Bismillah…
Hamd ü senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a (c.c.) mahsustur. O’na hamd eder, O’nu tesbih ederiz. Allah’ın salât ve selamı şükreden kul ve vazifesini hakkı ile yerine getiren elçi Hz. Muhammed’in (s.a.v.), ailesinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin…

İnsanoğlu hayatı boyunca kuşanmak, giyinmek, bürünmek, korunmak, zırhlanmak ister. Çıplaklık onun doğasına, yaşam koşullarına elverişli değildir. Bedenimiz ortalama 37 derecelik ısıya göre yaşamını sürdürebilir. Bu nedenle yazın daha yüksek ve kışın da daha düşük ısı derecelerinden korunmak için giyiniriz.
Bedenimizi sıcağa, soğuğa ve diğer çevresel etkenlere karşı korumak için giyinmek gerektiği gibi manevi kişiliğimizi korumak için de giyinmeliyiz. Harama düşmemek ve hududullahı çiğnememek için de sağlam bir zırha ve koruyucu bir giysiye muhtacız ki, bu da yüce Allah’ın belirlediği “takva” elbisesinden başkası değildir. “Takva elbisesi ise en hayırlı olandır.”1
O zaman nedir takva?
Kime ehli takva denir?
Takva Kur’an ve sünnette yoğun bir şekilde işlenen, vurgulanan bir özelliktir. Birçok ayette yüce Allah’ın takva ehli olanlarla beraber olduğu, onları koruduğu ve onlara yardım ettiği, onları sevdiği ve onların dostu olduğu açıkça ifade edilmiştir.2
Yüce Allah bir ayette mealen, “Ey iman edenler! Allah’tan, sakınılması gerektiği gibi sakının ve ancak Müslüman olarak can verin.”3 buyurarak önümüze zirve ve zor bir hedef koymaktadır. O da hakkıyla yerine getirilen, Rabbimize yakışır bir takvadır. Böylece takva ile İslam üzere bir hayat ve Müslüman olarak ölmek garantilenebilir. Fakat böyle bir takvayı gerçekleştirmeye herkesin gücü yetmez. Bu sebeple Rabbimiz başka bir ayette yükümüzü hafifletmiştir. “Gücünüz yettiği kadar takva sahibi olun.”4
Biz bu makalemizde takvayı, zıddı olan durumu ve ikisinin sonucunu veciz bir şekilde ifade eden Haşr suresinin 18-20. ayetlerini özet bir şekilde açıklamaya çalışacağız. “Ey iman edenler! Takvalı olunuz ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Takvalı olunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir. Cehennemliklerle cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”5
On sekizinci ayette yüce Allah bize hitap ederek: “Takva sahibi olun.” şeklinde bir emir ile başlıyor ve önemine binaen bunu tekrar ediyor. Takvayı korkmak, sakınmak olarak çevirmek yanlış olmamakla beraber onu bu şekilde tefsir ettiğimizde anlam daralmasına yol açabiliriz. Şöyle ki takvanın kelime anlamı korumadan, zarar kaygısı taşınan bir korumadan geliyor. Kışın bir annenin, çocuklarının sobaya dokunup yanmalarından korkması bu kapsamda değerlendirilebilir. Böyle bir anne çocuklarının sobaya dokunmamaları ve yanmamaları için bazı tedbirler alır. Takva sahibi Müslüman da yüce Allah’ın emir ve yasaklarını öğrenir, onlara uygun yaşamaya çalışır ve hududullahı çiğnememeye pür dikkat ederek bir hayat sürer ve bu durum yaşamında belirginleşir.
Takvayı bize kavratan en iyi diyaloglardan birisi şudur:
Hz. Ömer (ra) hilafeti döneminde Übey b. Kâ’b’a (ra) “Takva nedir?” diye bir soru yöneltiyor. Hz. Übey de bir soru ile cevap veriyor: “Ey Müminlerin emiri! Hiç dikenli bir yolda yürüdün mü?” Hz. Ömer (ra) “Evet” cevabını verince Hz. Übey, işte takva budur diyor.
Dikenli ve tehlikeli bir yolda yürüyen bir kişi, elini kolunu sallayarak yürümez. Adımını atacağı yeri ilk önce gözüyle görmeye çalışır. Temkinli yürür. Dikenlerin, cam parçalarının ve zararlı unsurların ayağına batmaması için azami çaba sarf eder ve çok dikkatli bir yürüyüş gerçekleştirir. Hz. Ömer (ra) kime ne soracağını çok iyi bilmiş, kolay gibi görünen bir soruyu işin ehline sormuş ve güzel bir cevabın bize ulaşmasına vesile olmuştur. Kendisi hem halife hem de İslam’ı en iyi kavrayan sahabeden birisi olmasına rağmen bu soruyu Übey b. Kâ’b’a (ra) yöneltmiştir. Çünkü Übey b. Kâ’b (ra), Allah Resulü’nün (sav) kendisini “seyyidü’l-kurrâ” lakabıyla övdüğü ve sahâbîlere Kur’an’ı kendisinden öğrenmelerini tavsiye ettiği bir zattır.
Hz. Übey’in tanımını günümüzde şöyle ifade edebiliriz: Takva, Müslümanın kişisel, sosyal, aile veya meslek hayatını yaşarken Allah’ın emir ve yasaklarını veya daha genel bir ifade ile hududullahı gözeterek yaşamasıdır. Hayatını yaşarken günaha düşme kaygısını taşıması ve bu bilinçle adımlarını atmasıdır. Hayatımızı yaşarken yüce Allah’ın çizdiği plan ve hudut çerçevesinde hareket ediyorsak kendimize takvalı diyebiliriz. Bir esnaf, ticari bir işleme/işe başladığı zaman düşünüp işin farzı nedir, haramı ve günahı nedir? kaygısıyla hareket ediyorsa kendisine takvalı denilebilir. Çünkü takva Müslüman kişide derin bir hassasiyet oluşturur.
