâm’ı bizlere net ve berrak bir şekilde anlatmış ve La ilahe illallah’ı bizlere açık bir şekilde öğretmiştir. Günümüz Müslümanları bunun ne demek olduğunu maalesef gerektiği gibi anlayamamıştır. Bunun anlamını ve derinliğini en iyi Seyyid Kutub’un eserlerinden öğrenebiliriz. Zira o bizim ezberimizi bozmuş ve bunun ne demek olduğunu öğretmiştir.
Şehid, İslami Etütler kitabında şöyle der: “Yeryüzünün batısında ve doğusunda, gündüzün erken saatlerinden gecenin son saatlerine kadar milyonlarca sesin “la ilahe illallah” kutlu kelimesini tekrarlaması, haykırması… Ve bu tekerrürün, bu haykırışın 14 asır boyunca, yıkılan devletler, değişen toplum ve ortamlar yanında, yılmadan, kuvvetini kaybetmeden, sönmeden sanki zamanın zihnine kazınmış ve mühürlenmiş gibi ölümsüz kalması, Hz. Peygamber’in zaferinin, dile gelmiş canlı bir kanıtıdır. Bu zafer sadece hayatın ana bünyesine yerleşerek, zamanın şuuruna mühürlenmiş olan ve tarihin akışını değiştiren, dünyanın mukadderatını tayin eden evrensel bir zaferdir.”
Seyyid Kutub Bir İnkilapçıdır
Seyyid Kutub hayatı boyunca hiçbir tağuta ve hayatın sıkıntılarına boyun eğmeden yaşamıştır. 20 farklı dergide 450 civarında yazı yazdığını, 1930’lu yıllarda yazdığı yazıların salt edebî konularla ilgili; 1940’lı yıllardaki yazılarının ise sosyal, siyasal ve ekonomik konularla alakalı olduğunu görüyoruz.
Seyyid Kutub’un Amerika’ya gönderilmesinin akademik kariyer yaptırmak amacıyla değil, yalnızca Mısır ortamından onu uzaklaştırmak gayesiyle olduğu açıktır. Onun böylece Mısır halkı üzerindeki etkisi kırılmaya çalışılmıştır.
ABD’ye Gemiyle Giderken Yaşadığı İlginç Bir Olay
Seyyid Kutub gemideki odasında dinlenirken kapısına yabancı bir genç kız gelir ve baştan çıkarıcı bir edayla onun odasına girmek isteyerek ahlaksız bir teklifte bulunur. Belki de yerli işbirlikçiler ve kâfirler bu yolla Seyyid Kutub’un alnına ömür boyu silinemeyecek bir leke sürmeye ve onu etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır. Ancak ömrü boyunca ahlakıyla örnek olmuş bir şahsiyet olan Seyyid Kutub, kapıyı genç kızın suratına kapatır ve bu fitneden ve tuzaktan kurtulur.
Kur’ân-ı Kerim dünyada en çok okunan ve hakkında en çok eser yazılan kitaptır. Kutub da İslâm dünyasında son 50 yılın en çok okunan yazarlarından biridir. Onun eserleri hem Sünni dünyada hem Şii dünyada aynı zevk ve heyecanla okunmuştur.
Seyyid Kutub Kur’ân’ın yalın bir üslup kullanmadığını ama bir tasvir metodu kullandığını ifade eder. Tasvir metodu, tablo haline getirme metodu, resme dönüştürme metodu, cisimleştirme metodudur.
Seyyid Kutub bu metoda ilk kez temas eden Zemahşerî ve Abdülkadir el-Cürcânî’den yararlandığını belirtmekle beraber bu metodun özel bir sistematiğe büründürülmesinin kendisine ait olduğunu söyler ve bir gerçek olarak bu iddiasında da mütevazı davranmamakta gayet haklıdır.
Kur’ân’ın tasviri hem bedevi toplumun hem de hadarî (medeni) toplumun anlayabileceği şekildedir. Kur’ân örneklerle mesajını verir. “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” ayetinde olduğu gibi. Bu ayette ip ile kuyu arasında bir bağ kurar. Kuyuya düşen insan genelde ipe tutunarak kurtulur. İnsanlar da Allah’ın mesajına tutunarak cahiliyenin ateş çukurundan kurtulabilirler. Kur’ân üslubunun hem manayı tasvir ettiğini, hem somut hem de soyut kavramları tasvir ettiğini belirten Kutub’a göre Kur’ân’da her varlık canlıdır, cansız bir şey yoktur. Bütün kelimelerin bir canı vardır, der.
Seyyid Kutub, Kur’ân’daki tasvirleri sahnelere bölmektedir. Kur’ân okurken adeta bir resim sergisine, bir musiki ziyafetine, bir edebiyat şölenine misafir oluruz, der.
“Kur’ân bir kelam mucizesi olarak bizi içine çeker, bir ayete bakmak istesek, kapılır gideriz. Seyyid Kutub da Kur’ân’ın üslubunu kullanır. Onu da okurken kapılır gideriz, çünkü üslubu çok akıcıdır.”
“Kur’ân kelimelerden oluşan söz mucizesidir. Kur’ân’ın üslubu eşsiz ve benzersiz bir üsluptur. İnsanlar ve cinler bir araya gelse bir benzerini yerine getiremezler. İslâm medeniyetinin en büyük değeri Kur’ân’dır. Onun için Müslümanlar bu değere sahip çıkıp Kur’ân’ı yaşamalı ve yaşatmalıdır.”
Seyyid Kutub’un Sünnet Anlayışı
Bazı çevrelerde Kutub’un sünnete mesafeli durduğu şeklinde yanlış ve haksız bir kanaat olduğunu biliyoruz. Oysa Kutub’a göre Sünnet ve hadis ilmi İslâm’ın tartışılmaz kaynaklarından biridir. Ona göre, Kur’ân birinci esas, Sünnet ikinci esastır.
Seyyid Kutub’un diğer bir yönü de eserlerini yazarken Kur’ân, Hadis ve Siyer bilgisine büyük önem vermesidir. Bu konuda şöyle der: “İslamda Sosyal Adalet” ile “Cihan Sulhu ve İslam” adlı eserlerimi yazarken herhangi bir şerh ve haşiyeye bakmayıp doğrudan doğruya Kur’ân, Hadis ve İslam Tarihi gibi asli kaynaklara başvurdum. Bu iki eseri yazmak için bu kaynaklar bir hayli yeterli gelmişti. Zira büyük mezheplerin ve imamlarının ictihadlarını ortaya koyarken başvurdukları kaynaklar Kur’ân ve Hadistir.
Seyyid Kutub’un Sünnet’ten Yararlanma Metodu
Seyyid Kutub, surelerin nüzul zamanı ve sebeplerini açıklarken ve birçok surenin tefsirinde Sünnet’ten büyük ölçüde yararlanmıştır. Hatta haber-i vahidi de delil olarak kabul eder. Kısasla ilgili ayetlerin başındaki besmeleleri, hilal ile ilgili ayetleri açıklarken, fıkhî ve amelî konularla ilgili ayetleri yorumlarken de hadislere atıfta bulunarak sünnetten yararlanır. Hatta fikrî ve felsefî yorumlarda bile Sünnet’e başvurur. Fîzilâl’de yaklaşık olarak 2000’den fazla hadisi ya nas olarak belirtmiş veya onlara atıf yapmıştır. Hadislerden yararlanmada hiçbir tereddüt göstermemiştir. Hayatını Kur’ân’a adayan bir şahsiyetin Sünnet’e uzak durması mümkün değildir.