Takvayı önemli kılan bir husus da şudur. Takva halimiz bilinç vaziyetimizi gösterir. Şöyle ki takvalı kişi yüce Allah’ın farkında olarak bilinçli bir hayat yaşar. İşleri ölçerek, tartarak yapar. Rastgele olaylara dalmaz. Bir işle ilgili kararını verirken şerî yönü hesaba katar. Böylece 19. ayette sakındırıldığımız gafletten, yüce Allah’ı hesaba katmadan bir hayat yaşamaktan korunmuş olur. Bir kişi dikenli bir yolda elini kolunu sallayarak yürür ve önüne bakmazsa büyük ihtimalle 4-5 dakika sonra zarar görür. Benzer bir şekilde hayatını bilinçsiz bir şekilde yaşayan kişiler günlük her gün defalarca Allah’ın emirlerini çiğniyorlar ve hududullahı aşıyorlar.
İki takva emrinin ortasında muhasebe emri gelmektedir. Herkesin, yarın yani kıyamet günü için yaptığı hazırlığı gözden geçirmesi emredilmektedir. Çünkü nasıl ki takva İslam üzere yaşamayı ve Müslüman olarak ölmeyi sağlıyorsa benzer bir şekilde murakabe/muhasebe de takvalı olmamızı sağlamaktadır.
Kur’anî bir emir olan muhasebe/murakebe zühd ve ahlak eğitiminde önemli bir eğitim metodu olarak benimsenmiştir. Kişi yaptığı muhasebe sayesinde oto kontrol yapabilir, nerede olduğunu görebilir, iflas etmeden ve düzeltme fırsatı varken vaziyetini gözden geçirebilir. Hz. Ömer’in “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.” nasihati ne kadar yerindedir. Her Müslüman bireye yakışan günün sonunda başını yastığa koyduğunda 2-3 dakikalık bir muhasebe yapmasıdır. Eğer gününün iyi geçtiğini görürse Allah’a hamd eder ve yeni başlayacak günün de iyi ve hatta daha iyi olması için dua eder. Yok eğer tersi bir durum yaşanmışsa hemen istiğfar eder, tevbe kapısına tutunur ve yeni başlayacak günün kendisi için hayırlı bir başlangıç olması için azmini biler.
Muhasebe kültürü bizi ölüme sürekli hazırlıklı kılar. Böylece ölümle karşılaştığımızda gönül huzuruyla onu karşılarız. Fakat muhasebeyi hayatının parçası haline getirmeyen birisi maalesef kontrolsüz ve sorumsuz bir hayat yaşar. Ölümle karşılaştığında pişmanlıklar, korkular, gereksiz temenniler başlar ve artık iş işten geçmiştir. Acaba ölüm işareti alan kaç kişi şöyle diyebilecektir: Yaşadığım hayat için Allah’a hamd olsun, emirleri yerine getirdim, haramlardan sakındım, imkân ölçüsünde dinim için çalıştım. Ne mutlu böyle diyebilenlere!
Yüce Allah, 19. ayette takvanın tersi olan durumdan bizleri sakındırıyor: ” Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.”
Unutarak yaptıklarımız bizi mesul kılmaz. Kur’an’ın bu kavramı sözlük anlamında değildir. Buradaki unutma ile gaflet, yüce Allah’ı takmamak kastedilmiştir. Hayatını planlarken, yaşarken yüce Allah’ın emir ve yasaklarını, prensiplerini hesaba katmamak ve takmamaktır. Hududullahı takmamak, kibir, zulüm ve benzeri manevi günahlar yüce Allah tarafından ağır bir şekilde dünya hayatında cezalandırılırlar. Bunların cezası da manevi olup kişinin sapık bir yolda olduğu halde kendisini iyi yolda sanmak, kötü işler yaptığı halde iyi işler yaptığını sanmaktır. Bu günahlar bu yönleriyle çok büyük bir tehlike arz etmektedirler. Çünkü diğer günahları işleyenler kötülüklerinin farkındadırlar ve bu durum onlara her an dönüş yolunu açabilir.
Son ayette ise dünya hayatının finali resmediliyor. Şu kısacık dünya hayatının sonunda ya ebedi mutluluk olan Allah rızası ve cennet elde edilecek ya da ebedi bedbahtlık olan cehennemle cezalandırılmak olacak. Üçüncü bir seçenek yok. Akıllı olan birisi bu durum karşısında ilgisiz davranabilir mi? Akıllı birisi bu iki sonucu dünyadaki tüm başarı ve başarısızlıklarla beraber değerlendirmelidir. Şöyle ki Allah rızasını ve cenneti elde ettikten sonra dünyadaki tüm başarısızlıklar hafifler ve cehennemlik olduktan sonra da tüm dünyevi başarılar değersizleşir. Dünyadaki başarı ve başarısızlıklara odaklandığımızdan daha fazla bir şekilde ahiretteki başarı ve başarısızlığa odaklanmalıyız ve bu bilince uygun tedbirler almalıyız. “İsteğin sadece rabbine olsun.”6
Selam ve dua dileği ile… ■

Kaynakça
1) A’raf, 26. 2) Bakara, 194; Tevbe, 36 ve 123; Âl-i İmrân, 76; Tevbe, 4 ve 7; Câsiye, 19. 3) Âl-i İmrân, 102. 4) Tegabün, 16. 5) Haşr, 18-20. 6) İnşirah, 8.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?