Seyyid Kutub’un ‘Hasaisu’t-Tasavvuri’l-İslamî’ adlı eserinin başında şu ifadeler geçmektedir:
“Fütuhattan sonra başka medeniyetlerin eserleriyle karşılaşan Müslümanlar Yunan felsefesiyle tanıştılar. Beşyüzyıl boyunca İslâmî ve Kur’ânî meseleleri felsefî manada tartışıp durdular. Felsefeye İslâm penceresinden yaklaşacaklarına, İslâmî konuları felsefenin alanına çektiler. Bu felsefî çalışmalar Müslümanlara hiçbir şey kazandırmadı.
Kelamcılar da kelamî konulara felsefî perspektiften bakarak aslî vazifelerini bırakıp işi cedele ve gereksiz tartışmalara yönlendirdiler. Kelam ilmi de böylece kısırlaştırılmış oldu.”
Seyyid Kutub’a göre İslâm dünyasında oluşan bu felsefe ve kelam tartışmaları İslâm’a bir şey kazandırmamıştır. İşte bunun için de o, yepyeni bir üslupla Kelam ve felsefeye Kur’ân merkezli bir yorum getirmeye çalışmıştır.
İlkçağ ve ortaçağda bütün ilimler felsefe çatısı altında toplanmıştı. İslâm dünyasına felsefe sadece felsefe olarak girmedi, bütün yan kültür ve diğer yakın ilim dalları ile girdi. Seyyid Kutub’a göre İslâm’ın dünya görüşünü felsefe ve yorumları Yunan mitolojisiyle karıştırdılar. Yanlış olan da budur. Yoksa yanlışlık felsefe ve alt birimleriyle uğraşmak değildir.
Kur’ân’ın canlı yorumlarını felsefenin çağdaş Batı düşüncesinin dar kalıplarıyla açıklarsanız İslâm’ı katletmiş olursunuz. Seyyid Kutub yeni baştan bir terminoloji geliştirerek çağdaş insana sunmak gerektiğini savunur. Çağdaş felsefenin düşünce sorunlarını tartışmak ve işlemek, İslâm düşüncesi ve Kur’ân rehberliğinde olursa ancak o zaman İslâm felsefesi yapılmış olur. Felsefenin İslâm’a, Hristiyanlığa sirayet ettiği gibi sirayet edememesinin en büyük sebeplerinden birisi de İslâm’ın bir hayat nizamı olarak yaşanabilmesidir.
Seyyid Kutub İhvân-ı Müslimîn’e sonradan intisab etmiştir. Başlangıçta İslamî bir sisteme talip olan bir çizgide değildir. Hasan el-Bennâ’nın şehadetinden sonra bu yapıyı merak edip incelemiş ve bir müddet sonra bu teşkilata intisap etmiştir. O tam bir inkilapçıdır. Kutub, İhvân’a intisap etmekle yapıya mükemmel bir prestij kazandırmıştır.
Kutub, bize eleştirel düşünmeyi öğretmiştir. Bu yüzden Müslüman dünya eleştiri metodunu yeniden hayata geçirmelidir. Eleştiri ve nefis muhasebesi metodu düşünme kabiliyetini geliştirir ve çözüm üretmeyi öğretir. “Fıkhı ibadât ve muamelât diye bölmek bizi perişan etti” der. İslâm fıkhını donukluktan kurtarmak gerektiğini söyler. Seyyid Kutub külli ve genel prensipler ihtiva ettiği için ve doğrudan Allah’a yönlendirdiği için İslâm’ı parçalanmaz bir hayat nizamı olarak kabul eder.
Seyyid Kutub ‘İslâm Düşüncesi’ adlı eseriyle bizleri tüketim kültürüne davet eden batı anlayışına ve bu anlayışa sahip olan laiklere ve siyasal iktidarın dayatmalarına karşı çıkmaya, gerektiğinde direnmeye davet eder. Batı’nın bugün yaşadığı, bir metod krizidir. Şimdiki İslâm mütefekkirlerinin de çıkmazı budur. Bir metodu, ancak insanın kendi paradigması ortaya çıkarır. Kutub’un da söylemek istediği gibi İslâm’ın özgün bir boyutu vardır. İslâm düşüncesi özgündür. Metodunu da kendi içinden, kendi paradigmasından çıkarır.
▸ İslâm, kökleri sabit ama dalları her tarafı kapsayan bir yapıdadır.
▸ Naslardan bağımsız bir şey düşünmek mümkün değildir.
▸ Bütün değişen şartlara rağmen insanın değişmeyen yanları vardır.”
İşte bundan dolayı Seyyid Kutub siyasi bir strateji sunma noktasında önemli bir simadır.
Dünyayı Boşamak
Seyyid Kutub kendi deyimiyle Abdullah’ın oğlu Muhammed’in (s.a.s.) zaferini birkaç nedenle izah eder. Bunlardan birisi, Mekke şirk toplumunun önderlerinin, Ebu Talip aracılığıyla göndermiş oldukları mesajı reddetmesidir. Bu mesaj, içerik olarak servet, kadın ve iktidar teklifidir. Resûlullah (s.a.s.), amcası Ebu Talib’e şöyle der: “Vallahi amca, bu işten vazgeçmem için güneşi sağ avucuma, ayı da sol avucuma koysalar yine de davamdan vazgeçmem. Allah ya bu dini zafere ulaştırır, yahut da ben bu uğurda yok olur giderim.”
Kutub, Resûlullah’ın bu tavrını ve duruşunu yorumlarken şöyle der: İşte o günden itibaren Resûlullah zafer kazanmış ve Kureyş’in yüreğini öyle bir sarsmıştı ki artık bir daha ebediyen toparlanamazlardı. Bu bir imandı… İnsanın kalbine, iç dünyasına ve vicdanına yerleştiği vakit yeryüzünde hiçbir şeyin yıkamayacağı bir kuvvete dönüşen bir iman.”
Seyyid Kutub, İslam’ın Dünya Görüşü adlı eserinde bir çok sosyolojik, siyasi ve ekonomik tahlillere yer verir. Emperyalizmin, kapitalizmin, sosyalizmin pratiklerinden söz eder. Bunların attıkları adımlar ve atacakları muhtemel adımları masaya yatırır. Kendi deyimiyle “talihsiz beşer”i bekleyen akıbetlerden söz eder. İşte bu tespit ve tahlillerin bir yerinde şöyle der:
“Bugün sosyalistler bir tarafta, kapitalistler öbür yanda durmuşlar, tarafsız diye isimlendirilen ülkeleri saflarına çekmeye çalışıyorlar. Tarafsız kalanların insani, iktisadi ve coğrafi güçlerini o mezbahalarında kurban etmek istiyorlar.”
“Amerikanın emrindeki kapitalist blok, bu yolda bir hayli gayret sarf etmektedir. Evvela dünyanın her tarafında ki kapital sahiplerinin kalbine korku salmaya çalışıyorlar. Hele komünistlerin her gün yeni bir taarruz hazırladıkları Arap aleminde korkulu rüya haline getirilmesi ise diğer bir korku aracı kılınmıştır.”
“Amerika, bir çok noktada millete değil, hâkim ve sömürücü zümreye güvenir. Hâkim ve sömürücü zümreye fazla güvendiği, bu sınıfın milletleri uğrunda zalimlerle mücadele yapmayacağını bildiği için, milletlerin isteklerine fazla ihtimam göstermeyi istememektedir. Komünist bloka gelince, o daima işçi sınıfına her türlü kötülüğü yaptığı halde aç olan insanlara hitap eder. Boş midelere, çıplak vücutlara seslenir.”
Kutub, Amerikan emperyalizmi ile ateistler, Hıristiyan ve Yahudiler ile ilgili çok ilginç tespitler yapar. Özellikle kültür emperyalizmi ile buna yardımcı olan oryantalistleri ciddi bir şekilde analiz eder. Hele hele bu oryantalistlerden din öğrenmek, ilim öğrenmek isteyen İslam düşünürlerini yerden yere vurur.
Kutub’un, başlıca düşmanı ateizmin kendisi değildir. Çünkü bu, Kutub’a göre İslam için asla büyük bir tehlike olmamıştır. Daha ziyade tehlike daima İslam ve Müslümanları yok etme yolunu arayan Yahudi ve Hıristiyanlardır.
Kutub, bu manada Yahudi ve Hıristiyan kökenli oryantalistlere ve onlardan İslam adına bir şeyler almak isteyenlere dikkat çekerek der ki: “Yazıklar olsun! Oryantalistlere gıpta eden bu Müslümanlar, bir taraftan Siyonist ve Haçlıların ürettiği yollarla ortaya çıkarılmış olmalarına rağmen, yüksek seviyeli entelektüeller ve İslam düşüncesinin ustaları olarak öne çıkarılıyorlar.”
“Amerikan zulmünden Allah’a sığınırım. Amerika’nın siyahlara karşı güttüğü düşmanlık, korkunç siyaset ve tiksindirici hareketlerini Nazi Almanya’sı dahi yapmamıştır. Amerikanın yaptıkları Hitler mezaliminden daha korkunçtur. Amerika’daki beyaz adamın düşünceleri ırkçılığa ve ayırımcılığa dayalı olarak ortaya çıkan çıkarcı bir sosyal ve ekonomik anlayışa sahiptir.” (İslam’ın Dünya Görüşü, s.159).
Bir başka yerde Kutub, Filistin konusuna temasla Filistin’in özgürlüğünün Müslüman şahsiyetlerin eliyle gerçekleşeceğini anlatır ve şunları söyler:
“Talihsiz beşeriyetin kurtuluş yolu, herhangi bir grupla birleşip diğer insanları yoketmek ve hâkimiyet hakkının tamamını bir grup insana terk etmekte değildir. Böyle bir yetki hangi gruba verilirse verilsin, beşeriyeti insafsızca sömürür.”
“İslâm diri bir inkılabtır. İslâm hareket ve çalışkanlıktır. İslâm gelişen bir inkılabtır. İslâm bir medeniyettir. İslâm kardeşlik dinidir. İslâm baskı ve istibdata karşıdır. İslâm sömürüye karşıdır. İslâm ırkçılığa karşıdır. İslâm ıslah edicidir. İslâm ilahi bir sistemdir.”
Seyyid Kutub gerek kendisi ve gerekse diğer yazarlar için şu profili çizmektedir:
“Yazarlar bir şartla büyük işler yapabilirler. O da düşüncelerinin yaşaması uğruna kendilerini feda etmeleridir. Düşüncelerinin kan ve canları karşılığında bir anlam kazanması şartıyla… “Hak” bildikleri şeyin “Hak” olduğunu hiç çekinmeden haykırıp, gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla… Bizler inandığımız dava uğruna, düşünce ve inancımız uğruna ölsek de o dava ve düşünceler can ve ruh taşıyan birer vücud olarak kalacak. Yahut da onları kanlarımızla sulayıp canlılar arasında yaşatacağız.”
Şehadeti
İdamı için karar veren mahkeme üyelerinin karşısında izzet ve vakarla söylediği sözlere bakınız: “Eğer Allah’ın hükmü ile mahkum edilmişsem ben Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer bâtıl kanunlarla mahkum olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için bâtıldan ve münafıklardan asla merhamet beklemem.”
İdamından önce bir çok kimse affı için bir pişmanlık ve özür dilekçesi yazmasını tavsiye eder. Zira zalim Cemal Abdunnasır, “Benden özür dilesin, affedeceğim” demiştir. Bunun üzerine Seyyid Kutub’un verdiği cevap çok manidardır: “Namaz kılarken Allah’ın vahdaniyetine şehadet etmek maksadıyla kaldırdığım parmağımı, beni affetsinler diye tağut ve zalimlerden özür dilemek için kullanmam.” ■

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?